Zaman göreceli bir kavram… Saatler dünyanın her yerinde aynı hızda çalıştığı halde bize bazı vakitler çok çabuk geçiyormuş gibi gelirken, bazı vakitler de bir türlü geçmek bilmez. Özellikle mutluluk yüklü keyif dolu zamanların nasıl akıp gittiğini fark edemeyiz bile... Ama sıkıntılı olaylarda da saniyeler sanki insana asır gibi gelir.

Günler, haftalar, aylar derken bir yılın daha sonuna geldik. 2018 sizce nasıl geçti?

Herkesin zaman algısı farklıdır. Gençler hayal ettikleri bazı şeylere kavuşmak için yılların çabucak akıp gitmesini beklerler. Okulu bitirmek, askerden terhis olmak, bir mesleğe adım atmak için hep acele ederiz. Dinlenmek için hafta sonunun, maaşı alabilmek için ay sonunun gelmesini iple çekeriz. Bir an evvel emekli olmayı isteyenlerin sayısı da hayli çoktur.

Bir açıdan bile bile ömrümüzü kısaltmaya çalışıyoruz. Aslında yılbaşı heyecanının ve eğlencesinin arka planında, hayatımızdan geçip giden bir senenin olduğunu unutmamak lazım.

2018’de tabii ki hepimiz kişisel olarak üzüntülü, tatlı, sevinçli, hüzünlü, mutlu bazı olaylar yaşadık. Bu arada ülkemizde ve dünyada da önemli sayılabilecek bazı gelişmeler oldu Neler oldu mesela diye sorsam, bir çırpıda aklınıza hiçbir şey gelmeme ihtimali de var. İzlediğim bir sokak röportajında kimse önemli bir şey hatırlayamıyordu.

Gerçi önem dediğimiz şey de göreceli. Bana göre çok önemli olan, sizin için bir anlam taşımayabilir. Aynı şekilde tersi de mümkün. Yine de toplum olarak çoğunluğu ilgilendiren bazı olayları “önemli” kategorisine sokabiliriz.

Dünyada ve Türkiye’de yıl boyunca neler yaşandığı konusunda medyada çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Olayları da kendi içinde sınıflandırıyorlar. Örneğin sanat olayları, spor olayları, magazin olayları, kültür olayları, ekonomik olaylar, teknolojik olaylar, siyasi olaylar vs.

Ben şöyle bir habere rastladım mesela. Yapay zekâ kullanılarak yaratılan ilk sanat eseri, açık artırmada şaşırtıcı bir şekilde 350.000 dolara satılmış. 

Benzer bir başka haber daha… Kimliği bilinmeyen bir sokak sanatçısı tarafından yapılan ve 1.4 milyon dolara satılan Kırmızı Balonlu Kız adlı eser, satıldıktan kısa bir süre sonra kendi kendini imha etmiş.

Siz bunları duymuş muydunuz? Hiç ilginizi çekmedi mi yoksa... Peki bu yıl içinde İngiltere’de yalnızlıktan sorumlu bir bakanlık kurulduğunu biliyor muydunuz? Allah bilir, ilk kez Slovenya’da bir kadının Genelkurmay Başkanı olduğunu, İsviçre’de Eyaletler Meclisi’nin görüşecek konu olmadığı için açılamadığını da duymamışsınızdır.

Peki, 2018’de ilk kez bir şirketin (Apple) değerinin bir trilyon doları geçtiğini, dünyanın en zengin kişisi koltuğuna Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’un oturduğunu biliyor muydunuz?

Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış derler ya, biz en iyisi yine az çok hepimizin aşina olduğu konulara dönelim. Hazır zenginlikten züğürtlükten bahsetmişken, şimdilerde fiyatlar eski seviyelerine doğru gerilediği için belki unuttuk ama, soğanın patatesin 6 lirayı geçtiği günleri hatırlayalım.

Ya 7,21’e fırlayan doların, 8,11’e kadar yükselen avronun artışına ne demeli? Onu unutmak mümkün mü?  Unutamayız, çünkü geride gerçekten çok acı hatıralar bıraktılar. Hepimiz bir anda fakirleştik ve ülke olarak birkaç basmak gerilere yuvarlandık.

Enflasyonun ne olduğunu pek bilmeyen bir nesil, bir anda şok bir durumla karşılaştı. Aslında şoktan çok “şaka” gibi geldi birçoğuna bu durum. Çünkü yaşamadıkları bir şey olduğu için tam kavrayamadılar. Önümüzdeki dönemde -eğer sayın cumhurbaşkanımızın temenni ettiği gibi- bu kriz teğet olarak geçmezse korkarım ki bizi pek iyi günler beklemiyor.

Piyasadaki durgunluk, iş hayatındaki tedirginlik, etkisini ilerleyen zamanda gösterecektir. Peş peşe birçok şirketin konkordato ilan ettiğini duyuyorsunuz. En büyük derdi işsizlik olan bir ülkede, bu gibi gelişmeler hiç hayra alamet değil. Dua edelim de korktuğumuz başımıza gelmesin.

Doların bir anda yükselip hayatımızı alt üst etmesinden çıkarmamız gereken dersler var. Zaten biz ders alalım diye yükseltildi. Demek ki dışa bağlı ekonomimizle, kağıttan kule gibi bizi üfleyip yıkabiliyorlar. “İstersek yok bile edebiliriz” uyarısı bu. Aklımızı başımıza toplamanın tam zamanı ama, siyasetçilerimizde bu erdemi göremediğimizi de söylemeliyim.

Rahip Brunson bahanesiyle dost(!) ve müttefikimiz(!) Amerika’dan ülkemize yöneltilen saldırıların çok çeşitli sebepleri var tabi. Ortadoğu’daki karmaşaya akıl erdirmek, Suriye’deki drama çözüm üretmek öyle kolay değil. Afrin’e uzanan “Zeytin Dalı” harekâtımızın bedeli -Allah rahmet eylesin- 50 küsur şehidimizle sınırlı kalmayacak sanki. “Müslüman bir ülke” olmanın karşılığını her an her yerde bize ödetmek için bahane arıyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nin büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması bizi kışkırtmaktan başka bir şey değil.

24 Haziran’da yapılan erken seçimle ülkemizin “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ne geçmesi de önemli bir olay. Gerçi şu an “yine Erdoğan, yine Edoğan” diyenler için bir şey değişmemiş gibi görünse de kazın ayağı öyle değil. Yönetim tamamen meclis dışında ve Cumhurbaşkanın elinde. Bu yazıda bunun iyi ve kötü taraflarını tartışmayacağız tabii ki. O ayrı bir konu.

Sistem değişikliğine geçerken yaşadığımız iki hadiseyi hatırlatmadan geçemeyeceğim. Bunlardan biri, yeni kurulan İyi Parti’nin seçime katılabilmesi ve Meral Akşener’in mecliste gurubu bulunan bir parti tarafından aday gösterilebilmesi için 15 CHP’li milletvekilinin geçici olarak İyi Parti’ye transfer olması. Her ne kadar “Demokrasi için” yapıldığı söylense de, göz göre göre gerçekleştirilen böyle bir hüllenin ilginç bir gelişme olduğu inkâr edilemez. Görevini(!) bitiren vekiller, 19 gün sonra yine topluca geri döndüler.

İkincisi, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in cumhurbaşkanlığına aday olabilmek için 117 bin imza toplamasına karşılık, seçimde ancak 81 bin oy alabilmesi. Sizce bu insanların bazı şeyleri ne kadar ciddiye aldıklarını mı yoksa nasıl alay ettiklerini mi gösteriyor, ne dersiniz?

Türkiye’de meydana gelmiş olmasına rağmen, bence dünyada yılın olayı, Suudi asıllı Amerikalı gazeteci Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürülmesi, daha doğrusu yok edilmesi. Çünkü ortada Kaşıkçı’nın cesedi falan yok. Yirmi birinci yüzyılda böyle bir vahşetin yaşanması ve daha da önemlisi böyle bir vahşete dünyanın seyirci kalması, anlatılır ve anlaşılır gibi değil.

Cinayet bizim topraklarımızda işlendiği için ülkemizi de yakından alakadar eden bu konuda Cumhurbaşkanımızın gayretlerinden de bir sonuç alınamadı. Önümüzdeki günler bakalım ne gösterecek.

Öte yandan bence dünyada yılın adamı, herhalde çelişkili kararlarıyla, beklenmeyen çıkışlarıyla, politik kurallara pek uymayan tavrıyla, sürekli gündemi işgal eden Trump’tı. Bu dünya için bir kazanım mı bir kayıp mı, bilemedim.

Yunanistan’daki orman yangınını, Endonezya’daki deprem ve tsunamiyi de dünyada meydana gelen yılın olayları arasında saymamız lazım. Çünkü bu olaylarda birçok kişi hayatını kaybetti. 

Bu arada 2018’de kaybettiğimiz bazı önemli kişileri de anmamız gerekiyor. Dünyaca ünlü Fizikçi Stephen Hawking, Kofi Annan hemen aklıma geliverenler. Bizde de değerli bilim adamımız Prof. Dr. Fuat Sezgin, Sanat Tarihçi Bizans Uzmanı Prof. Dr. Semavi Eyice, sinema sanatçısı Münir Özkul, siyaset adamı Hasan Celal Güzel, fotoğraf sanatçısı Ara Güler bir çırpıda hatırlayabildiklerim.

Sporla çok ilgim yok ama, Rusya’da yapılan dünya Kupası’nı Fransa’nın kazanması, 2024 Avrupa Şampiyonası organizasyonunu alamayışımız önemli olaylar arasında sayılabilir. Aslında 20 yıl Fenerbahçe’nin başında kalan Aziz Yıldırım’ın Ali Koç tarafından tahtından indirilmesi de azımsanmayacak bir olay…

Bizim camiada ise Doğan Medya’nın piyasadan çekilerek Hürriyet’in el değiştirmesi ve Demirören gurubuna geçmesi elbette ki önemli olaylar arasında sayılmalı. Bu arada Haber Türk ve Vatan gazetelerinin kağıt baskısına son vererek sadece dijital ortamda yayınlarına devam etme kararı almalarını da unutmamak lazım. 

Yazımızı Acun’la Şeyma’nın boşanması olayıyla noktalayalım mı?

Hepinizin yüzünde bir tebessüm oluştuğunu görür gibiyim. Kısa süren evlilikler, artan boşanma sayıları, aslında aile yapımızın çatırdadığının bir göstergesi olması açısından düşündürücü. Ayrıca boşanmak, bir yuvanın yıkılması anlamında üzücü bir olay.

Fakat Acun’la Şeyma denince insanlar nedense farklı bir şey hissediyorlar. Bu onların şöhretlerinden mi, yoksa Şeyma’ya ödeneceği söylenen nafakadan mı kaynaklanıyor bilemiyorum.

Hepinize beklentilerinizin karşılığını alabileceğiniz güzel bir yıl diliyorum. Seneye görüşmek üzere…