Ene / benlik ince bir elif, bir tel, farazî / hayalî, varsayım bir hattır. Fakat mahiyeti / içyüzü   bilinmezse; tesettür / gizlilik toprağı altında büyür gelişir, gittikçe kalınlaşır. Vücudun / bedenin her tarafına yayılır, koca bir ejderha kesilir. Zamanla bedeni kaplar ve onu yutar. 

     Artık o insan, bütün lâtif / ince duygularıyla âdeta / sanki ene / ben ve benliğin ta kendisi olur. Öyle ki, mesela: “Ben iyiyim, ben güzelim, ben şöyleyim, ben böyleyim.” yerine: 

     “Benden başka iyi yok! Benden başka güzel yok! Sadece ben iyiyim! Sadece ben güzelim! Benden başka, şöyle böyle kimse yok!” vb. gibi ifrat-tefrit / aşırıve tam bir bencilliği ifade eden söylemlerde bulunur! Yere göğe kendini sığdıramaz olur! 

     Şeytan’ın yaptığı gibi, Allah’ın emirlerine karşı çıkar. Âdeta O’nunla çekişir! Herkesi hattâ her şeyi kendine kıyas eder. Kendisiyle karşılaştırır, kendisine benzetir. Allahın mülkünü onlara ve esbaba / sebeplere taksim eder / paylaştırır. Gayet azîm / büyük bir şirke düşer. / Allaha eş koşar!        

“İnne’ş-şirke lezulmün azîm.” / “Muhakkak ki şirk, pek büyük bir zulümdür.” (Lokman: 13) âyetinin meal ve anlamını gösterir.

     Evet nasıl ki, devlet malından para çalan bir adam, oradaki tüm arkadaşlarına biraz vermekle, onları yaptığına ortak etmekle hırsızlığını hazmedebilir, kendini rahatlatırsa; “Kendime malikim!” diyen adam da, “Her şey kendine maliktir!” demeye ve öyle inanmaya, kendini mecbur / zorunlu ve yükümlü hisseder.

     İşte ene / ben ve benlik; şu haince vaziyet ve durumda iken, cehl-i mutlakta / tam ve gerçek bir  cehalet ve bilmezlik içindedir. Binler fünûnu / fen bilimlerini bilse de, cehl-i mürekkeple / katmerli bir cehaletle, tam bir echel / koyu bir cahildir. Çünkü duyguları, efkârları / fikirleri, kâinatın / evrenin envar-ı marifetini / marifet nurlarını getirdiği zaman, nefsinde / kendisinde onu tasdik ve kabul edecek, ışıklandıracak ve idame edecek / devam ettirecek bir madde bulmadığı için sönerler.

     Gelen her şey, nefsindeki renklere boyanır. Mahz-ı hikmet gelse / gelen sırf hikmet de olsa, nefsinde abesiyet-i mutlaka / tamamiyle lüzumsuzluk suretini alır. Çünkü, bu durumdaki “ene”nin rengi; şirk / Allaha eş koşmak ve ta’tîl / Allahı inkârdır.

     Bütün kâinat / evren parlak âyet / alâmet, delil ve kanıtlarla dolsa, o “ene”deki karanlık bir nokta, onları nazardan / bakıştan saklar ve göstermez.

     İşte, bak: Âlem-i insaniyette / insanlık âleminde, zaman-ı Âdem’den / Hz. Âdem zamanından şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm / iki büyük akım, iki fikir akımı her tarafta ve her tabaka-i insaniyede / insan grup ve sınıflarında dal budak salmış. 

     İki şecere-i azîme / iki büyük ağaç hükmünde olan din ve felsefe / hikmet; gelmiş, gidiyor.

     Her ne zaman o ikisi imtizaç etmiş / kaynaşmış ve ittihat etmiş / birleşmiş ise, yani müspet felsefe; dine dehalet edip / katılıp, tâbi olarak / ona uyarak, ona itaat ederek / boyun eğerek dine hizmet etmişse; âlem-i insaniyet / insanlık âlemi parlak bir surette / parlak bir şekilde, bir saadet / bir mutluluk, bir hayat-ı içtimaiye / huzurlu bir toplum hayatı geçirmiş.

     Ne zaman din ve felsefe ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, din etrafında toplanmış. Şer / kötülükler ve dalâlet / doğru yoldan sapmalar; menfî felsefe etrafında cem olmuş / bir araya gelmiş.

     Şimdi şu iki büyük akımın menşe / kaynak, kök ve esaslarına bir bakalım:

     Dine itaat etmeyen / boyun eğmeyen menfî felsefe; bir şecere-i zakkum / cehennemdeki zakkum ağacı suretini / şeklini alır. Şirk / Allaha eş koşma ve dalâlet / doğru yoldan çıkma zulümatını / karanlıklarını etrafına dağıtır.

     Hattâ kuvve-i akliye / akıl dalında; âlemin ezelî ve ebedî olduğunu iddia edip, âhireti inkâr eden dalâlet fırkasını teşkil edenleri yani Dehriyyunu,

     Maddeye ezeliyet veren maddeci materyalistleri yani Maddiyyunları,

     Tabiatçıları, tabiatı yaratıcı kabul edenleri yani Tabiiyyunu; aklın eline vermiş.

     Kuvve-i gadabiye / öfke dalında; Hz. İbrahim’i ateşe atan Babil’in zalim kralı Nemrut gibileri, 

     Hz. Musa’yı öldürmek isteyen Mısır kralı Firavun ve benzerlerini, 

     Yemen’deki Âd kavminin zalim hükümdarı Şeddat gibileri insanın başına atmış.

     Kuvve-i şeheviye-i behimiye / hayvanî istek ve arzulara ait duygu dalında; âliheleri / ilah olarak kabul edilen kadın tanrıçaları, sanemleri / putları ve ulûhiyet / ilahlık, tanrılık dava edenleri semere vermiş / yetiştirmiş.

     Hakikaten Nemrutları, Firavunları yetiştiren; eski Mısır ve Babil’in, ya sihir derecesine çıkmış, ya da hususî olduğu için etrafında sihir telâkki edilen / zannedilen eski menfî felsefeleri olduğu gibi; 

    Âliheleri / ilah olarak kabul edilen kadın tanrıçaları; eski Yunan kafasında yerleştiren ve esnamı / sanem ve putları tevlit eden / doğuran; hep felsefe-i tabiiye / tabiatçı felsefe bataklığı olmuştur.

    Gerçekten, tabiatın perdesi ile Allah’ın nurunu göremeyen insan; her şeye bir ulûhiyet / idarecilik, ilahlık ve tanrılık verip, kendi başına musallat ve tebelleş eder.

     İşte o şecere-i zakkumun / cehennemdeki zakkum ağacının, çekirdek ve tohumu; enenin saksılık ettiği menfî felsefe olduğu gibi,

     Şecere-i tubanın / cennetteki saadet ağacının, çekirdek ve tohumu ene’nin saksılık yaptığı din ve müsbet felsefedir. Nitekim, şecere-i tuba-i ubudiyetin / kulluğun tuba ağacının tohum ve çekirdeği de ene’dir.

     Nitekim dinin:

     Kuvve-i akliye dalında enbiya / peygamberlerin, mürselîn / Allahın insanlar için seçip gönderdiği büyük zatların, evliyanın / Allah dostları ve sıddıkîn / doğrulukta Allahın rızasına ulaşanların,  

     Kuvve-i dafia / zararlı olanları reddetme duygusu dalında, âdil / adaletli hâkimlerin, melek gibi melikler ve hükümdarların,

     Kuvve-i cazibe / yararlı şeyleri çekme duygusu dalında; hüsnüsîret / manevi, ruhî güzellik ve ismetlilerin / günahsızların, cemal-i suret / güzellik ve sahavet / cömertlik ve kerem sahibi kişilerin kaynakları birdir. 

     Evet, insanın kâinatın / evrenin en mükemmel / olgun bir meyvesi / şecere-i tuba-i ubudiyet / kulluğun tuba ağacı hükmünde bulunduğunu gösteren o ağacın menşei / kökü ile,

     O şecere-i zakkumun / o zakkum ağacının menşei / aslı birdir. 

     Demek ki, ene ve benlik denen çekirdek ve tohumun iki meyvesi, iki ciheti var.