Babamı kaybettiğimiz ilk günlerde, eve  taziyeye gelen gidenin  haddi hesabı yokmuş. 

Ben pek hatırlamıyorum. Öyle anlatıyorlar. Hatırlamıyorum diyorum çünkü ilk  bir hafta  ilaçlarla uyutuluyordum. 

Hatırlaya bildiğim tek şey, ara ara uyandığımda baş ucumda  uyanmamı bekleyen taziye grubunun,  ağız birliği etmişcesine kurdukları tek cümleydi.

"Üzme artık kendini, baban çok güzel öldü" 

Yarı baygın bir halde ölüm'ün güzeli mi olurmuş diye düşünür, içten içe  kızardım onlara. 

Ancak  zaman geçtikçe basına yansıyan sıra dışı ölüm haberlerini okuduğumda, insanların ne demek istediğini daha iyi idrak etmeye başladım. 

Sokak ortasında öldürülenler, bıçakla doğrananlar, bedenleri onlarca parçaya bölünerek  bavulda taşınanlar, ansızın kalp krizi geçiren ve  sevdikleriyle vedalaşacak zaman bulamayanlar, uyuşturucu illetinden harabe bir evde sürünerek can verenler. hatta daha kötü, daha iğrenç bir şekilde zina, hırsızlık, vb ahlak dışı işler yaparken,  ölen insanlar var. 

Evet benim babam çok güzel ölmüştü. Kendi yatağında, sevdikleri başucundayken, huzur içinde can verdi. 

Bu şekilde ölenlere ne mutlu. Peki ya sokaklarda perişan halde ölenler.

İşte onlardan bir tanesini anlatacağım bugün sizlere. 

Dr Hüseyin Ayılmazer; Henüz 34 yaşındaydı. Okulunu bitirmiş, çok sevdiği mesleğini eline almıştı. İyi bir gelecek, rahat bir hayat onu kucaklamak için bekliyordu. 

Ancak hiç birşey beklediği gibi gitmedi. O gelecek planları yaparken, hayat da kendi planlarını yapıyordu. 

Onu yakından tanıyan arkadaşlarının iddiasına göre, Önce Annesini, babasını ve kız kardeşini bir trafik kazasında kaybediyor. Henüz acısının izleri silinmeden doktorlar tarafından konulan deri kanseri teşhisiyle bir kez daha dünyası kararıyor. 

Ve en büyük mücadelesi bundan sonra başlıyor. 

Tedavi için il, il gezen Dr Hüseyin Ayılmazer; son olarak Manisa'ya sığınıyor. 

Talihsizlik burada da peşini bırakmıyor. Ve kimsesizliğine bir de evsizlik ekleniyor. 

Kalacak yeri olmadığı için Gündüzleri hastanede tedavisini sürdürüyor, gece bahçede yatıyordu.

Tek geliri, üç ayda bir aldığı engelli maaşı olan 1 400 TL .

Hastanede tedavi olduğu bir gün, bahçede bıraktığı ve içinde  kemoterapi ilaçlarının olduğu valizi çalınıyor. 

Çıktığı Özel bir haber kanalında çaresizliğini şu sözlerle dile getiriyor.

"Bavulun içindekiler hiç önemli değil, içindekileri alsınlar helal-hoş olsun, sadece ilaçlarımı getirsinler. Başka bir şey istemiyorum. 

Ne vardı çalınan bavulun içinde; iki takım eşofman takımı, beş lira para, diş macunu, kişisel bakım ürünleri, kemoterapi ilaçları. Kristal diye bir ilaç vardı, yurt dışından gelme bir ilaçtı zaten, bulamıyoruz. Ve ağlamaklı ses tonuyla  konuşmasını sonlandırıyor. 

Yaşadığı sefalete rağmen, verdiği büyük mücadele sonuçsuz çıkıyor.  Ve geçtiğimiz günlerde hastane bahçesinde ki bir bankta hayata veda ediyor.

Nasıl anlatmalı, ne demeli şimdi bilemiyorum.

Olayın üzerinden onbeş gün geçti. Ve biz her zaman olduğu gibi unuttuk gitti. 

Ne dolar kadar haber değeri oldu, nede bir magazin programı kadar ilgimizi çekti.

Amannn insandı en nihayetinde. "Hepimiz birgün öleceğiz" tarzında konunun üzeri kapatıldı. 

Hepiniz haklısınız! 

Evet Hepimiz birgün öleceğiz elbette. Ama şunu da unutmayın, ne şekilde öleceğimizi hiç birimiz bilemeyiz.