- Cevri Kalfa Mektebi, İstanbul’da 19. yüzyılın başlarında benzerlerinden çok farklı bir tarz’da inşa edilmiş sıbyan mektebi...
Cevri Kalfa Kimdir? Cevri Kalfa, Osmanlı tarihinde çok önemli bir yeri olan bir saray kadınıdır; Hicrî (1223), Milâdî (1808) yazında, Şehzade Mahmud, kendisini öldürmeye gelenlerin elinden birkaç taraftarının gayretiyle kaçırılırken Cevri Kalfa da merdivenden çıkmaya çalışan cellât’ların gözlerine kül serpmek sûretiyle Şehzâde’nin kurtulmasına yardımcı olmuştu. Şehzâde Mahmud, II. Mahmud unvanıyla Pâdişah olarak Osmanlı Taht’ına geçtikten sonra, kendisine hayâtî derecede yardımcı olan bu asîl kadına çok büyük hürmet göstermiş ve kendisini Hazinedârbaşı yapmıştır. Kendisine şükranı’nın bir ifadesi olarak da bu sıbyan mektebini yaptırmıştır. Ayrıca, onun için Büyük Çamlıca’da bir köşk yaptırmış ve Büyük Çamlıca’daki kaynaklardan çıkan su, “Cevrî Kalfa Suyu” adıyla Üsküdar’da bir çeşmeden akıtılmış, halkın istifadesine sunulmuştur.
Cevri Kalfa Okulu, İstanbul’un sıbyan mektepleri arasında hacim bakımından en büyüğüdür. Mi’mârisi, plân düzeni ve bilhassa cephesi bakımından Batı’dan yeni yeni gelen san’at akımlarının izini taşıyan kendi türü içinde değişik bir eser’dir. Okul, sıbyan mektebi olarak bir müddet kullanıldıktan sonra, Maarif Nezâreti’nin Sadâret’e yazdığı (10 Kasım 1858) tarihli tezkereden öğrenildiğine göre burada bir Kız San’at Mektebi şeklinde bir Kız Rüştiyesi açılmıştır. Cumhuriyet’ten sonra, 1929-1930 yıllarında kısa süre Devlet Basımevi’nin, matbaa’cılık okulu olmuş, 1932’de Adliye Sarayı yangınının arkasında ba’zı mahkemeler bir müddet için buraya yerleştirilmiş, bir süre Başbakanlık Arşivi’nin deposu haline getirilmiş, 1945-1946 ders yılında “elli dokuzuncu ilkokul” olarak tekrar mektep haline getirildiği gibi, 1955-1956 ders yılında adı yeniden Cevri Kalfa Okulu olmuştu. 1970’li yıllara kadar böylece kullanılmış, bir süre harap bir halde boş kalmış 1985’ten sonra üstünkörü bir restorasyondan sonra, Türk Edebiyatı Vakfı’na tahsis edilmiştir. Hâlen de Türk Edebiyat Vakfı’na tahsisli olan Cevri Kalfa Okulu geçtiğimiz yıllar’da çok esaslı bir restorasyondan geçirilmiş içi-dışı pırıl pırıl hale getirilmiştir.
ÇORLU’LU ALİ PAŞA KÜLLİYESİ
- Cami, tekke, medrese (dârü’l-Hadis), kütüphâne, hazire ve meşrûte’lerden oluşan külliye, şehr’in merkezi’nin, kaynaklar’da Irgatpazarı/Eskipazar, Makasçılar, günümüzde ise Çarşıkapı olarak anılan mevkide ve eski Simkeşhâne binasının yerinde (1707-1709) yılları arasında inşa edilmiştir. Bânisi, 2. Mustafa’nın damadı ve 3. Ahmed’in Sadrazam’larından olan Çorlu’lu Ali Paşa’dır (vefatı 1711). İlk önce, aynı zamanda tekke’nin tevhidhânesi olarak kullandığı anlaşılan cami, bir yıl sonra da diğer bölümler inşa edilmiştir. Külliye’yi meydana getiren bina’ların zaman içinde bir takım onarımlar geçirmiş olmasına rağmen, büyük ölçüde orijinal şekilleriyle günümüze kadar ulaştıkları görülmektedir.
Toplam onüç adet olan kare plânlı tekke hücrelerinden kuzey-güney doğrultusunda uzanan oniki pandantifli kubbe’lerle, güneybatı köşesinde bulunan dikdörtgen plânlı aynalı tonozla örtülmüştür. Basık kemerli kapılar, dikdörtgen açıklıklı pencereler ocaklar ve dolap niş’leriyle donatılmış olan bu hücrelerin önünde mermer sütunlara ve baklavalı başlıklara oturan tuğla örgülü sivri kemerlerin teşkil ettiği birimler aynalı tonozlarla örtülü bir revak uzanır. Hücrelerin duvarları ile revak cephesinde Cami-Tevhidhâne harimindeki almaşık örgünün benzeri kullanılmıştır. Aynı malzeme ve teknik ile inşa edilmiş bulunan selâmlık bölümü, yarısı kubbe ile, yarısı da aynalı tonoz örtülü bir köşe revakından ve kare plânlı kubbeli üç mekân’dan ibarettir. Mermerden sekizgen prizma biçimindeki haznesi ve baklavalı başlıkla donatılmış sekiz adet mermer sütuna oturan basit pramit biçimindeki ahşap çatısı ile şadırvan klasik uslubun orantılarını yansıtır. Ayna taşları çatıkkaş kemerlerle donatılmıştır.
Dikdörtgen plânlı medrese avlusunun güneydoğu köşesinde dershâne, bunun kuzeyinde kütüphane, merkezinde şadırvan ve batı sınırında talebe hücreleri bulunmaktadır. Cami-tekke kanadından farklı olarak medreseyi teşkil eden bina’ların duvarları kesme köfeki taşı ile örülmüştür. Sekizgen prizma biçimindeki dershâne basık kasnaklı bir kubbe ile örtülüp batı yönünde sivri kemerli bir giriş revakı her yüzünde düşey eksen üzerinde yer alan ikişer pencere ile donatılmıştır. Boyut ve tasarım bakımından tekke hücrelerinin benzeri olan medrese hücreleri sekiz adettir.
Kuzeydoğu köşesinde avlu cihetinde çıkıntı teşkil eden, dikdörtgen plânlı, aynalı tonoz örtülü farklı büyüklükte iki mekân bulunmaktadır ki, müderris odaları olması muhtemeldir. Kare plânlı aynalı tonoz örtülü kütüphâne pek çok benzeri gibi fevkânî’dir. Medrese şadırvanı cami-tekke şadırvanlarındaki tasarım, daha mütevâzî seviye’de tekrar eder. Medrese’lerin avlusunda bir de 1202 (1787-88) tarihli kitabesi mevcud bir hayrat kuyusunun bileziği bulunmaktadır.
İstanbul Medrese’leri arasında, vakıf şartlarına ve vâkıf’ın vakfiyesine en aykırı olarak kullanılan medrese maalesef, Çorlu’lu Ali Paşa medresesidir. Medrese, nargile salonu, kahvehâne, kumar oynanan bir mahal durumundadır.
- Beyazıd-Ayasofya arasındaki medrese’lerin günümüzdeki hâl-i Pürmelâlilini tesbit ettikten sonra, Türk-İslâm Tarihine kapkara bir leke olarak geçen bir mezâlime işaret etmek istedik; Şöyle ki, 28 Mayıs 1927 tarih ve 1057 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bulunan Bilcümle Mebânî-i Resmiye ve Milliye üzerinde (Cumhuriyet içerisinde bulunan resmî ve Millî Bina’ların) üzerinde bulunan Tuğrâ ve Methiye’lerin kaldırılması hakkında bir kanun çıkarılmış, kanunun Resmî Gazete’de neşrinden i’tibâren, Kışla’lardan, bilumum Askerî bina’lardan, mekteplerden, üniversitelerden, Tuğra ve Medhiyye yazısı olup-olmadığına bakılmaksızın, âyetler, Besmele-i Şerife’ler, hadisler ve her tür Arabî, Fârisî ve Osmanlıca ne varsa kırdırılmış, kazıttırılmış yok edilmiştir. Bu işi, bizzât dâirelerin âmirleri, mekteplerin müdürleri üstlenmiştir. Tuğra ve benzeri işaret, âyet ve hadisleri, ilk kırdıran ve okulun cephesinden kazıtanlardan birisinin de Galatasaray Lisesi Müdürü olduğu câlib-i dikkattir.
Osman Nuri Ergin, bu vak’ayı, “Yeni Türk harf’lerinin kabûlü günlerinde, kanunun neşrini ta’kip eden günden i’tibâren, maalesef, muallimler, idaresine me’mur oldukları bina’ların üzerindeki kitabeleri kırdırmak, söktürüp attırmak, biraz daha insaflı olanların kitabe’lerin üzer’lerini sıva ile, alçı ile kapatmak suretiyle kapatmak gibi taşkınlıklara ve vandallıklara başladılar ve bu hâl maalesef yakın zamana kadar da devam etti,” demek suretiyle tesbit etmiştir.
Gerçekten, hâlen, İstanbul Üniversitesi Rektörlük, Hukuk Fakültesi ve diğer ba’zı fakülte’lerin bulunduğu, Beyazıd Külliyesi’nin, Beyazıd Meydanı’na bakan muhteşem giriş, Taç Kapısı üzerindeki, “Dâire-i Umûr-u Askeriye” (Askerî İşler Dâiresi) -ki, bu bina, Osmanlı Pây-i Tah’t’ında günümüzde Genel Kurmay Başkanlığı’nın karşılığı idi. Devletin Askerî işlerinin görüşüldüğü mekân anlamında, ayrıca bu kapının üzerinde, Fetih Sûresi’nin birinci ve ikinci âyet’leri de mevcud idi.
Zamanın idarecileri, diğerlerine nazaran daha insaflı imişler ki, bu san’at eserlerinin kırıp, tahrip etmek kazıtmak yerine, üzerlerini birer alçı sıva ile kapatmışlar, yıllar sonra alçı sıva dökülerek bu yazılar meydana çıkarılmıştır.
Aynı şey, İstanbul’da, Selimiye Kışlasının başına da gelmişti. Kışla’nın Ana Giriş Kapısı üzerinde, devrin inançları doğrultusunda, Asâkir-i Mansur-u Muhammedî Ordusunun Karargah Kapısı üzerinde, Besmele, Fetih Sûresi’nin ilk âyetleri yazılıydı. Hâlen de yazılıdır. Buradaki yazılar da zamanın ehl-i Basiret Kumandanları tarafından kırılıp-dökülüp kazıtılmak yerine, kalın alçı sıvalarla kapatılmış, uygun zaman gelince de sıvalar dökülerek muhteşem hat eserleri besmele ve âyetler gün ışığına çıkarılmıştır.
İstanbul’daki Vakıf Gurebâ Hastahanesinin giriş kapısının yanında, mermere işlenmiş,
“Halk İçinde Mu’teber Bir Nesne Yok Devlet Gibi,
Olmaya Devlet Cihan’da Bir Nefes Sıhhat Gibi”
Kanûnî Sultan Süleyman’ın bu beyti’nin de üzeri alçıyla kapatılmış, bilâhere açılmıştır. Bu mezâlim’e ve vandallığa bir örnek de Sultanahmed’deki Cevri Kalfa Okulu’nun başına gelenlerdir.
Cevri Kalfa İlkokulu’nun Başmuallimi, hemen bir iskele kurarak mektebin kitabesinden bâni, 2. Mahmud’un tuğrasını, Cevri Kalfa’nın adını ve tarih düşülen kitabe’nin diğer bölümlerini kazıtmaya başlamış, fakat bu korkunç manzaraya şahid olan Müze Müdürü, Halil Ethem Bey’in müdahalesiyle vandallık, tahrîbat yarım kalmıştır.
Gerçekten de günümüzde mermer kitabe’nin kabartma tekniği ile işlenmiş yazılardan sağdaki bölümünün baştan i’tibâren bir kısmının tamâmen kazınmış olduğu görülmektedir.
İstanbul Kültür ve San’at Ansiklopedisi’nde, müdâhâle’nin, Merhûm Hattat, Necmeddin Okyay tarafından yapıldığı bildirilmektedir.