Muhterem okuyucularımızdan bu mektup'un kime ait olabileceğini bilmece tarzında sormuştum. Telefon'um hiç susmadı, faksımıza adetâ belge yağdı. Karşılaştığım ağabeyler, dostlar bizzat vicâhî olarak cevap yetiştirdiler. Arapların meşhûr bir sözü vardır, "İnsan, menolunduğu şey'e daha da hırslanır, "İnsanoğlu, cibilliyetinden-yaratılışından gelen bir hasletle bilinmeyenleri hep merâk edegelmiştir. İlk İnsan, İlk Peygamber, Babamız, Hazret-i Âdem aleyhisselâm, merakı yüzünden, cennette buğdaydan başka bütün ni'metlerden yemesi helâl iken, yasaklanan buğday ağacından yemiştir. Görüş ve düşüncelerine dâimâ i'tibâr ettiğim, değer verdiğim, bir Ağabey, bir iki ipucu verirsen aşağı yukarı yakîne yakın tahminim vardır, dedi. Kendilerine kesinlikle ipucu, işâret, alâmet veremem, yakîne yakın tahmininizi alayım dedim:
Ağabey, yakîn'e yakın tahminini anlatmaya başladı:
"Aziz Kardeşim! 1963 yılında toplanan Vatikan Konsül'inde bir karar alındı. Bin yıldan fazladır, devam ettirdiğimiz strateji ile hıristiyanlığı yayma konusunda başarılı olamadık. Tarihin seyri içinde tertip ettiğimiz haçlı seferlerinde, çokça zulüm yapıp kan dökmemize rağmen başarı elde edemedik, çoğu zaman da tersyüz edilip perişan bir halde geri döndürüldük. Hele, Müslüman Türk Milleti, İslâm Âlemi'nin bayraktarlığını yapmaya başladığından itibâren harcadığımız milyarlarca dolar boşa gitmiştir. Artık, bundan sonra doğrudan cephe açmayacağız, arkadan dolanmayacağız, sevgi diyeceğiz, kardeşlik diyeceğiz, diyaloğ diyeceğiz, dinlerin kardeşliği diyeceğiz, dinlerarası diyalog diyeceğiz."
- Ağabey, bir dakikâ; Son yıllarda sık sık, duyduğumuz, gazetelerde ve TV. kanallarından sık sık tekrarlanan şu sihirli kelime! DİYALOG ne demektir? Öncelikle o'nu bana bir anlat, ondan sonra devam edersin!...
- Aziz Kardeşim, ikide bir böyle sözümü kesip benim insicamımı bozma! Ama, yine de ben sana bu sihirli kelime'nin ne demek olduğunu kısaca anlatayım.
Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğü'ne göre, DİYALOG, Fransızca 'dialogue' karşılıklı konuşma, oyun, roman, hikâye gibi eserlerde iki veya daha çok kimsenin konuşması, konuşmaya dayanılarak yazılmış eser, anlaşma, uyum sağlama veya bu yolda çalışma, Diyalog kurmak anlaşma ve uyum sağlayacak yolda karşılıklı konuşmak...
Ağabey, anladım. Vatikan'ın tesbit ettiği bu yeni strateji'ye göre öyle bir vasat hazırlanacak ki, hıristiyanlarla bâzı müslümanlar oturacaklar karşılıklı olarak konuşacaklar, anlaşacaklar, tam bir uyum sağlayacaklar. Aziz Kardeşim! Müsaâde buyur da şu tahminimizi bir tamamlayalım.
"Vatikân bu tarihten i'tibâren hep bu strateji istikâmetinde hareketle Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan boşluğu da doldurmak için başta Türkiye Cumhuriyet Devleti olmak üzere Sovyetler Birliği'nden ayrılan Türk Cumhuriyetlerindeki Misyonerlik faaliyetleri için, 12 Milyar Dolarlık bir tahsisât ayırdı. Büyük bedellerle Mısır'da, Camiu'l-Ezher Üniversitesinden ve Türkiye'deki bâzı İlâhiyat Fakültelerinden kimi hocaları satın aldılar. Bu hocalar, Vatikân'ın hazırladığı strateji'ye uygun olarak hıristiyanlarla diyalog'lara girdiler. Televizyon mülâkatlarında ve çeşitli yerlerdeki panel ve toplantılarda, "dinler dediler, dinlerarası diyalog dediler, hıristiyanlar ve yahudiler de Allah'a inanıyor, onların da peygamberleri var, dolaysiyle onlar da cennete gireceklerdir" dediler.
Memleketimizde, Türk Cumhuriyetlerinde ve genellikle Ortadoğu Bölgesinde vatikan adına, hıristiyanlık adına memnûniyet verici gelişmeler kaydedildi. Bu bakımdan, sütununuzda neşrettiğiniz arîza'yı-Mektubu olsa olsa, Uluslararası Misyonerlik faaliyetlerini koordine eden, bu operasyonların tepesinde bulunan, Papa'nın Baş yardımcılarından, yüksek dereceli bir kardinal yazmış olmalıdır. Filhakîka, aklıma başka zevat'da gelmekte ama, arîza'daki-Mektup'daki ta'zîm ifadelerini görünce böyle bir mektubu arîza-yı, asla bir müslüman'ın yazamayacağına göre, aklıma gelen diğer ihtimalleri defediyorum. Evet! Bu mektubu-arîza'yı yazsa yazsa, yüksek rütbeli bir Kardinal yazmıştır."
Tebessümle teşekkür ettim.
Aynı mecliste bulunan bir başka Ağabey, yan kulağıyla bizleri dinlerken, burnu'nun ucuna kadar indirdiği gözlüğü ile Gazetemizde neşredilen mektubu-arîza'yı okuyordu. Bizim sükut ettiğimizi farkedince! Öyleyse şimdi ben de tahminimi yapabilirim, dedi. Yalnız, benim tahminim, üstad'ın tahmini gibi yakînî bir tahmin olmayacaktır.
Bu arîza'yı dikkatle okudum, tahlile çalıştım, evvel-i Emirde hemen ifade etmeliyim ki, bu mektup üstadımızın ifade buyurdukları gibi, yüksek dereceli bir kardinal'in, hıristiyan'ın kaleminden çıkmış olamaz. Zirâ bu arîza'daki ifadeler, sibak ve siyak itibâriyle bir bütün olarak düşünüldüğünde bir müslüman'ın, hattâ bir ilâhiyatçı'nın kalem mahsûlü olduğu intibâ'ını veriyor. Ancak, arîza'daki bâzı ifadeler var ki bunları aslâ bir müslüman, hele hele, ilâhiyatçı bir ilim adamı söylemiş-yazmış olamaz. Bir kerre "Üç büyük din'in doğum yeri," diye mektuba başlıyor ki, Allah indinde bir tek din vardır, o dinin adı da İSLÂM'dır. "Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (Âl-i İmrân Suresi 3/19), yine mektubun bir başka yerinde "Üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağların güçlendirilmesinden bahsediliyor ki, Kur'ân-ı Kerim'in sarih, kat'î, değişmez kuralına rağmen "büyük dinlerden bahseden bir kimsenin müslüman-ilim adamı olmayacağını tahmin ediyorum.
Mektubun bir yerinde de "Üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen (olunan olması gerekir) Hazret-i İbrahim'den, üç dinin ihtiyaçları için bir üniversite'den bahsedilmektedir. Mektubun sonunda ise iki yerde "Rabb" ismi, Rabbe, Rabb'in, şeklinde kullanılmıştır. İslâmî Literatürde Allah'ın isimlerinden olan "Rabb" tek başına fazla kullanılmaz.
Kur'ân-ı Kerim'de hemen Fatiha Sûresinde, "Elhamdülillâhi Rabbi'l-Âlemîn" daha başka pek çok âyet-i Kerime'de "Rabbêna, Rabbi'ğfirlî" gibi geçmekte ise de "Rabb'e şükür, Rabb buyurdu, Rabb'in kulu vs. kullanılmaz. Zaman zaman, Memleketimizde bulunan hıristiyan papazları ve diğer vazifeliler böyle kullanmaktadırlar.
Bu tahlil ve başka sebeplerle bu mektup, olsa olsa, gerçekte yüksek dereceli bir kardinal olduğu halde, müslüman din adamı kisvesine büründürülmüş birisi tarafından kaleme alınmıştır.
Bu hususu te'yide eden bir vak'ayı da bu arada anlatayım! Tanzimat Fermanından itibâren, hıristiyanlık Âlemi, hıristiyanlığın dünya'ya yayılmasının önündeki en büyük mânia olan Müslüman-Türk Milleti'nin en büyük mânevî dayanaklarından tasavvufu, Turuk-u Âliye'yi, dejenere etmek için, öncelikle devlet ricâli arasında yaygın, resmî himâye'ye mazhar, Mevlevî'likle, Memâlik-i Osmaniye'nin Avrupa topraklarında yaygın olan Bektâşiye yolunu seçmişler, bir siyonisti, yahudi'yi Mevlevîler arasında sokmuşlar, kendisini dede ve Postnîşinliğe kadar yükseltmişlerdir. Bu yahûdî, yaklaşık kırk yıl kadar, Mevlevî'lerin postnîşinliğini yapmış ve bu sürede Mevlevî'lik tam olarak yozlaştırılmıştır. Günümüzde Mevlevî'lik ve Semâzen'lik, meyhânelerde meze olmuşsa bunun sebebi işte bu yozlaştırma hareketidir.
Üstadımızın tahmini gibi yakîni değilse de benim tahminim bu istikamet'dedir.
Bu Ağabey'e de, tebessümle teşekkür ettim.