Tuncay Akça

HABİB BABAR

Hababam Sınıfı’nın ‘Bacaksızı Tuncay Akça 1963 yılında Kastamonu’nun Çatalca İlçesi’nde dünyaya geldi… Emektar oyuncu 6 kardeşiyle geldiği İstanbul Fikirtepe’de bir gecekonduda kötülük nedir bilmeyerek büyüdü. Okula gitti, ayakkabı boyadı, araba yıkadı, marangozun yanında çalıştı… Onun hayatı mahallede kurulan film setiyle değişti.  Mahallede film çekildiğini duyan küçük Tuncay, boyundan büyük boya sandığını kaptığı gibi sete koştu.. Hayranı olduğu oyuncuların ayakkabılarını tek tek boyadı. Minik Tuncay, artık her gün ‘Hababam Sınıfı’nın setindeydi. oOartık setten biri gibiydi. Herkes onu tanıyordu, o da herkesi… Efsane yönetmen Ertem Eğilmez’in anlattığı fıkraya gülmekle oyunculuk serüveni başladı Tuncay Akça’nın… O hayat hikayesini ‘Bir Gülücük Hikayesi’kitabında topladı. Akçay, ile dününü ve bugününü konuştuk. Haydi buyurun keyifli sohbetimize…

ERTEM EĞİLMEZ İLE NASIL TANIŞTINIZ?

Yaşadığım mahallede ‘Hababam Sınıfı’ filminin seti kurulmuştu. Hemen hemen  her gün sete gidip ayakkabı boyuyordum. Ertem Eğilmez’i de görüyordum, ancak yanına yaklaşamıyordum çekiniyordum. Bir gün bana ‘Haydi benimde ayakkabımı boya’dedi. Çok korkmuştum, heyecandan elim kolum bir birine dolanmıştı. Ya kötü boyarsam, ya beni kovarsa diyordum kendi kendime. Fırçayı aldım elime, ellerim titriyordu adeta. Boncuk, boncuk terlemeye başladım. Neyse ki hatasız boyamıştım ayakkabısını, Ertem abi de beni çok sevmişti. ‘Sete geldiğinde mutlaka bana uğra’ demişti. Onun moral kaynağı haline gelmiştim.

EEE SONRA NE OLDU?

Gülerek yanıt veriyor… Yönetmenin desteğini almıştım. Yürüyüşüm değişmişti sette…Ertem abi bana ‘Sen istediğin zaman buz dolabını aç, canın ne istiyorsa al ye’diyordu. Şener abi(Şen Şen),gelirdi, Halit abi (Halit Akçatepe) gelirdi sette film üzerine, yeni projeler üzerine ne varsa onu konuşurlardı. Birgün Ertem Eğilmez, kameranın arkasında Adile Naşit’e bir sahneyi anlatıyordu. Ama müstehcen bir şekilde... Anlatırken, ben bir kahkaha attım. O küfrünü daha önce duymadığım için bana çok komik gelmişti. Bir başladım mı üç dakika filan gülüyordum. O sırada Ertem Eğilmez ‘stop’ deyip bana şöyle bir baktı. Oradan kaçıp saklandım. Ertem Abi, yanına çağırdı, ‘Ayıp değil mi, iş yapıyoruz niye gülüyorsun?’ dedi. Fakat o gülüşüm Ertem Eğilmez’in hoşuna gitmiş. Böyle bir tarafı varmış, insanı keşfedermiş.

FİLM TEKLİFİ NE ZAMAN GELDİ PEKİ?

Bu olaydan birkaç gün sonra Ertem Abi ‘Yarın okul kıyafetlerini çıkarmadan sete gel’ dedi. Okul sonrası büyük bir heyecanla sete gittim. Ertem Abi, ‘Geç şunların önünden ve gül’ dedi. Sahne gereği Hababam’ın öğrencileri Tarık Akan, Kemal Sunal, Halit Akçatepe ceza almışlar ve bahçede tek ayak üzerinde dizilmişlerdi. Başladım kahkaha atarak yürümeye. Kolay mı, dönemin en önemli yönetmenlerinden birisi sadece bir kez duyduğu kahkahamla bana filminde yer veriyordu. O sahne için 60 lira ücret aldım.

ADİLE NAŞİT’İ BİRAZ ANLATIR MISINIZ?

 Tabii…  Adile Naşit, sahnelerin tozunu yutmuş kaliteli ve başarılı bir sanatçımızdı. Babası Tiyatrocu Naşit Özcan Bey. Annesi de tiyatroda kostüm ütüleyen, kostümleri hazırlayan Amelya Hanımdır. Kardeşi Selim Naşit’le Adile abla, Tiyatronun içinde büyüyerek duayen olmuş insanlar. Adile abla çocukları çok severdi. Oğlu 14-15 yaşlarındayken, geçirdiği bir rahatsızlık sonucu vefat etmişti. Bu acı olaydan sonra bütün hayatını çocuklara adamıştı. Kuzucuklarım derken milyonların çocuğunu bağrına basardı.

KAHVALTI MASASINI HAZIRLARDI, BİRLİKTE KAHVALTI YAPARDIK

 Ama şunu iyi biliyorduk. Kahkaha atarken içi kan ağlayan bir insandı.Türk sinemasının büyük kaybıdır ve asla yeri doldurulamaz sanatçımızdır. Ramazan bayramında, kurban bayramında Balmumcu semtine gider onu evinde ziyaret ederdim. Sabahları gittiğim için kahvaltı masasını hazırlardı. Birlikte kahvaltı yapardık. Beni kaybettiği oğluyla özdeşleştirir, oğluymuşum gibi şefkatini esirgemezdi. Münir abiyle (Münir Özkul) bizim aile filminde oynamışlardı. Orada Münir Özkul’un oğlu rolündeydim. Adile abla bana özel ilgi gösterir benimle çok ilgilenirdi. Bana palto almıştı. Sevgi dolu yüreği herkese yetiyordu.

Adile abla çok anaç bir kadındı. Hayatımda en güzel ödül, sınıfımı geçtiğimde babamın bana aldığı kol saati ve Adile ablamın armağan ettiği kırmızı kilitli hatıra defteriydi. Adile abla o kadar büyük bir sanatçıydı ki, oğlunu toprağa verdiği günün gecesi, içi kan ağlasa da sahneye çıkmıştı. Söylediği bir şeyi hiç unutamam; “sanatta perde kapanmaz.” derdi. O sanat dolu bir insandı. Allah gani gani rahmet eylesin.

KEMAL SUNAL , ŞENER ŞEN, MÜNİR ÖZKUL VE HALİT AKÇATEPE İÇİN NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?

Kemal abi adam gibi adamdı. Film setinde oldukça neşeli bir insandı. Korkunç yardımsever, dost bir insandı. Özel hayatında da fazla ciddi bir insandı. Örnek bir aile babasıydı. Ailesini basından uzak tutardı. Bir gün ben korkunç hastalandım. Ateş Hattı programında hastalığım konu olunca, Kemal abi duyuyor ve annemi arıyor. Derhal ne gerekiyorsa ve ne gibi ihtiyacınız varsa ben varım diyor. İşte dostluk budur. Maddiyat bir şekilde bulunur fakat maneviyatı bulmak için çok çaba göstermek gerektiğine ve bu zamanda gerçek dostun zor bulunduğuna inananlardanım. Kemal Sunal dört dörtlük insandı. aramızdan zamansız ayrılması hepimizi yıktı. Rahmetle anmadan geçemeyeceğim.

Şener Şen oynayacağı rolü bir iki ay önceden gider etüt ederdi. Kasap rolündeyse kasabın eti nasıl doğrayıp nasıl kıyma çektiğini ayrıntısına kadar gözlemlerdi. Bunu da filmde başarıyla uygulardı.

Münir Özkul: “Hababam Sınıfı”ndaki idealist ve iyi yürekli öğretmeni canlandırması onun için hiç zor değildi. Çünkü o gerçekten öyleydi.

Halit Akçatepe: Muzip halleri, işini severek yapması, iyi yürekliliğiyle çok örnek bir insandı.

Tarık Akan: Benim için de idoldü. Yüzünden daha da güzel bir kalbe sahipti.

230 Sayfadan oluşan bu kitabımda hayat hikayemi,sinema anılarımı anlatıyorum. Bol fotoğraflı bu kitabım büyük ilgi görmeye başladı.

BİZİMLE BİR ANINIZI PAYLAŞMAK İSTER MİSİNİZ?

Gülerek yanıt veriyor bu sorumuza… Bir kısmını anlatayım diğer kısmını hayranlarım kitaptan okusun. Arzu Film, Ertem Ağabey yönetiminde yeni bir filme başlıyordu. Biz de Koşuyolu'ndan Selimiye'ye taşınmıştık o günlerde. Bu yeni filmde rol almam için bana da teklif yapıldı. Yıl 1977 ve ben artık 14 yaşımdaydım. Ertem Ağabey’in teklifi güzeldi ama baba engelimi hala aşamıyordum. Kaç film olmasına rağmen babam hala benim bu işlerle uğraşmamı bir türlü kabullenemiyor, her seferinde engel çıkarıyordu. Ertem Ağabey’de ısrarla benim oynananı istiyordu. Babamla konuşmak üzere önce prodüksiyon amirimiz Yılmaz Kanat, geldi. Babam deyim yerindeyse nuh diyor peygamber demiyordu. Olmaz da olmaz... Arkasından Arzu Film o zamanlar senaryo yazarı olarak çalışan Yavuz Turgul geldi babamı görmeye ama o da ikna etmeyi başaramadı. Her şeye rağmen Ertem Ağabey’in benden vazgeçmediğini anlamıştım. Buna sevinmeli miydim bilemi- yorum ama 14 yaşındaki düşüncelerim babama karşı negatifti. Niye izin vermiyordu ki? Neden bana engel oluyordu anlayamıyordum. Benden mermer ustası olmayacağını mı anlamıyordu yoksa babalık iç güdüsüyle beni korumaya mı çalışıyordu... 14 yaşındaki Tuncay’ın bunları anlaması gerçekten çok zordu. Babamın öyle parayla filan bir derdi yoktu. Babamın derdi mermerci olmam,dükkana bakmamdı. Önemli olan onun için işlerin yürümesiydi. Benim sinemadan para kazanmamın bir anlamı yoktu onun için. Ailemizden yetenekli birisinin çıkacağını düşünmüyordu. 

AĞABEYİM DE İŞTEN KAÇIYORDU

Ağabeyim de işten kaçıyordu, ben de işten kaçıyordum, babam da yalnız kalıyordu. Aslında babam bize bir sanat öğretmek, kendi fikrince doğru bir şey yapmak istiyordu. Ama ben başka şeylerin peşindeydim. Ertem Ağabey, Yılmaz Kanat ve Yavuz Turgul’dan sonra bu kez Şener Şen’i gönderdi babama. O da beceremedi. Tabii Ertem Ağabey’de inatçı bir adam... Beni babamdan alabilmek için neredeyse bütün Arzu Film kadrosunu tek tek yollayacak gibiydi. En sonunda sıra Münir Özkul’a gelmişti. O alttan girdi üsten çıktı ve babamdan izin almayı başardı. Daha önce de dediğim gibi babamın Münir Özkul’a karşı başka türlü bir sempatisi vardı. Filmin adın “Gülen Gözler” di.