Dünyada insana ait çok emir / iş, husus ve özellikler vardır. Ama insanın; ne mahiyet / asıl, esas ve içyüzlerinden, ne de akıbet / nihayet ve sonuçlarından haberi oluyor! Yani olmuyor!

Biri cesettir. Evet, cesedi genç iken lâtif / hoş, zarif / şık ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığı, kocadığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer, ona dönüşür.

Biri de hayat ve hayvaniyet / hayvanlıktır ki, zeval / yok oluş ve beka / sonsuzluk arasında gidip gelmekte, mütereddit ve kararsızdır. Ancak, Dâim-i Bâkî / varlığı daimî olan Allah’ı zikredip anmakla muhafaza edip koruması gerekir.

Biri de ömür ve yaşayıştır. Bunun hududu / sınırı tayin edilmiş / belirlenmiştir. Ne ileri, ne de geri bir adım atar yani atamaz. Bunun için, insan elem çekmemeli, üzülmemeli, mahzun olmamalı ve kaygılanmamalı. Çünkü insan buna; tahammül etmekten, katlanmaktan âciz, zayıf ve güçsüzdür. Öyle ise, insan; takat getiremeyeceği, yapmaya güç yetiremeyeceği tûl-i emel / uzun emel / aşırı arzu ve istekler peşinde koşmaktan uzak durmalı.

Biri de vücut ve bedendir. Vücut zaten insanın mülkü değildir. Onun maliki / sahibi ancak Malikü’l- Mülk / her şeyin maliki olan Allah’tır. Üstelik insandan daha ziyade, ona karşı çok şefkatli, çok merhametli çok acıyıcı ve esirgeyicidir.

Binaenaleyh / bundan dolayı, Malik-i Hakikî / asıl malik olan Allah’ın emir dairesi dışında, insan; bedenine karıştığı zaman, sadece ona zarar vermiş olur. Tıpkı ümitsizlikle sonuçlanan hırs gibi. Çünkü hırs / açgözlülük ve kanaatsizlik; hasaret / zarar ve ziyanla sonuçlanır.

Biri de belâ ve musibetlerdir. Bunlar zail / geçici olup devamları yoktur. Zevalleri / yok olacakları düşünülürse, zıtları zihne gelir, lezzet verir.

Biri de, insan burada misafirdir. Buradan da diğer bir yere gidecek. Misafir olan kimse, beraberinde götüremeyeceği bir şeye kalbini bağlamamalı. Bu menzil / bu konaktan ayrıldığı gibi, bu şehirden de çıkacak. Bunun gibi, bu fani / geçici dünyadan da çıkacak. Öyle ise, aziz / izzetli ve saygın olarak çıkmaya çalışmalı. Vücûdunu Mucid’ine / Yaratanına feda etmeli. Zira mukabilinde / karşılığında büyük bir fiyat alacak.

Çünkü, feda etmediği takdirde, ya badiheva / gelip geçici heveslerle zail olur / sona ererek yok olur gider. Veya O’nun malı olduğundan, yine O’na rücu eder / O’na yani Allah’a döner.

Eğer vücuduna itimat eder / güvenirse, ademe / yokluğa ve hiçliğe düşer. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücut bulabilir. Allah’ı bilmekle, O’nu bulmakla, O’nu sevmekle, O’nunla olmakla varlığı beka bulur. Çünkü Allah bâkî olduğu için, insan da bâkîdir. Zira bâkî olandan olan da bâkîdir.

Ve keza / yine vücuduna kıymet vermek fikrinde ise, o vücuttan insanın elinde ancak bir nokta kalabilir. Bütün vücudun cihat-ı erbaası / dört tarafıyla adem / yokluklar içinde kalır. Ama o noktayı da elinden atarsan, vücudun tam manasıyla nurlar içinde kalır.

Biri de dünyanın lezzetleridir. Bu ise, kısmete bağlıdır. Taleb / istek ve dilemesi hâlinde kalâka / iç sıkıntısına düşer. Sür’at ve hızla zevali / yokluğa gidişi bakımından, aklı başında olan; onları kalbine alıp kıymet vermez. Zaten dünyada çalışmayı değil, ona kalben bağlanmayı terk asıldır.

Bu güzel âlemin bir Malik’i bulunmaması muhal / imkânsız olduğu gibi; kendisini insanlara bildirip tarif etmemesi de muhal ve imkânsızdır. Çünkü, insan, Malik’in kemalâtına / mükemmelliklerine delâlet / işaret eden âlemin hüsnünü / güzelliğini görüyor. Kendisine beşik olarak yaratılan dünyada, istediği gibi tasarruf / idare eden bir halife olup, Allah adına hareket eder. Hatta insan; dünyada aklıyla çalışıyor. Küçüklüğü, zaafiyeti / zayıflığı ile beraber; harika, acip tasarruflarıyla, mahlûkatın / yaratılanların eşrefi / en şereflisi ünvanını almıştır.

İnsanı elinde, cüz-i ihtiyarî / Allah’ın insana verdiği dilediği gibi hareket etme serbestliği vardır.

Bütün sebepler içinde en geniş bir salâhiyet / yetki sahibidir.

Bundan ötürüdür ki, Malik-i Hakikî / gerçek malik olan Allah’ın; rüsül / resul ve peygamberler vasıta ve aracılıyla, böyle yüksek, fakat gafil abd ve kullarına kendisini bildirip tarif etmesi zarurîdir. Böylece, o Malik’in evamiri / emirlerine ve marziyatı / rızasına dair olanlara vâkıf ve haberdar olsunlar. Çünkü nübüvvet / peygamberlik beşer / insan için zarurî ve elzemdir.