Âlemde / dünyada, her şeyin yüzünde; hikmet / İlâhî gaye ve maksadın eserleri görülür. Bunun gibi, en uzak, en geniş, en ince kesret / çokluk tabakaları üstünde de; hikmet / var ediş amaçları, ihtimam / yaratılışda gösterilen dikkat ve özenin eser ve izleri müşahede edilmekte ve görülmektedir.
Kesret ve tekessürün / çokluğun, binbir hikmetinin müntehası / neticesi olan; insanın yüz ve sima sahifesinde; kader kalemi ile pek çok çizgi, hat, nakış ve nişanlar yazılmıştır. Hatta cildinde ve ellerinin içlerinde geleceğe dair işaret ve noktalar vardır.
Evet, insanın el ve avuç gibi yerlerinde; onun ruhundaki istidat ve kabiliyetlerin, neye münasip ve uygun olduğunu gösteren, kaderce belirtilmiş yazılar vardır.
Malûmdur ki, insanın şu sahifelerinde yazılan o kelimeler, harfler, noktalar ve harekeler; insan ruhunda, yani insanın benliğinde bulunan; mânâlara, mâneviyatlara / his ve inanca ait şeylere delalet eden / delil olan alâmet ve işaretlerdir.
Aynı zamanda bütün bunların; insanın fıtrat / yaratılış, tabiat, mizaç ve huyunda; kader tarafından yazılan mektup ve mesajlara da, işaretleri vardır.
Evet, kesretin en uzak ve en geniş ve en ince devair / daireler ve tabakat / tabakaları üstünde dahi; hikmet, ittikan / sağlamlık ve ihtimam / özen gösterilmiş eserler parlamaktadır.
Eğer istersen, kesretin nihayet derecede inbisat / genişleme ve intişar / yayılma ile, tekessür edip çoğaldığı görülen insanın; cilt ve suretine bak! Ta kudret kalemi, onun alnı, yüzü ve avuçlarının sahifesini nasıl ince çizgi, yazı, nakış ve âletlerle haşiyelendirdiğini / notlandırdığını göresin.
Bu çizgi ve nakışlar; insanın ruhundaki istidat ve mââni / mânâlara ve boynunda asılı bulunan amel defterine delalet ediyor. Bu da, fıtrat ve yaratılışında yazılı bulunan kaderin cilvelerine işaret etmekte. Hatta öyle ki, bu kadere ait tahşiyeler / yazılımlar, hiçbir surette kör tesadüfün ve a’ver / kör ittifakın duhulüne / girmesine bir menfez, bir delik bırakmamışlardır.
x
Şu dünya hayatına muhabbet ve sevgiyle müptelâ / tutkun olan bazı insanlar, o hayatın vücuda gelmesinden maksat ve gayenin; yalnız o hayata hizmet etmek olduğunu sanıyor! O hayatın bekalı ve sonsuz olarak devam edeceğini zannediyorlar!
Bu dünya hayatının başka bir faydası olmadığını düşünüyorlar! Yani Fâtır-ı Hakîm’in / her şeyi hikmet ve gayeli yaratan Allah’ın; hayat sahiplerinde, canlılarda ve insaniyette / insanlık cevherinde / haslet ve özelliklerinde vedia / emanet olarak koyduğu bütün acip / şaşırtıcı cihazlar ve harika / olağanüstü techizat / donanımlar; seri’ / çabuk bir şekilde zeval ve yok olan şu hayatın hıfzı ile bekası için verildiğini kabul ediyorlar!
Halbuki kazıye / hüküm öyle olduğu takdirde, kainattaki nihayetsiz ve sonsuz nizam, tertip, düzen ve düzgünlüklerin şahitlikleriyle; yeryüzünde görünen hikmet, inayet, intizam ve abessizlik / boşuna olmayış gibi delil ve bürhanların; tam tersine abesiyete, israfa, intizamsızlığa, hikmetsizliğe yani gayesizliğe delil ve bürhan olmaları lâzım gelir.
x
Aklı bozulmayan bir şahıs, ince düşünmesi sonunda anlar ki, meselâ bal arısını pek çok şeylere fihriste / liste yapan Allah; kâinat kitabının pek çok mes’elelerini insanın mahiyetinde / içyüzünde yazmış.
İncir çekirdeğine, incir ağacının programını koymuş.
İnsanın kalbini de, binlerce âlemlere örnek ve pencere yapmış.
İnsanın hafızasında ise, hayatını tüm ayrıntılarıyla ortaya koymuş.
Şüphesiz, bütün bunlara ancak ve ancak; her şeyi yaratan Allah muktedir olabilir.
Evet,
Böyle bir tasarruf / bir şeye sahip olup idare etme, mülkünü istediği gibi kullanma;
Yalnız ve yalnız, Âlemlerin Rabbi’ne mahsus bir hatem ve mühürdür.