Ey nefs-i emmare / ey insana daima kötülüğü emreden nefis! Kat’iyyen / kesin olarak bil ki, senin hususî / özel, ama çok geniş bir dünyan vardır ki, âmâl / emel, arzu, istek ve ümitler, ilgi ve ilişkiler ve ihtiyacât / ihtiyaçlar üzerine bina edilmiştir. En büyük temel taşı ve tek direği; senin vücudun, bedenin ve senin hayatındır. Halbuki, dayandığın o direk kurtludur! O temel taşı da çürüktür! Hülâsa / kısaca diyebiliriz ki, esastan fasit / bozuk ve zayıftır! Daima harap olmaya hazır ve mahkûmdur.
Evet, bu beden ebedî / devamlı, sürekli değil! Demir ve taştan değil! Ancak et ve kemikten ibarettir. Anî olarak / birden senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun! Bak, mazi / geçmiş zaman; senin gibi geçmiş olanlara, geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal / gelecek zaman da, geniş bir mezaristan / mezarlık olacaktır. Bugün, sen iki kabrin arasındasın. Artık sen bilirsin.
x
Ey nefis! Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri / süsleri; Hâlık’ımızı / Yaratan’ımızı, Mâlik’imizi / Sâhib’imizi ve Mevlâ’mızı / Tanrı’mızı bilmediğimiz takdirde; Cennet olsa bile, Cehennemdir. Evet, öyle görülmeli. Öyle de zevk alınmalı. Bilhassa / özellikle, şefkat / karşılıksız sevgi ve merhametin ateşini söndürecek, Marifetullah’tan / Allah’ı bilmekten başka bir şey var mıdır? Evet, Marifetullah olduktan / Allah’ı bildikten sonra, dünya lezzetlerine iştiha / aşırı istek olmadığı gibi, Cennete bile iştiyak / aşırı şevk ve arzu geri kalır.
x
Dünya bir iken, insanlar adedi / sayısınca dünyaları havidir / dünyaları içine alır ve kapsar.
Çünkü, her insanın tam mânâsıyla hayalî bir dünyası vardır; fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar.
x
Cenab-ı Hakkın masivasına / Allah’tan başka tüm varlıklara karşı gösterilen muhabbet / sevgi; iki çeşit olur: Birisi yukarıdan aşağıya nazil olur / nüzul eder, iner. Diğeri aşağıdan yukarıya çıkar.
Bir insan, en evvel muhabbet ve sevgisini Allah’a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla, Allah’ın sevdiği her şeyi sever.
Mahlûkata / yaratılanlara taksim ettiği / paylaştırdığı muhabbeti / sevgisi, Allah’a olan muhabbetini tenkis etmez / noksanlaştırmaz. Aksine tezyit eder / arttırır.
İkinci kısım ise, en evvel esbabı / sebep, vasıta ve araçları sever. Ve bu muhabbetini Allah’ı sevmeye vesile / aracı yapar.
Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez / koruyamaz, dağılır.
Bazen de kavi / kuvvetli ve güçlü bir esbaba / sebeplere rastgelir. Onun Allah’a olan muhabbetini; tamamen kendine cezbeder / çeker. Helâketine / mahvolmasına sebep olur.
Şayet Allah’a vâsıl olsa / kavuşsa da, vusulü / bu kavuşması nakıs / eksik ve noksan olur.
x
Dünyevî / dünyaya ait hayatın faydaları pek çoktur. O faydalardan, hayat sahibine; tasarruf / idare ve kullanması ve hizmeti nispet / oran ve ölçüsünde bir hisse / bir pay ayrıldıktan sonra; bakî / geri kalan gayeler, semereler / netice ve sonuçlar Fâtır-ı Hakîm’e / hikmetle yaratan Allah’a raci / O’na dönücüdür.
Evet, insan ve insanın hayatı; İlahî isimlerin tecelli ve görüntülerine bir tarladır. Cennette ise, İlâhî rahmetin enva’ / çeşit ve türlerinin cilve ve tecellilerinin mazharı / zuhur ettiği / meydana geldiği yerdir. Aynı zamanda, insanın hayatı; uhrevî / ahiret hayatının harika / olağanüstü, sonsuz ve nihayetsiz semere / meyve ve sonuçları için bir fidanlık veya bir çekirdektir.
Demek ki, insan bir sefine / bir gemi kaptanı gibidir. Geminin sınırsız faydalarından, kaptanın alâka ve hizmeti nispetinde kendisine verilir. Baki / geri kalan kısmı Sultan’a raci / O’na aittir.
İnsan da, beden gemisiyle alâka ve ilgisi derecesinde, o vücudun hayattar / canlı semere ve meyvelerinden hisse ve payını alır. Mütebakîsi / kalanı Ezelî / Başlangıçsız Sultan olan Allah’a aittir.