Evet, “Bir Mayıs neyin veya kimlerin bayramıdır?..” 1917-1947 yılları arasında “63 milyon 301 bin” masum insanın katledilmiş olduğunu ve Sovyet-Rusya’da, “Kızıl rejimin” bu yolla Devlet hakimiyetini ele geçirebildiğini, yine kendi belgelerinden öğreniyoruz.

1947 yılının Kasım ayı başlarında toplanan “Fransız İşçiler Konfederasyonu” genel kongresinde bu tüyler ürpertici rakamlar okunmuş, mezkûr Kongrede “Fransız Komünist Partisine” kayıtlı üyeler de bulunduğu halde; rakamlara itiraz yerine doğru olduğunu tastiklemişlerdir.

(Fransız İşçiler Konfederasyonu’nun resmi organı olan “Ruskaya Misil” gazetesinin “8 Kasım 1947” tarihli nüshasında aynen neşredilmiştir. Bu neşriyatta ne Moskova’dan, ne başka bir yerden tekzip gelmemiştir.

Mevzubahis gazeteden aldığımız teferrüatı aynen şöyledir:

1917-1921: Komünizmi kabul etmedikleri için Sovyet Rusya’da öldürülenler: 4.500.000.

1918-1919: Finlandiya, Letonya, Estonya, Litvanya’da komünizme karşı koyanlardan öldürülenler: 160.000.

1920: Lehistan’da Komünizme karşı gelenlerden öldürülenler: 600.000.

1921-1922: Gürcistan Cumhuriyetinde komünizme karşı koyanlardan katledilenler: 20.000.

1925-1931: Çin hududunda komünizme karşı gelenlerden katledilenler: 30.000.

1921-1922: Komünist rejim dolayısıyla açlıktan ölenler veya aç bırakılarak öldürülenler: 6.000.000.

1917-1932: Kızıl terör tarafından öldürülen; Köylü, İşçi ve Halk: 13.000.000.

Profesör, Muharrir, Ressam, Öğretmen, Öğrenci, Memur, Subay ve Askerler: 1.460.000.

Kazaklar Polis Memurları, Din Adamları: 40.000.

1923-1930: ÇEKA ve G.P.U. tarafından katledilenler: 2.000.000.

1930-1933: Açlıktan öldürülenler: 7.000.000.

1930-1933: Kulak Sabotajcılığı’nın temizlenmesi işinde kurşuna dizilenler: 750.000.

1933-1937: GPU---NKWD tarafından kurşuna dizilenler: 1.600.000.

1937-1938: “Temizleme Harekâtı”nda öldürülenler:

a) Münevver, İşçi, Köylüler: 635.000

b) Komünist Partisi Azaları: 340.000

c) Kızıl Ordu Subayları: 30.000

1938-1947: NKWD tarafından kurşuna dizilenler:

a) Münevverler, İşçiler, Köylüler ve Gençler: 2.720.000

b) Din adamları: 5.000

c) Kızıl Ordu Subayları: 23.000

1917-1947: Temerküz Kamplarında veya hapishanelerde öldürülenler: 21.000.000

Sovyet-Rusya’nın peykleriyle birlikte en vahşi usullerle katlettiği on binlerce masum insanın, hiç mi hiç acımadan iblisane metotlarla yoklara göndermiş olması karşısında, batı âleminin bir iki cart, curt kelamla meseleyi geçiştirmiş olması, bilhassa “hür dünya” devletleri tarafından yeterli derecede ses duyurulmamış olması, aslında hiç mi hiç hayret edilecek bir mesele değildir. Çünkü, aynı suçun bir başka şeklinin Batı Devletleri’nin ileri gelenleri tarafından da ayrı maksatlarla işlenmekte ve bu sebeple Sovyet Dünyasına el atılamamaktadır!...

Kızıl katliamın hesabını sormak bir yana. Zaman, zaman bir vesile ile basınımızda dile getirebilmenin faydası vardır ve o zaman o malûm “1 Mayıs İşçi Bayramı”nın nasıl maksatların ürünü olduğunu daha bariz şekilde görebiliriz!...

Çok ama pek çok gariptir: (6 Milyon Musevi)nin Almanlar tarafından katledilmiş olması karşısında bütün dünyanın ayağa kalkmasına karşı; (63 milyon 301 bin) masum insanın katledilişleri açıkça es geçilmiş keza, II.Cihan Harbi’nde hayatından olan 50 milyon masum insan da aynı şekilde pek dikkate alınmamıştır.

Ben Yahudi düşmanı değilim. Ama, (Siyonizm’in) varlığının da pek hayırlı işler peşinde olmadığını bir nebze olsun bilenlerdenim!...

Günümüzde Sovyet değil, “Federal Rusya” var. Ancak, Rusların emperyalist stratejisi, aynen durmaktadır ve zaten değişebilmesi de günümüz ortamı içinde hiç mümkün değildir!...

1 Mayıs İşçi Bayramı” her zamanki gibi tek gayeye hizmet sunar: “İşçi ve Halk İhtilalı”. Bunun dışında hiç bir gaye taşımaz. Şayet muvaffak olunabilse; O zaman da gayeye erişildikten sonra, alet olarak kullandığı “İşçi ve Köylü”nün icabına bakmaktır. Bu Büyük Fransa devriminde de aynen zuhur etmiştir. Çünkü, ihtilâl oyununun kuralı budur ve “İşçi ile Köylü” de devrimlerde birinci derecede materyaldir.

Bütün bu satırları niçin yazıyorum?... Şunun için yazıyorum: Günümüz Türkiye’si, çok tehlikeli bir dönemeç’in başına gelmiş durumdadır. Keskin virajları olduğundan, ilerisi pek görünmeyen geçit’in başında bulunan Türkiye’mize bilhassa Parlamenterlerimiz muhtelif muhtelif çıkış noktaları önerecek yerde: Pek vücut olmuşçasına İktidar’a yüklenmekte, İktidar Partisi de onlara laf yetiştirmeye çalışmaktadır...

TV’lerde yer alan “seçim propagandaları” gerçekten pek enteresan vaatlerle dopdolu bir diğerini izlemektedir!... Şöyle ki, şayet iktidar olursam, şunu yapacağım, bunu yapacağım vaatleri sadece vatandaşı güldürmektedir. Zira, vatandaşın karşısına geçerek; ben şunu yapacağım, ben bunu yapacağım diyen hatipler, tek bir husus var ki, onun hiçbir zaman düşünmemektedirler ve zaten akıllarının ucundan dahi geçmez: (Vatandaş onları daha evvel de dinlemiş, daha evvel de denemiştir!)

18 YAŞ VE PARLAMENTO!..

Devlet büyüğümüz saygıdeğer Cumhurbaşkanımız: (Milletvekili seçilme yaşının 18’e indirilmesi gerektiğini ifade etmişler ve ayrıca askerlik hizmetinin de Parlamentodaki süreci askerliğe sayarsın olur biter) buyurmuşlar!..

Parlamenter olabilmenin kendine has özellikleri olduğu gibi, Askerlik mesleğinin de ayrıca kendine has özellikleri vardır!...

Bu konuda fikir yürütmek bizlere değil, Parlamenterlere düşer. Zira halk olarak bizler de bu konuyu merak etmekteyiz?..

Hatırladığım kadarı ile “Milletvekilliği 18. Yaşa” indirilsin fikri, yeni olmayıp, daha evvel de başka Parlamenterler tarafından ileri sürülmüştür. Evet! Parlamenterlerimizden bu konuda bizleri aydınlatmalarını rica ediyoruz!...

MENDERES’İ UNUTMAYACAĞIZ

CHP Başkanı, sayın Kılıçdaroğlu; “Ülkeye kim hizmet ettiyse; Atatürk’ü de, İnönü’yü de, Bayar’ı da, Menderes’i de unutmayacağız.”

Sayın Kılıçdaroğlu tabii ki son derece iyi bir niyetle bu demeci vermişlerdir. Bu hususta hiçbir şüphem yoktur!... Ancak, Gazi Hazretleri hariç, diğer büyüklerimiz açısından dikkate alınacak tek unsur; bu konuyu kendi halinde bırakabilmektir. Zira, “İnönü ve Bayar” hele merhum Menderes, ebedi uykularında olsun rahat bırakılacak olurlarsa, daha isabetli olur inancındayız!...

CHP’nin bu hususta gönül alarak aziz milletimizin sağ bölümünü kazanabilmesi, böylesi bir jestle değil, günümüzde muhtelif alternatifler önererek yaklaşması daha olumlu olur inancındayız!...

Yani şunu demek istemekteyim: değerli yatırlarımız, siyaset pazarında malzeme olmamalıdır. Böyle haller bizleri üzmektedir!...

Makalemin başlarında, merhum Tekin Erer’in “KIZIL TEHLİKE” adlı eserinden gayet önemli bölümler almıştım. Şimdi yine yeni bir bölümünü daha aktarıyorum. Buyurun hep birlikte okuyalım:

(-: Türkiye’nin Amerika işgalinde olduğu iddiası yeni değildir. Türkiye henüz NATO’ya girmediği ve NATO’nun bu memlekette ne bir üssü ne de tek bir personelinin bulunmadığı 1951 yılında, Nazım Hikmet Türkiye’den ilk merhale olarak Romanya’ya sığındığı zaman Bükreş Radyosu’na şunları söylemiştir:

-: Amerikan işgalinde bulunan Türkiye’den kurtulup hür ve bağımsız Romanya’ya gelmiş bulunuyorum.”

Evet, Türkiye, Nazım Hikmet’in iddia ettiği gibi “ABD İşgalinde” değildir. Ve lâkin, ikili anlaşmalar ve NATO kuruluşu içinde yer aldığından tamamen bağımsız da değildir.

Diğer bir gerçek de şudur: Herhangi bir blok’a dahil olmayan ülkeler, Dünyayı idare eden güçlerin ellerine düşmeye her an müsaittirler. Evet, günümüz dünyası budur!...

Demem o dur ki, seçim, meçim derken, ne iktidar ve ne de muhalefet Partileri, milletimiz tarafından olumlu not alamamaktadırlar. Dahası TV’lerde gördüğümüz hatibi dinleyen kalabalıklar ise bizce öneme haiz değildir. Çünkü, hemen her seçim arefesinde böylesi kalabalıklar, hayli aldanışlara sebep olmuştur.

Bir ayrı konu da şudur: Devleti temsil eden Büyüklerimiz halkımıza hitap ederken, Türkiye Cumhuriyeti Topraklarında “vatandaş sıfatıyla” yaşayan Kavimleri sayarken, sadece İslâmi cenahtan olanların adları okunmakta. Rum, Ermeni, Süryani ve Musevi kavimlerinin tek bir kelime olsun adları geçmemektedir. Acaba bunun esbabımucibesi ne ola ki?...

Hangi dinden olursa olsun. Bir ülkenin asli vatandaşı es geçilemez. Seçimlerde oy kullan, vergi ver, askerlik görevini ifa et. Ama buna rağmen vatandaş sayılma?!...

Bu nasıl bir mantıktır? Nasıl bir inancın ürünüdür?.. “Türkiye içinde bölücülük hareketi yoktur. Buna asla müsaade etmeyiz.” diyenler, diğer taraftan “Irki ve Dini ayırım” yapmakta hiçbir mahzur görmemektedirler?!...

Tek bir sualim var:

(Acaba sizler hiç azınlık oldunuz mu?...)