Bir nesil geldi, yaşı biraz ilerlemiş olanların yadırgayacağı. Bir nesil geldi, bütün manevi değerleri alt üst eden. Bir nesil geldi bizi millet yapan değerleri ters düşmüş. Bir nesil geldi sokakta yürürken önünü görmeyen, otobüste dedesi, ninesi yaşında ayakta zor duran insanları görmeyen ve kılını kıpırdatmayan. Hiçbir ahlaki kültürel değeri önemsemeyen bir nesil.. Bencilliğin kucağına sığınmış nezaketten, sevgiden muhabbetten uzak bir nesil.
Koltuk değnekleriyle güç bela otobüse birilerinin yardımıyla binebilmiş adamcağız nefes nefese bakınıyor, acaba kalkıp yer veren olur mu diye. Bir genç pencereden dışarısını seyretmeye başlıyor hemen diğer bir tanesi kulaklığını düzeltme gayreti içinde. Bir öteki telefonda mesaj yazıyor. Yan yana oturan iki genç kız hiç umursamadan yaşlı ve sakat adamı seyrederek kendi aralarında kıkırdayıp duruyor. Daha da fenası genç bir kadın üç dört yaşındaki çocuğuyla yan yana oturuyor ve yaşlı adamı umursamadan seyrediyor.
Herkes sağına soluna bakınıyor ve yaşlı adama yer vermesini başkasından bekliyor. Aynı zamanda yerine henüz oturmuş altmışbeş yaşlarında bir adam fırlıyor ve yaşlı adama yerini verip yardım ederek oturtuyor.
Benzerini pek sık gördüğümüz bu manzara nereden çıktı bilemiyoruz ama gidiş hiçte iyi görünmüyor. Bir durak sonra kıkırdaşan genç kızlar aynı umursamazlıkla otobüsten iniyor. Az önce yerini kaptırmamak için dışarısını seyre dalan genç de bir sonraki durakta iniyor.
Bu manzaraları seyrederken aklımıza Akif’in Asım’ın Nesli haykırışı, Necip Fazıl’ın Bir Gençlik özlemi geliveriyor. Ve iyi ki bu çirkin manzarayı görmediler diye geçiriyoruz aklımızdan.
Bunlar bizim çocuklarımız, evet ama nasıl oldu bu. Bizde mi böyle yaptık, böylemi gördüler bizden. Yoksa çağ mı atladık veya medeniyet bu mu sayısız sual geçiyor aklımızdan. Cevap bulamıyoruz.
Bir genç caddede karşıdan karşıya geçiyor trafik akışını umursamadan, şoför söyleniyor, la havle çekiyor başını sağa sola bükerek. Aynı zamanda yolun ortasında ve durak harici biri bağırıyor arkadan orta kapıyı açar mısın? Ve daha neler…
Benzerini kaç defa yaşadık, kaç defa şaşkınlık ve utanç içinde seyrettik benzer manzaraları. Kim bilir daha ne kadar seyredecek utanç içinde başımızı ne kadar eğeceğiz.
Bu duygularla sanatımıza bakıyorum. Tiyatrolarımızda gördüklerimiz, bazı romanlarda okuduklarımız internet ortamında karşılaştıklarımız ve üstüne üstlük televizyonlardaki programlar. İster istemez daha ne olsun dedirtiyor.
Eğer sanatımız bu manada üzerine düşeni ifa etseydi sanıyorum bütün bunlar böyle olmayacaktı. Her vesile ile çirkinliklerin özendirilerek sergilendiği bir memlekette bunların olması pek anormal olmasa gerektir. 
Ahlak yerine etik, hayat yerine yaşam ifadeleri ve benzer arızalar dili bozuyor ve asli manasından uzaklaştırıyor. Ne gariptir ki bu husustaki ısrarlı tutum muhafazakâr geçinenler arasında da aynı şekilde yaygınlaşarak devam ediyor. Neticede bunlara benzer olumsuzluklar giderek artıyor.
Sıra ve saygı bitmişse, ahlak kelimesi günlük hayatımızda artık kullanılmıyorsa edep ve hayâ, gelenek ve görenek dediğimiz kültür kaybolmuşsa olacak budur.
Bunların yeniden ihyası ailede, eğitim müesseselerinde, kültür ve sanat hayatında mümkündür. Ne yazık ki aile tarumar edilmiş sanat özentiyle ve ukalalık etmekle meşgul, eğitim uzun mu olsun, kısa mı olsun tartışmalarıyla perişan edilmiş.
Şahsi çıkar ve kaprislerimizden arınarak, hele hiçbir manada benzeşemeyeceğimiz birilerine özenerek bir yere varamayacağımızı anlamak için çok geç olmadan tedbirimizi almalıyız. Kısacası rüzgâr eken fırtına biçer.