“Kürt aydını” ve “Kürt siyasi hareketi” olarak adlandırılan kişi ve kuruluşların -Siirt’teki dört genç kızın katledilmesi de dâhil olmak üzere-asker, polis ve sivillere yönelik tedhiş hareketleri karşısında sergiledikleri genel duruş bu yargının açık delilidir.
Devleti bütün kurum ve kuruluşlarıyla bölgede etkisizleştirip, kendi iradesine yeterince ram edemediği bölge halkını da uygulayacağı kör şiddetle iyice sindirerek teslim almak amacına yönelik olarak başlatılan yeni saldırı süreci; aynı zamanda Türkiye’nin liberal, demokrat, sosyalist, muhafazakâr, Müslüman vesaire... “barışçıl çözüm yanlısı” olduğunu söyleyen bütün siyasi unsurlarına karşı başlatılmış bir savaştır. Öyle ki artık PKK zikri geçen bütün bu gruplara; “sizin ne düşündüğünüzün benim için bir anlamı olmadığı gibi artık bana sağladığınız söylemsel desteklere de ihtiyacım yoktur. Birlikte yaşama yanlısı değiliz! Kürdistan ya şimdi ya da hiçbir zaman!..” diye meydan okumaktadır.
Türkiye, kimlik inkârının ve dil yasaklarının milliyetçiliğin hükümeti olan 57. hükümet tarafından(DSP-MHP-ANAP) başlanıp, AK PARTİ hükümetlerince mahiyeti genişletilerek kaldırıldığı bir ülkedir.
Bugünkü Türkiye; olağanüstü hali tarihin inceleme konusu yapmış, faili meçhul cinayetlerin son bulduğu, geçmişteki hukuksuzluklarla hesaplaşma sürecine girildiği, “kültürel kimliklerin toplumsal özgürleşmesi yönünde siyasi riskler üstlenebilen” bir iktidarın başta bulunduğu bir ülke olarak bu saldırılara maruz kalmaktadır. Meseleyi bir “kimlik sömürüsü” olarak ortaya koyanların kültürel yasakların ortadan kalkmasıyla yeni neden olarak “Kürtlerin kendilerini yönetmek istediklerini “söylemeleri; dün bu akımın “ayrılıkçı/ bölücü olduğunu ve taleplerin asla bitmeyeceğini” söyleyen tespitlerin haklılığının teyidi olduğu kadar artık açık bir dille konuşmanın zamanının geldiğinin göstergesidir:
1-Yıllarca Türkiye’de askeri vesayetten, bölgede olağanüstü halin kalkması gerektiğinden bahsedip durdunuz. Bugün bölgede PKK’nın zorbalıkla yaratıp sürdürdüğü olağanüstü hali neden sorgulamıyorsunuz? Ne kadar eksiklerle malul olursa olsun sonuçta “hukukla mukayyet” bir varlık olan devleti sorgulamanın olağanüstü çekiciliği karşısında, kendi kurallarını bile umursamak zorunda olmayan bir çeteyi sorgulamanın cesaret gerektiren zorluğu mudur, bu derin suskunluğunuzun nedeni? Devletin, hükümetin, bütün siyasal partilerin ve kamuoyunun bu çatışmanın artık sonlandırılıp, birlikte yaşama iradesinin pekiştirilmesi yönünde her zamankinden daha fazla çözüme yakın durduğu bir dönemde, terörün karşısında “şiddetin her türlüsüne karşıyız/üzgünüz” gibi renksiz ve riyakâr ağızların ötesine geçemiyorsanız; ya “birlikte yaşamak” gibi bir düşünceniz yoktur ya da örgütün iradesi karşısında boynu kıldan ince ideolojik kapıkulu takımı olmaktan öte bir keyfiyetiniz yoktur.
2- “Demokratik özerklikten” bahsediyorsunuz… İmralı’dan esen rüzgârlara göre cilalı kavramlarla ortaya çıkmanıza alıştık artık. Günlük yaşam pratiği içerisinde sivil ayrışma temelinde yan yana yaşamış ve yaşamaya da devam eden toplumlarda- Avrupa Toplumları gibi- ortaya çıkan kimlik problemlerine uygun bir model olabilen bölgesel otonominin, bizim gibi sivil bütünleşme esprisi içerisinde iç içe yaşama pratiğine sahip toplumlarda nasıl bir potansiyel felaket içerdiğini görmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Devletin ve ülkenin tekliği temelinde herkes için her türlü kimliksel ve demokratik hak kısıtlamasına karşı olmakla, her meseleyi etnik sebeplere irca ederek “bir iç sınır çizilmeden çözümün mümkün olmadığını” kabul ettirmeye çalışmak uzlaştırılması mümkün olmayan iki ayrı tutumdur. Birincisi demokrasi idealiyle ilgili olup, tüm yurttaşları ilgilendirir ki hiçbir makul itiraz söz konusu olamaz. İkincisi ise, evrenselci söylemlerle maskelenen gecikmiş milliyetçiliğin tarih dışı hezeyanıdır. Kürt milliyetçiliği ki doğası gereği ırkçıdır; çünkü tanımlanan Kürt kimliğinin “öteki”si Kürtlerle ortak paydaları, farklılıklarından daha çok olan Araplar, Farslar ve Türklerdir.
“Bölgeyi verin biz yönetelim.Artık nasılsa iç içe geçtik kaynaştık, Türkiye’yi de birlikte yönetelim.Ne var bunda canım..?” üslubu içerisinde konuşanlar, mesela Kerkük sorunun çözümünde Barzani’ye Kerkük’e otonomi verilmesini tavsiye ediyorlar mı ya da düşünüyorlar mı böyle bir şeyi? Kerkük eğer statüsü netleşir ve Kürt bölgesinde kalırsa, otonom bir bölge olarak kalsın mı mesela?
3-“Ayrılmayı savunmanın bile demokratik fikir özgürlüğü çerçevesinde kabul edilmesi gerektiğini” söylüyorsunuz; kendisini etnik Türk olarak tanımlayanların da Kürtlerden ayrılma ya da onlarla birlikte yaşamama düşüncesini dillendirmelerini, örneğin bu fikrin bayraktarlığını yapacak bir siyasi parti kurmalarını-Kuzey İtalya Ligi hareketi gibi- demokratik bir hak olarak görüyor musunuz? “Kürtlerle yaşamak istemiyoruz” cümlesini dillendirmek sizce fikir özgürlüğü kapsamı içerisinde midir?
“ Kürt aydını” sıfatıyla konuşan zevatın genel tavrı; “ayrılma hakkını savunabilirim. Gerçekleştikten sonra da burada yaşamaya devam edebilirim” mealindedir. Yaşamaya değer bulmadığınız yahut yaşamaya değip değmeyeceği sizce de şüpheli olan bir ülkeyi var etmek için terörü arkalamayı hangi aydın onuruyla telif ediyorsunuz? Faraza bu hedefe ulaştığınızı düşünelim, yaralı bir aslana dönüşecek Türk halkında oluşacak nefretin size hayat hakkı tanıyabileceğine gerçekten inanıyor musunuz? Buna inanmayacak kadar akıllı olduğunuzu biliyorum. Yüreğiniz, olur olmaz her alanda kişisel başarısızlıklarınıza neden olarak öne çıkarmayı pek sevdiğiniz ve ısrarla altını çizdiğiniz “kimliğinizi” ,PKK’ nın dışında bir siyaset üreterek temsil etmeye yetmiyorsa bari uyguladıkları tedhişi masumlaştırmaya çalışma ahlaksızlığından vazgeçiniz.
4- Masumlaştırma korosu olarak her katliamını bir komplo teorisi/teranesi ile örtmeye çalıştığınız terör sektörünün karşısında yetmiş üç milyonun artık sindiği ve iradesini sizin keyfinize teslim edeceğine mi inanıyorsunuz yoksa?
5- Sürekli olarak “empati”den bahsediyorsunuz. Haklısınız,”empati” yapmak her sorun alanı için faydalı bir yöntem ve insani bir haslettir. Siz hiç empati yapmayı denediniz mi? Siz bugün “Türk Devleti”nin yerinde olsaydınız, toprak talebiyle silaha sarılacak bir hareketin önünde eğilmeyi kabul edecek miydiniz?
6- Hep merak ederim; “yaklaşık otuz yıllık bir çatışma süreci var. Binlerce can gitti. PKK’lı olarak da yaklaşık 30 bin kişinin öldüğünden bahsediliyor. Acaba yaralanan kaç PKK’lı var? Yaralı olarak devletin eline geçip de tedavi edilip hayatlarını devam ettirenlerden bahsetmiyorum. Bu çatışmada PKK’nın yaralıları neredeler? Bu rakamlara göre binlerce yaralının olması lazım; çatışmalarda yaralı sayısı genel olarak hayatını kaybedenlerden fazla olur. Yoksa “örgüte yük olurlar” diye dava arkadaşları tarafından infaz mı ediliyorlar?”Bunları hiç sorguladınız mı? Eğer sorgulamıyorsanız, kusura bakmayın ama “insanlar ölmesin” diye ağzınızı açmaya kalkmayın. Artık komik bile olamıyorsunuz. Öncelikle desteklediğiniz şebekenin kendi insanına muamelesini tenkit edecek cesarete sahip olun, sonra sizi dinleyip dinlemeyeceğimize karar verelim.
“Bir kurtuluş savaşı veriyoruz. Bunlar olur” diyorsanız; “vatan yaratmak” için bu şiddeti meşru görüyorsanız karşınızdaki gücün de Türk vatanını korumak için yaptıklarından ve yapacaklarından şikâyetçi olmaya, “ağlamaya” hakkınız yoktur.
Sonuç yerine; geldiğimiz noktada yukarıdaki sorulara ilave edilecek yığınla soru üretilebilir. Ne yaparsanız yapın; bu ülkenin ne herhangi bir hükümeti ve ne de herhangi bir insanı zorbalığınıza asla boyun eğmeyecektir. Bu derin halkın kendinize ait olduğunu iddia ettiğiniz, mülkünüzmüş gibi davrandığınız Kürdünü dahi arzu ettiğiniz üzere kendinize ram edip, teslim alamadınız. Uyguladığınız onca tedhiş ve tehdide rağmen planladığınız sivil kalkışmayı gerçekleştiremediniz. Yetmiş üç milyona boyun eğdirme hayaliniz ise ancak “terörün akıl hastalığı” olduğu tezinin delili olma kıymetini haiz olabilir.