Yıl 1824’ün sonları… Habeşistan'da yakalanan bir zürafa, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından dönemin padişahı II. Mahmut’a hediye olarak gönderilmek istenir. Ama bu yolculuğunun ilginç ve bir o kadar da eğlenceli hikâyesi vardır. Saray halkı ile beraber neredeyse tüm İstanbul'u günlerce meşgul eden ve eğlendiren ilginç olay ve Osmanlı Sarayı'nın gündelik yaşamı ile ilgili dikkat çekici olaylardan birini anlatıyor.

Osmanlı saray hayatının günlüğü olarak kabul edilen Hızır İlyas Efendi'ye ait ''Letaif-i Enderun'' adlı eserinden anlatılana göre, Mısır'dan deniz yoluyla İstanbul'a gönderilir. Zürafa İstanbul'a ulaşmadan halk arasında, daha evvel hiç görülmemiş bir hayvanın şehre getirileceği çoktan duyulmuştu. Zürafa deniz yoluyla İstanbul’a ulaştırıldı. Evvelden haberi duyan meraklı insanlar iskeleye akın etmişlerdi. Bütün kalabalık zürafayı görebilmek için birbiriyle yarışıyordu. Zürafayı iskelede kalabalık bir topluluk karşılar. Meraklılar, İstanbul'da bir benzeri bulunmayan bu hayvanı görmek için can atmaktadırlar. Enderun ağaları da, tantanalı bir biçimde padişahın huzuruna çıkartılan zürafayı seyretmek üzere Beşiktaş sahilindeki Çinili Meydan'da toplanırlar.

Bütün saray mensupları ve padişah dahi burada zürafayı seyir ederler. Ertesi günlerde ise artık herkes bu zürafayı konuşur olmuştur. Ne kadar garip bir hayvan olduğundan bahsediliyor ve herkes onu kendince bir şeylere benzeterek tasvir etmeye çalışıyordu. Zürafayı şaşkın gözlerle seyretmekte, bir yandan da Allah'ın kudretine şaşmaktadırlar. Başı öküze, boynu deveye, gövdesi ise kaplana benzeyen bu "beygir"in kimliği, ağalar arasında ciddi tartışmalara yol açmıştır. “İlyas Efendi’nin, Letaif-i Enderun’da zürafanın gelişini öyle ballandıra ballandıra anlatması bir yana, konu ile ilgili olanlar:

“Zürafanın İstanbul'a gelişi bir hükümdarın memlekete gelişinden çok daha ehemmiyetliydi” yorumunu yaparlar(1453 İBB Kültür A.Ş. Dergisi Yusuf Çağlar). 

Zürafa, padişahın 27 Kasım günü buyurduğu fermanla görücüye çıkar. Hayvanın, ağaçların yapraklarını yiyişi hayranlıkla izlenirken, Habeş Ahmet Ağa, hazırladığı senaryoyu başlatmak üzere bağırır: 

“Zürafa uğurlu ve mübarek bir hayvan olup onu eliyle tutarak, bir kere gezdiren Müslüman, yeryüzünde hiçbir zarar ve ziyan görmez.”

Bu anlatıya göre bu sefer Gülhane Meydanı’nda toplanılmıştı. Yaptığı şakalarla meşhur saray görevlisi Küpeli Abdi Bey’de bu seyirciler içeresindedir. Ne hikmetse Abdi Bey ilk gördüğü günden beri bu zürafadan çok korkmuştu. Zürafa meydana getirilirken Küpeli Abdi Bey korkudan titremeye başlamıştır bile. Sonra da Habeş Ahmet Ağa, hayvandan çok korkan Küpeli Abdi Bey'e doğru bakarak şunları söyler: 

“Haydi, Müslüman olan gelsin, zürafayı şöyle bir gezdirelim. Kim bu hayvanı gezdirirse Cennete gidecektir.” 

Bazı ağalar Küpeli Abdi Bey'in korktuğunu anlayarak “bu çok mübarek hayvandır, tutup gezdiren Müslüman çok sevap kazanır” demeye başlarlar. Bunu duyan Küpeli Abdi Bey iyice ürker. Kendisine zürafayı gezdirmesi teklif edilince de padişaha yalvarıp yakarmaya başlar. Padişahın “cesaretlidir” sözünden sonra ağalar hep birden Küpeli Abdi Bey'i kucaklayıp zürafanın sırtına koyarlar. Bir anda huysuzlanarak, korkan hayvan dörtnala İshâkiye Köşkü'ne doğru koşmaya başlar. Küpeli Abdi Bey zürafanın boynunu sıkıca sarmış, çığlıklar atar. Bu sırada Küpeli Abdi Bey'in padişaha seslenişi duyulur: 

“Ahret hakkını helal eyle efendimiz. İlk menzilimiz ecel beşiğidir. İşte bindim gidiyorum. Elveda.” Hatta bir ara padişahın yakınından geçerken: ''Hakkını helal eyle sultanım! “Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete'' deyimini dilimize yerleşmesine vesile olan kişinin Küpeli Abdi Bey olduğu kabul edilmektedir.