Bu iki güç ABD ve AB, her iki taraf da, tarafdarlarının sayısını artırmakla meşgul. 

     Zahirde beraber gibi görünüyorlarsa da, aslında Almanya’nın ikinci olarak Fransa’nın başını çektiği AB; ABD’nin karşısındadır. 

     Ona muhtaç olmayacak bir duruma gelmek için mücadele ediyor.

     Zaten Türkiye’nin Güneydoğusu’ndaki terör örgütünün el altından, hem ABD hem de başta Almanya olmak üzere tüm AB ülkeleri tarafından desteklenmesinin altında yatan gerçek aynıdır.

     ABD, Ortadoğu’daki petrolün başında oluşunu devamlı kılmak ve garanti altına almak için kukla bir devletin varlığını zaruri görüyor. 

     Bu yüzden elinden gelen örtülü ve açık desteğini esirgemiyor! 

     Her iki blok da; eğer kukla devlet kurulacaksa benim kanadım altında kurulmalı diye düşünmektedir.

     Kaldı ki Almanya teknikte ne kadar ilerideyse, petrol kaynağına sahip oluşta o kadar geridedir.

     İşte ABD ve Almanya’nın başını çektiği AB’nin Ortadoğu’da oyunlarını bozan -bütün ekonomik olumsuzluklarına rağmen- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

     Bir kısım şuursuz aydınlarımızın bütün kötülemelerine, paylamalarına ve düşük göstermelerine rağmen; beğenmedikleri bu devlet, hor gördükleri bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti; hem ABD’nin hem de AB’nin oyunlarını bozmuştur. 

     İnşâllah bozmaya devam edecektir.

     Çünkü “Bir şem’a (bir mum) ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez.”

     Evet, Kohl’un da demek istediği gibi, AB Türkiye’yi istiyor. 

     İstiyor istemesine ama bölük pörçük olmuş bir Türkiye istiyor! 

     Eyaletlere ayrılmış, millî bütünlüğü kalmamış bir Türkiye istiyor! 

     Bir pazar niteliğinden başka korkulacak bir yanı olmayan bir Türkiye istiyor!

     İşte ancak böyle bir Türkiye’yi, o da ancak içinde değil de yanında uydusu olmak kaydıyla istiyor!

     Nitekim “Körfez krizini takiben 1992 Temmuz’unda eski ABD Ankara Büyükelçi’si ve CIA Ortadoğu uzmanlarından Abramowıtch’ın ‘On yıla kalmaz Türkiye’nin federasyonlara ayrılıp bölüneceği’ yolundaki ifadeleri gazetelerde bir haber olarak çıkması; Türkiye üzerinde oynanan plânlı bir çalışmanın olduğunu” göstermektedir. (Yakan Cumalıoğlu, Her Şarta Göre Değişebilen Senaryolar ve Kuzey Irak, Orkun, Mayıs 2002, s. 6)

     Böylesi bir isteyişi alsınlar da başlarına çalsınlar. 

     Unutmasınlar ki, Türkiye AB’den önce de vardı, AB’den sonra da var olmaya -onlar istemeseler de- devam edecektir inşâllah.

     Türkiye olarak bizler, aslında AB’ye karşı değiliz. 

     Ama AB’de biz olarak, bütün olarak ve biz kalarak AB’de yer almak istiyoruz. 

     Yani Türkiye şerefiyle, haysiyetiyle ve onuruyla; 

     Her yerde olmak ister ve olmalı diyoruz.

     Yoksa uydu bir Türkiye görmeyi hayâl edenler, ancak hayâl görüyorlar.

     Aslında Türkiye, kendi coğrafî konumunda lider olan, liderliğe lâyık bir devlettir. 

     Türkiye her türlü kuruluşta sağında İslâm Âlemi, solunda Türk Dünyası, 

     Merkezde Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak yer almalı.

     Zaten çok gözler böyle bir Türkiye’nin, 

     Hasreti ve bekleyişi içindeler. 

     Âdeta gün sayıyorlar. 

     Nitekim o büyük günün çok yakın olduğundan; 

     Asla şüphemiz yok aziz okur!

     “Kimbilir belki yarın, 

     Belki yarından da yakın.”