MİNOS DEĞİL, GİRİT UYGARLIĞI

M. KEMAL SALLI

Bizi “Sözde müttefik” sayan Batılı dostların Girit konusunda kaygıları var. Türkiye’nin, Girit’te geçerliliğini yitirmiş anlaşmaların gündeme gelmesinden kaygılanıyorlar.

Türkiye Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” ile çağdaş haramilerin Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya uzatmayı planladıkları EastMed doğalgaz boru hattının önüne öyle bir set çekti ki, bölgedeki enerji denklemlerini altüst oldu. ABD/İsrail’in, Avrupa’yı Rus doğalgazıan bağımlı olmaktan kurtarma planı suya düştü. Türkiye, Girit’in statüsüne ilişkin 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nı gündeme getirdiğinde çağdaş haramilerin işleri daha da zorlaşacaktır. Türkiye’nin Girit konusundaki haklarını gündeme  getirmesini önlemek amacıyla Yunanistan çeşitli yollarla desteklenmektedir. 

“GİRİT’İN DÖRTTE ÜÇÜ TÜRKİYE’NİNDİR”

Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri E. Kurmay Albay Ümit Yalım yıllardır yazdığı makalelerde, katıldığı konferanslarda, televizyon programlarında, “Girit’in dörtte üçü Türkiye’nindir. 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Anlaşmasını iyi okuyalım” diyor. 

 “Türkiye başvurup ‘Böyle bir durum var’ derse, Yunanistan’ın kendisini savunacak hiçbir tarafı yok. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ da şimdi çıkıp da, ‘Efendim, biz hakkımızı istiyoruz’ diyemez, çünkü çok uzun bir süre geçti ve zaten fiilen feragat etmiş durumdalar. Türkiye eğer BM ve NATO nezdinde bir girişimde bulunursa, hakkını söke söke alır, her şey ortada...” 

Ümit Yalım’ın, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’yla Girit Adası’nın sadece dörtte birinin Yunanistan’a ait olduğunun bir kez daha teyit edildiğini hatırlatmasının hemen ardından harekete geçen ABD, Girit’in Suda limanına büyük bir deniz üssü kurmuş, uçak gemisi de limana demir atmıştı. 

Türkiye’nin Girit konusundaki haklarını bir başka yazımıza bırakarak, bugünkü PAZAR SOHBETİ’mizde , bugüne kadar MİNOS Uygarlığı olarak anlatılan GİRİT UYGARLIĞI’nın tarihinden söz edeceğiz. Girit Uygarlığı’nın Helen uygarlığı olmadığını belgeleriyle ortaya koyacağız. 

GİRİT UYGARLIĞI’NI KURANLAR KİMLERDİ?

Batı dillerinde Krete, Creta, Créte, Arap dünyasında İkrîtiye, Akrîtiş, Ikrîtiş olarak anılan ve Ege ile Akdeniz’in buluştuğu alanda, 260 km uzunluğunda, 60 km genişliğinde bir ada olan Girit, bugünkü Avrupa uygarlığının temelini oluşturan tarihin en gizemli uygarlıklarından biri olarak anılan “Girit Uygarlığı”nın doğup geliştiği coğrafyadır. 

Giritlilerin Anadolu kökenli olduklarına ilişkin yaygın bir kanı vardır. Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, “Hey Koca Yurt” adlı kitabında, “M.Ö. 7500’lü ve M.Ö. 5500’ü yıllarda İndo-Avrupasallar ve Samiler henüz Anadolu’ya ayak basmamışlardı” diyor. O dönemde Anadolu halkı, eski Sumer, Doğu Ege ( Kiklad adaları ve Girit) karışımıydı.  

Helenler, Ege uygarlığını kuranlara Pelasglar (Deniz Halkı) diyorlardı. Anadolu halkının Lydialılar, Karialılar ve “Minos Uygarlığı”nı kuran Giritlilerin soyu olduklarını biliyorlardı. Lydialılar, Roma çevresine Anadolu’dan göç ederek Etrüsk adıyla Latin ve Roma’nın temelini attılar. Etrüskler kendilerine Aras, yurtlarına da Arasena diyorlar, Rasena, Rasna şeklinde yazıyorlardı.

MEZOPOTAMYA GİRİT VE İTALYA BAĞLARI

Mezopotamya’da, Anadolu’da, Girit ve Mora’da, İtalya’da ortaya çıkan ve Avrupa’nın aydınlanmasına beşiklik eden özgün uygarlıkların oluşmasında Ural-Altay Türklerinin payı var mıdır? 

Mısır’da ve Mezopotamya’da yapılan kapsamlı arkeolojik araştırmalar öncesinde bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün değildi. Fakat, Girit (Minos) Uygarlığı’nı ortaya çıkaran Sir Arthur Evans ve G. Goltz’un çalışmaları, “labris” denilen çift yüzlü baltanın, Sumer’den Anadolu’ya, Girit’e, Etrurya’ya (Etrüsk ülkesi) hatta İskandinavya’ya uzanan coğrafyanın benimsediği dini inançların en belirgin simgelerinden biri olduğunu ortaya koymuştu. 

Karia’da bir Zeus Labrondeus (Labris’in Zeus’u) vardı. Bir Anadolu “tanrısı” olan Apollo’nun Dephoi (Delfi) tapınağındaki papazlara Labriden (Labrisliler) deniyordu. Lydia tanrısının elinde de bir labris bulunurdu. 

Hititler Anadolu’ya gelince, Hattilerden Hitit adını aldılar ve kendi fırtına “tanrıları” Tesüb’ün eline çift ağızlı bir balta (labris) verdiler. 

Dolikine’de (Doğu Anadolu) bir boğa üzerinde duran Zeus’un elinde de bir labris vardı.

G. Goltz’un ömrü, Etrüsk, Girit ve Anadolu’nun Sumer ile olan bağlantılarını ayrıntılı olarak ortaya koymaya yetmedi. Fakat, Mezopotamya’da yapılan arkeolojik araştırmalarda ele geçen belge ve bulgular, Sumer ile Orta Asya kültürlerinin bağlantılarını net olarak ortaya çıkardı. Sumerler kendilerine Kenger diyorlardı ve Kengerlerin atayurdu bugünkü Türkmenistan ile Kazakistan coğrafyasıydı. 

GİRİT ve ETRÜSK UYGARLIKLARINI KURANLAR ANADOLU HALKLARIYDI

Sumer dilinin Ural-Altay dil grubundan olduğu ortaya çıkınca da, Batılı bilim adamları, “Sumer uygarlığında bir Türk verniği vardır” demek zorunda kaldılar. Bilime saygılı bazı Batılı tarihçiler ve ansiklopedik kaynaklar, “Sumer dili kesin olarak Agglutatif diller (Japonya’dan Finlandiya’ya uzanan coğrafyada konuşulan diller) soyundadır” diyorlardı. 

Girit ve Etrüsk uygarlıklarını kuranlar Anadolu kökenli halklardı ve Sumerlerle bağlantılıydılar. Olympos sözü de Helence değil, Giritçe’ydi. Homeros’un dağ tanrıları da, Sumerlerin göktanrılarıydı. (Kabaağaçlı- Hey Koca Yurt)

Etrüsk ve Girit uygarlıkları, Roma ve Grek uygarlıklarından bağımsız olarak gelişmiş, Avrupa uygarlığına beşiklik etmiş özgün uygarlıklardı. Bu gerçeklerin karanlıkta kalması için, Altaylardan İskandinavya’ya kadar uzanan engin coğrafyada binlerce yıl boyunca kullanılmış olan, Batılıların “Runik” dedikleri Ön-Türk alfabesiyle yazılmış Etrüsk ve (Linear A-B ile yazılmış) Girit yazıtları, “okunamıyor” gerekçesiyle görmezden gelinmektedir. Macarların M.S. X. Yüzyıl’a kadar kullandıkları ve Romanya’da yaşamakta olan Sekellerin bugün de “Rovas” adıyla kullanmakta oldukları alfabenin nasıl okunamadığını anlamak mümkün değildir. Prof. Dr. Firudin Ağasıoğlu ile Kazım Mirşan bu yazıları Ön-Türk Alfabesi’yle okumuşlardır. 

GİRİT’TE NEOLİTİK KÜLTÜR

Batılıların “Minos Uygarlığı” olarak andıkları bu benzersiz uygarlığın ilk kalıntıları, İngiliz arkeolog Sir Arthur Evens tarafından Kandiye yakınlarındaki Knossos’ta yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştı. İngilizlerin Knossos’ta, İtalyanların Falistos ve Hagia Triado’da, Amerikalıların Gaurnia’da yaptıkları kazılarda elde edilen bulgular, Girit’te, M.Ö. 4 000’lerde Neolitik bir kültürün varlığını ortaya koymuştu. M.Ö. 3 000’lerden başlayan bakır ve tunç dönemlerinde özgün bir gelişme gösteren bu uygarlık, M.Ö. 2 000’lerde, Mısır uygarlığının da etkisiyle, en parlak dönemine ulaşmıştı.

Geç Minos IA döneminde, yazılı tarihlerin en büyük yanardağ felaketi dedikleri Tera patlaması sonrasında Girit Uygarlığı hızlı bir çöküş süreci yaşamış ve kendileri gibi Anadolu kökenli bir toplum olan Mikenlerin egemenliğine girmişti. Radyo karbon testleri bölgede, M.Ö. 1630’da, büyük bir volkan patlamasının yaşandığı ortaya koymuştur.. 

M.Ö. 1 400’lerde, Pelopones’ten gelen Akalar ile başlayan ve Dor akınlarıyla süren Yunan saldırıları yaşanmıştır. Dorlar döneminde birbirleriyle çatışan kent devletleri kurulmuştur. Bu parçalanmalar, M.Ö. II. Yüzyıl’da Girit’in önemini oldukça azaltmış, Girit Uygarlığı’nın tarih sahnesinden silinmesine neden olmuştur. 

MİNOS DEĞİL, GİRİT UYGARLIĞI

Çevresindeki değişik kültürlerle kurmuş oldukları ilişkiler sayesinde Giritliler, denizciliğe dayalı özgün bir uygarlık geliştirmişlerdi. Girit Uygarlığı tarih kitaplarında  “Minos Uygarlığı“ olarak anılıyor, fakat bu tanımlama, ülkenin mitolojik kralı Minos’tan esinlenen İngiliz arkeologlar tarafından yapılan bir yakıştırmadır. 

Girit Uygarlığını ilk keşfeden İngiliz arkeolog Sir Arthur Evans, bu uygarlığı kuranların,  Kalkolitik ya da Neolitik dönemde Anadolu’dan göçtüklerini savunmuştur. Bu düşüncesine de, Girit ve Batı Anadolu’daki kazılarda ortaya çıkarılan buluntuların, ölü gömme kültürlerinin, Ana Tanrıça kültünün ve dillerinin benzerliklerini kanıt olarak gösterir. Girit’te de kent adları –ssos, -thos, -nd, -nfha gibi Luvice son eklerini almışlardır. A. Furnes de, Neolitik Girirt’in en erken seramik örnekleriyle Alacahöyük’ün Kalkolitik Dönem örnekleri arasındaki benzerliklerin, Sir Evans’ın Girit ile Anadolu kültürü arasında kurduğu kültürel ilişkileri desteklediğini savunmuştur. 

Girit Uygarlığı kendilerine özgü bir alfabe geliştirmişlerdi. Arkeolojik kazılarda, özellikle Phaistos (Festos) sarayı kalıntıları arasında bulunan diskler üzerindeki yazılar henüz okunamadığı için, Giritlilerin dilleri ve Giritlilerin kendilerine ne ad verdikleri bilinmiyor.

Girit Uygarlığı’nın tarihe karışmasından sonra ortaya çıkan Odysseia Destanı’nda Hemoros, Girit’in yerli halkını Eteokriti (Gerçek Giritliler) olarak anmaktadır. Kimdi bu gerçek Giritliler, bilinmiyor. Batılı tarihçiler bu benzersiz uygarlığı “Minos Uygarlığı” olarak kabul etmemizi istiyorlar.

GİRİT’TEKİ İLK İNSAN İZİ 9 BİN YILLIK  

Girit’teki ilk insan izleri Neolitik Dönem’e tarihlenmektedir. Bu dönemden kalma seramiklerle Anadolu’daki kazılarda ele geçen aynı döneme ait seramikler arasındaki benzerlik, Girit Uygarlığı’nı oluşturanların Anadolu’dan göçtüklerini ortaya koymaktadır. Harvard ve Washington üniversitelerinin ortaklaşa yürüttükleri genetik araştırmalar da, M.Ö. 3500’lerde Girit’te “Minos Uygarlığı”nı oluşturanlar ile M.Ö. 1600-1100 yıllarında Yunanistan’ın güneyinde Miken Uygarlığı’nı oluşturan halkların Güneybatı Anadolu’dan göçtüklerini doğrulamıştır. 

Diğer taraftan, Girit’teki kazılarda ele geçen seramik malzemelerin gerek form,  gerekse üzerlerindeki konu ve desen benzerliği, Girit Uygarlığı ile Etrüsk Uygarlığı arasındaki kültürel ve tarihi bağları da net olarak ortaya koymuş olmasına rağmen, bu konularda yeterli araştırma yapılmamıştır. Arkeolog Walter Burkert, Girit dini ile ilgili olguların Etrüsk, Antik Yunan ve Roma kültürleriyle ilişkili olabileceğine dikkat çekmiştir.   

Girit Uygarlığı, kendi kendini besleyebilen kaynaklara ve gerektiğinde kendini koruyabilecek donanma gücüne sahip olan bir devletti. 

Girit Uygarlığı, M.Ö. 1580-1100 yıllarında adaya egemen olan Mikenlilerden farklı olarak, emperyalist olmayan, ticarete önem veren bir politika benimsemişlerdi. Hem tarımda hem de sanat ve mimarlıkta ileri düzeydeydiler. Peleponnes merkezli olarak gelişmiş olan Miken uygarlığı, ağırlıklı olarak Girit Uygarlığı’ndan etkilenmişti. 

M.Ö. 16. Yüzyıl’da, nüfusun artmasına bağlı olarak paylaşılacak kaynaklar azaldıkça, bölgede korsanlık ve saldırganlık giderek artmıştı. 

YUNAN ALFABESİ NASIL OLUŞTTU?

M.Ö. 800’lerde Miken Uygarlığı’nın çöküşe geçtiği dönemde, Antik Yunan Uygarlığı canlanmaya başladı. Bu dönemde Yunanlılar, Fenike ve Girit alfabelerinden yararlanarak Yunan Alfabesi’ni oluşturdular. 

Daha sonraları Dor (M.Ö. 100-67), Roma (M.Ö.67-M.S. 395), I. Bizans (395-824), Arap (824-961), II. Bizans (961-1204) dönemlerinde yaşanan ilişkilerin yoğunlaşmasıyla bir çekim merkezine dönüşen Girit, kültürel ve sosyolojik açıdan çok kozmopolit bir yapıya dönüşmüştü. 

Girit’in statüsüne ilişkin 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nı, 10 Ağustos 1913 Bükreş Anlaşması’nı, 14 Kasım 1914 Atina Anlaşması’nı ve 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’nı unutmadan Girit konusunu gündemde tutmaya devam edeceğiz.