Fırat Kızıltuğ 13 Ocak 1935 tarihinde doğdu Allah ona hayırlı uzun ömür versin halen musiki alanında alet  çalma, çalgı aleti çalma konusunda öğrenci yetiştirmeye devam ediyor.

Yazar, şair, bestekâr. Bayburt'ta doğdu. 1957 yılında Tırabzon Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra yurdun çeşitli yerlerinde ilkokul öğretmenliği ve fotoğrafçılık yaptı. Müzik bilgilerini İstanbul Belediye Konservatuvarı ve İleri Türk Müziği Konservatuvarında ilerletti. Viyolonsel, solfej ve usûl dersleri aldı. 1956-1966 yılları arasında İleri Türk Müziği Konservatuvarı Derneği'nde viyolonsel çaldı, ders verdi ve genel sekreterlik yaptı. 1963-1976 arasında Münir Nurettin Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra Heyeti'nde yer aldı. Dr. Nevzat Atlığ ile yurt içinde ve yurt dışında konserler verdi.İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nda 1976-2000 arasında viyolonsel çaldı. 2000 yılında emekliye ayrıldı. 
Şiir ve yazıları 1983 yılından itibaren Türk Edebiyat dergisinde yayınlanmaya başladı. Diyaloğ, Avrasya, Yeni Avrasya, Kubbealtı Akademi, Yesevi, Haber 69 ve Kardaşlık derilerinde yayınlandı. 100'ü aşkın bestesi vardır.
Bir Dane Bir Dane (1990), Bayburt Şikesteleri (1996), Oğuz Destanı (1994), Kitab-ı Yave (Hicivleri, 1998), Mavi Karanlık (1999). Şiir kitapları yanında, Dildeste (Bestekârlar, şairler ve şiirler üzerine, 2001), Dilbeste (Bestekârlar, şairler ve şiirler üzerine, 2005). Açıklamalı şarkılarımız (2005) adındaki denemeleri de okumaya doyulmaz.Bandodan Klasik Müziğe (2003) Hatıra  Satrançname (2004) Hikaye
Çocuklara Müzik (2000) Marş. Muhayyer İlahi 1999 Kaseti vardır.
Görüldüğü gibi Fırat Kızıltuğ öğrenci yetiştirmeye emek verdiği kadar yazarak yetişkinlere de musiki eğitimi vermektedir.
Fırat hocadan kısa alıntı yaparak onunla ilgili hatıralarımızı sözü uzatmadan diyelim.
1- 
Şehid Osman, üz sürmege daşına, 
Geldim diyim, neler geldi başıma, 
Nesahet ver beni alıp garşına; 
Çınar, yıhılsa da kökü devrülmez, 
Helallığa gelen, geri çevrülmez. 

2- 
Duduzar’dan sabah güneş galhanda, 
Guşluh vahdi daşlarını yahanda, 
Gellenguşlar yuvasından çıhanda; 
Daha çay işmeden, cama çıhardım, 
Üstündeki ziyarete bahardım. 

3- 
Eteginin dibindeydi mehtebim, 
Ahşam gelür, sabah gene giderdim, 
Gemsiz bir uşahdım, yohdu heç derdim; 
Birgün, buzda gaydım, kesdim dizimi, 
Resim kimi sahliram ben izini. 

4- 
Yalınayah uşahlara imrendim, 
Onar kimi dolanmaya özendim, 
Sapa yerlere sahlandım, gizlendim; 
Ayağımi yer kıtladi, ağrıdi, 
Anam gızdi, ele bi zopba atti ?
 
Fırat Kızıltuğ denince rahmetli Çinuçen Tanrıkorur da hemen akla gelir. Çünki bu iki insan manevi dünyalarını sağlam tutarak musiki yapmış iki dostturlar.
Belli dönemlerde birbiriyle mesleki olmasa bile düşünce ve iman açısından ilişkili olan insanlar vardır. Bu insanlar aynı okulda okumuş olabildikleri gibi, aynı mahfillerde de bulunmuş olabilirler. Öyle ya da böyle bu insanların yaş aralıkları birbirine yakındır. Ruh telleri paraleldir. Algıları benzerdir. Telakki ve kabulleri eşdeştir. Birbirlerini bir aradayken de ayrı ayrı yerlerde olduklarında da severler. Kendilerinden sonraki nesillere modeldirler, örnek ve numunedirler. Arkadan gelen kuşak onlara bakarak milli irfanı benimser. Maneviyata yakın dururlar. Allla’ın ve Resulünün istediği insan numunesine yaklaşırlar. Zaaflarıyla, eksik ve kusurlarıyla kendilerinden sonra gelen nesilin iftihar kaynağıdırlar. Onlardan herkes istifade eder. Bir şeyler öğrenir. Onlar vericidirler. Kendi uhdelerindeki hakları başkalarına ikram ederler. Hayatı böyle kavramışlardır. Rahmetli Armağan Tekin, Gürbüz Azak, Süheyl Ünver, Ayhan Songar ve daha yüzlerce isim. Çoğu rahmetli oldu ama yaşayanları da var. Ama tükenen bir değerler nesli.
 İşte Fırat Kızltuğ da onlardan biri. Ne zaman onunla bir araya gelsek, saatlerce anlatır. Her cümleden yeni bir şeyler öğrenirsiniz. O anlatmaktan bıkmaz fakat sis de dinlemekten bıktırmaz.
Şelalenin tepesinden yere doğru akan suyun sesi gibi sizi dinlendirir.
Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi yönetiminde bulunduğum 2006-2008 yılları arasında Fırat hoca orada musiki dersi verdi. Öğrenciler bana müracaat ediyor, ben onları hoca ile bir araya getiriyordum. Fakat dersten çıkan ve alı al- moru mor olmuş bir öğrenci oluyordu her dersten sonra.
Yahu Recep bey, Fırat hoca fena azarlıyor, ben albayım be kardeşim diyordu.
Ben de ona beklediği cevabı vermiyordu.
Beklediği cevap sizin de tahmin edeceğiniz gibi şöyle olmalıydı.
-Olur mu canın öyle şey. Ben ona hatırlatırım. Koskoca albayı nasıl azarlar.
Ben çoğuna göre oldukça gıcık bir adamımdır. Albay’a şöyle diyordu. Efendim çok haklısınız, siz özel hayatınızda, mesleki hayatınızda çok önemli bir insansınız. Ama burada öğrencisiniz. Fırat hoca diğer öğrencilerine nasıl davranıyorsa size de öyle davranacak. Hem çalışılmadığı için, derslere hazırlıksız gelindiği için sesi yükseliyor değil mi diyordum albay evet haklısınız diyor ve derslere devam ediyordu.
Fırat hoca Türk Edebiyat Vakfı’na ve Kubbealtı Vakfında da dersler veriyor, oralarda da değişik saatlerde öğrenciler yetiştiriyordu.
Fırat hoca Bostancı tarafında oturduğu zaman vapurla karşıya birlikte geçiyorduk ve yarım saat boyunca Tuna boylarından, Orta Asya’dan, Ergenekon’dan  bahsediyordu hoca. Zevkle dinliyordu.
Bir defasında onu teselli etmem mümkün olmadı. Yol boyunca evladım dediği birinden bahsederek onun kaç gecedir sabahlara kadar inlediğini, eşiyle nöbetleşe ona refakat ettiklerini anlattı. Bildiğim kadarıyla hocanın çocuğu yoktu.
-Kaç yaşında diye sordum
-10 yaşında dedi
-Pek de küçükmüş dedim.
-Yok dedi küçük değil zaten bu türler 12 yaşıyorlar
-Afedersiniz bahsettiğiniz nedir dedim.
Çok cins bir köpekmiş. Ellerinde büyümüş. Onu evlat olarak algılamışlar. Ameliyat ettirmişler. Günlerce gecelerce iyileşsin diye ona refakat etmişler.
Hoca evladımız diye bahsettikçe onu teselli etmekte zorlandığım şahsın bir cins köpek olduğunu öğrenince haliyle afallamıştım. Ama düşündüm ki bu bir vefa idi, merhametti, şefkatti Alicenaplıktı. Evlat sevgisini Allah onlara öylece tattırıyordu.
Fırat hoca Dede Efendi’nin ve Hacı Arif beyin musikisini beğenir. Ama Dede Efendi’nin Hacı Arif bey için musikinin kanına girdi dediğini de aktarmadan kaçınmaz.
Akıl-Fikir Yayıevi’nde Hoca anlatıyor bizler dinliyorduk. Yayınevi’nin sahibi İsmail Derici bey sordu:Hocam güzel anlatıyorsunuz da  Dede Efendi bugün olsaydı ne yapardı. Hayatın seyir hızı, ritmi şimdi pek yüksek. Dede Efendi zamanındaki gibi yavaş akmıyor zaman.
Fırat hoca kendi anlattıklarıyla çelişse bile doğruyu söyledi.
-Herhalde bugünküler gibi yapardı, Mesela Orhan Gencebay gibi dedi.
Fırat hoca değerli bir ahlak, iman ve gelenek insanıdır. Allah ona uzun ömürler versin, gençlerimiz de ondan istifade etsin dilerim.