İnsanoğlu, bir tarih boyunca tatmin dolu, merkezde bir hayat yaşamanın nasıl mümkün olacağını araştırıp duragelmiş, neden sürekli mutlu olamadığımızı, hangi sorunlar çözülse dünyanın insanlık için daha iyi bir yer olacağını, yaşam kalitemizi nasıl yükselteceğimizi, kişisel gelişimimiz için ne yapmamız gerektiğini, içimizdeki bu tuhaf boşluk hissini ne ile dolduracağımızı, alışkanlıklarımızı nasıl değiştireceğimizi, zihnimizi nasıl yöneteceğimizi, nasıl daha iyi bir insan olacağımızı sorgulayagelmistir. Elbette, insan, normlardan sıyrılmayı başarabildiğinde yani yaptıklarını, yapagelindiği için yapmayı bıraktığında; tüm bu soruların cevaplarına karşı daha büyük bir iştah duymaya başlıyor. 

Kanımca, insanın daha tatminkâr bir hayat yaşamasının önündeki en büyük engel, insan doğasını tanımamak ya da tanıdığını kabullenememektir. Bunu hem makro hem mikro düzeyde ele alabileceğimiz gibi, sağlıktan ilişkilere yaşamın her temasına da uygulayabiliriz. 

Bilinçli ya da bilinçsiz olarak, zihinlerimize biricik olduğumuzu kodlama eğilimindeyiz. Biricik deyince sanki bundan hayrımıza bir kazanımımız varmış gibi gelse de kulağa, aslında bu eğilimimiz; tecrübelerimizi değerlendiremememize, bilgeliğe dönüştüremememize ve kendimizle ilgili farklı kimlikler geliştirmemize neden oluyor. 

Biricik olduğumuzda, örneğin:

Yaptığımız hatalar, gözümüzde kimselerin yapamayacağı kadar çirkinleşiyor, affedilmezleşiyor, günahkâr hissediyoruz,

Önümüzdeki zorluklar, gözümüzde kimselerin başına gelmemişçesine büyüyor, aşılmazlaşıyor, umutsuz hissediyoruz,

Bizlere yapılan yanlışlar, gözümüzde kutsala saldırı niteliği taşıyor, savaş algılıyoruz, mağlup hissediyoruz,

Edindiğimiz başarılar, gözümüzde o kadar kıymetleniyor ki, sivriliyoruz, erişilmez hissediyoruz.

Ve biz, kendimizi ne gibi hissedersek hissedelim, evrenden ona yönelik veriler toplamaya başlıyoruz. Evren de bir hazine; illa ki her tür veri var. Biz de kendimizi sadece umutsuz olma verilerine kilitlediğimizde, sadece umutsuz bir insan olduğumuza dair veriler görüyor olmamızdan daha doğal ne olabilir ki? Deneyimlerimizi limitlediğimiz bu gibi durumlar için sık kullanılan bir klasik metafor vardır: piyanonun sadece bir-iki tuşu ile müzik yapıp geri kalan tüm diğer tuşlarını hiç kullanmamak. Özetle, yaşam alanımız, güdükleşir. 

Büyük resim şu ki her ne yaşıyor olursak olalım, birileri ya geçmişte yaşadı ya da bizimle birlikte bir yerlerde yaşamakta, üstelik gelecekte de başka birileri yaşayacak. Kısaca, size bir iyi, bir de kötü haberim var; biricik değiliz ve biricik değiliz. 

İnsan, her biri bir diğerinden çok farklı gibi görünen ama aynı özden bir canlı. Benzer koşullar oluştuğunda, benzer tepkiler veriyoruz, benzer ihtiyaçlara sahibiz. İhtiyaçlarımızı ne ölçüde ve nasıl karşılayabildiğimiz, öngörülebilir sonuçlar yaratıyor. İnsan, doğası itibariyle içinde iyi ve kötü diye nitelendirdiğimiz bütün potansiyelleri barındırıyor. Birçok dışsal faktörün tetiklemesine göre bu potansiyelden farklı kesitler ortaya çıkıyor. 

İşte, insan doğasını bilmek ve kabul etmek; onun herkeste aynı olan halini, birbiriyle bağlantılı, dış etkilere açık, değişken, dönüşebilir yapısını kabul etmek, bizleri gerek kendimizden gerek çevremizden beklentilerimiz konusunda daha çok rahatlatmaktadır. Yine de bu bilgeliği her daim, farkındalığımıza taşıyamayacağımız da doğamızın bir gerçeğidir. O nedenle gerek içsel gerek dışsal mücadeleler hep var oldu ve hep var olacak. Bizler ise spiralin her bir başka halkasında diliyorum ki daha cok şefkat, sevgi ve saygı ile akışı öğreneceğiz.