Anadolu birliğinin -hem de kendi karındaşlarımızla uğraşarak- temininde çekilen sıkıntıları, katlanılan zahmet ve zorlukları ve dökülen nice memleket evlâtlarının kanlarının bahâsını çok iyi bilen Yavuz Sultan Selim, Millî Birlik ve beraberliğin kıymet ve faziletini en iyi anlıyan hükümdarlarımızın başında gelir. O, milletin birlik ve beraberliğine halel geldiği (bozulduğu) takdirde mezarında bile rahatsız olacağına dikkati çekerek bahâsı çok ağır bu emanetin yâni vatan ve milletin birlik, dirlik ve beraberliğinin üstüne titrenmesi lâzım geldiğini, şu dörtlüğüyle veciz şekilde ortaya koymuştur:  

"İhtilâf u tefrika endişesi  

Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni,  

İttihadken savlet-i a'dâyı def'a çaremiz,  

İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.."  

Yâni demek istemiştir ki, milletimin bölük pörçük olma endişesi, kabrimde bile beni rahatsız eder. Düşmanın saldırısını püskürtmek için çaremiz birlik ve beraberlik içinde bulunmaktır. Eğer millet bir ve beraber olmazsa, içim kan ağlar benim.  

"İttihadın meşrebi (ise) muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayri müslimler emin olsunlar ki, bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayri müslime karşı hareketimiz ikna'dır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti mahbûb (sevimli) ve ulvî (yüce) göstermektir. Zira onları munsif/insaflı zannediyoruz."  

7. İKTİSAD  

"Bir milletin doğrudan doğruya hayatiyle, yükselmesiyle, düşkünlüğiyle ilgili olan en önemli faktör, milletin iktisadiyatıdır (1930).. Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadî zaferlerle desteklenmezse pâyidar olamaz, az zamanda söner (1922).. Ekonomik kalkınma, Türkiyenin hür, müstakil, dâima daha kuvvetli, dâima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir (1937)"42 diyen Atatürk bir bakıma:  

"-Neden dünya herkese ilerleme ve yükseliş dünyası olsun da, yalnız bizim için gerileme ve alçalış dünyası olsun.." sözlerinde ifadesini bulan hayâtî bir hakikata açıklık getirmektedir.  

"(Çünkü) medeniyet ve san'atın hakikî üstadı ve vesilelerin ikmaliyle cihazlanmış olan şedîd bir ihtiyaç, ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki, susmaz ve kırılmaz."  

Memuriyet tamamen ve askerlik hep bizde olduğu için servetimizi israf eline verip neslimizi etrafa saçıp zâyi ettik. Eğer öyle gitse idi, biz de elden giderdik.  

Biz gayri tabiî ve tenbelliğe müsait ve gururu okşayan Emirlik ve Beylik yâni idarecilik mesleğine el atıp büyük zararlara giriftar olduk. Çünkü geçim için meşrû ve hayat verici, tabiî yol, ancak san'at, ziraat ve ticarettir. Tabiî olmıyanı ise memuriyet ve her çeşidiyle idareciliktir.  

İdareciliği, ne ad ile olursa olsun, sırf geçim yolu için seçenler bir çeşit âciz kimselerdir. Halbuki memuriyete ve idareciliğe, aslında hamiyet ve hizmet için girmelidir.  

"Ümidsizlikle zannediyorsunuz ki, 'Dünya herkese ve Batılı'lara ilerleme ve yükseliş dünyasıdır. 'Fakat, 'Yalnız bîçare müslümanlar için gerileme ve düşüş dünyası oldu.' diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz.  

"Madem gelişme isteği insan fıtratına dercedilmiş.. İstikbâlde hak ve hakikat, İslâm âleminde insanlığın eski hatlarına kefâret olacak bir dünya saâdetini de gösterecek inşallah..  

"Evet bir bakıma, zaman doğru bir hat üzerine hareket etmiyor ki, başlangıç ve sonu birbirinden uzaklaşsın. Belki dünyanın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan yükseliş içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan alçalış içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir.  

"Her kış'tan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, insanlığın dahî bir sabahı, bir baharı olacak inşallah.."  

"Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, umumun menfaatini bırakıp şahsî menfaata nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeis/ümitsizliktir ki, mâneviyatımızı kırmış. Az bir kuvvetle, inançtan gelen mânevî kuvvet ile doğudan batıya kadar istilâ ettiği hâlde, o harika mânevî kuvvet, ümitsizlikle kırıldığı için, zâlim Batı dörtyüz seneden beri üçyüz milyon (şimdi bir milyar) Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeis ile başkasının lâkaydlığını ve gevşekliğini kendi tenbelliğine özür zannedip 'neme lâzım' der, 'herkes benim gibi berbattır' diye inancının gereğini terkedip kendine düşen hizmeti yapmıyor.  

"Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor, biz de o katilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz."  

Çünkü "yeis, mâni-i her kemaldir." Yâni her türlü yükselişin yegâne engelidir. "Neme lâzım, başkası düşünsün, istibdâdın yâdigârıdır."  

Bunun içindir ki, Mustafa Kemal, ümitbahş cümleler de sarfetmek istiyacını hissetmiş ve: "Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır." 43 demiştir.  

8. LAİKLİK  

Türkiye'de en çok tartışılan bir konu olmuş ve hâlen de güncelliğini korumaktadır. Umumiyetle tenkitler, Batı'nın tatbik ettiği lâikliğin Türkiye'de de uygulanması gerektiği şeklindedir.  

Bu günkü şekliyle devam ettirilmek istenmesinde, Batı'nın dolaylı istek ve baskılarının rolü olduğu ve Batı'nın, Osmanlı rûhunun yeniden zuhurundan son derece korktuğu ve endişe ettiği artık bilinen bir gerçektir.  

O zaman icbâren yaptırılan bu ilke, o günkü şartlarda tatbikine mecbûr kalınmışsa da, bugün için öyle bir zaruret yoktur.. O gün Türkiye'nin geçiş devresine, fetret devrine ihtiyacı vardı.. Yoksa daha o zamandan Türkiye'nin hür ve müstakil bir devlet olarak 20.asra doğmasına izin vermiyecekleri izahtan vâreste mühim bir husustur.