Her çocuğun süperkahramanıdır babası. Çizgi romanlar ve bilim kurgu filmlerdeki hayali kahramanlar bile su dökemez onun eline. Baba bir tanedir. Babadır o. Korur, savunur, besler, destekler. Baba öğretir, baba eğitir, baba her şeydir. Varlığı güç katar  güven verir. İlk adımı atarken ondan cesaret alırız. Düşmemize izin vermeyeceğini biliriz. Korkusu bizi hataya düşmekten alıkoyar, sevgisi hayata sımsıkı tutunmamızı sağlar.

Benim süperkahramanım bir öğretmen. Büyükbabam öğretmen olunca e tabii o da babasının yolundan. Yumuşak sesi ile şarkılar söyleyen bir müzik öğretmeni, iyi bir piyanist, hem eğitimci, hem idarecilik yapmış bir bilgili. Kara kalem çalışmalar, yağlı boya tablolar, boş duvarlara natürmortlar yapan yetenekli bir ressam. Kimi zaman çiçek böcekle, domates, biberle haşır neşir bir bahçıvan, kimi zaman fındık bahçesinde dalları büken, sepet taşıyan bir ırgat. İhtiyaç halinde sıvacı, boyacı, tamirci. Hatta elektrikçi veya su tesisatçısı. Her eve lazım İsviçre çakısı gibi komple bir şey yani. Mükemmel ütü yapar. Güçlüdür, kaldırır, indidir, taşır yüksünmez. Anam için ağacın tepesine tırmanır, dut toplar, incir toplar, muşmula, taflan toplar üşenmez. Kıvrak zekalı, esprili, duyarlı enteresan bir insan. Sever sevgisini belli etmez, kızar kızdığını belli etmez, küser küstüğünü belli etmez, öyle de gizemli. Kimseden bir şey istemez, kimseye minnet etmez, paraya pula önem vermez, kendi yağı ile kavrulur, bulursa yer, bulmazsa yatar uyur, zararsız ve kendi halinde. Hovardalığı yok, içkisi, sigarası, kumarı yok, tutumlu, uyumlu, kanaatkar.

Yıllarını ülkesinin gençliğine adamış, gençliğin içine müzik aşılamış vatanını seven, milletini yücelten, Atatürk'çü vefakar bir öğretmen. Korolar çalıştıran, ufacık çocuklara piyano dersleri veren, kah elinde bağlaması Aşık Veysel'den, Neşet Ertaş'tan türküler, kah udu ile Müzeyyen Senar ve Zeki Müren'den şarkılar çalıp söyleyen, piyano başına geçtiğinde Mozart, Beethoven, Bach çalan bir dünya insanı benim babam.

İyi ki benim babam. BENİM BABAM BİR SÜPERKAHRAMAN.

O hiç bir zaman benim müzikle ilgilenmemi arzu etmese de genleri ile Allah tarafından DNA'ma işlenmiş yeteneği. İlk okulda mükemmel flüt çalan, orta okulda İstiklal Marşı'nı ezbere solfej yapan bir çocuk oldum o genlerle. Sadece müzik yeteneği mi, tüm becerileri aktarılmış bana çok şükür.

Merak ettim yıllarca aslında; Elalemin çocuklarına nota gösteren, piyano öğreten, her yerde parmakla gösterilip övgü ile bahsedilen Muzaffer Hoca neden oğluna bir şey öğretmez... Bu beni daha da ilgili yapardı müziğe. İnadına daha çok üstüne düşerdim. Sen öğretmedin ama bak ben öğrendim demek için gayret ederdim. Kendi kendime piyano çaldım, kendi kendime darbuka çaldım. Besteler yaptım, sözler yazdım. Geçtim klavyenin başına, açtım müzik setini, koydum 90'lık boş kasetleri, bestelerimi hem çaldım, hem okudum kayıtlar aldım. Her yaz tatilinde düğünde, sünnette, Giresun'un meşhur aile çay bahçelerinde çaldım, söyledim harçlığımı çıkardım. Lise bitti, 9 Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği bölümünü kazandım.. gitmedim. Evet gitmedim. İlk defa o gün gerçek anlamda dinledim babamı. Kayıt vakti yaklaşıyordu. Ya Buca'ya gidecektim ya Konya'ya... Geçti karşıma ve şöyle dedi; "Oğlum benim hayatım hep müzik oldu. Başka hiçbir şey yapamadım.

Pişman mıyım, değilim. Ama ben şanslıydım öğretmen oldum. Arkamda devlet vardı. Sadede müzisyen olsaydım belki de aç sefildik... Senin önünde şimdi iki tercih var. Veteriner Fakültesini de kazandın, Eğitim Fakültesini de. Ya Hekim olacaksın ya şarkıcı. Müziği her zaman yaparsın ama Veteriner Hekim her zaman olamazsın. Müzik bir hobidir. Müzikten para kazanabilirsen bir meslek olur senin için. Yoksa akşama kadar kendin çal, kendin söyle yok bir kıymeti. Elinde somut bir mesleğin olsun, okulunu bitir de sen yine ne istersen onu yap. Diploman hep bir kenarında dursun."

İlk defa bu kadar ciddiyetle dinledim babamı. İlk defa, alıcı kulağıyla. Müzik uğruna sürekli onunla inatlaşan ve didişen ben ilk defa kulak kesildim sözlerine.. dikkatle. Aklın yolu birdir elbet, tecrübe ile mukabil. Hak verdim babama ve Konya yolu göründü bize. Sırtlandık valizleri, doğru Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesine. Ben tabii ki İzmir'de büyümüşüm. O zamandan meraklıyım giyime, kıyafete. Onu da götüreyim, bunu da götüreyim deyince doldu koca valizler. Mübarek okumaya değil moda haftasına gidiyorum sanki. Dedim ya benim babam süperkahraman, taşıtmadı bana. 16 yaşında bilmediği memlekete, bambaşka kültürde mutahasıp bir memlekette okumaya giden ergen evladına kıyamadı, o sırtlandı ağır valizleri Allah razı olsun.

Ne mutlu ki çok başarılı ve keyifli bir üniversite hayatım oldu, hocalarım sevdi, arkadaşlarım sevdi. Ne sağcısı, ne solcusu musallat olmadı. Geçemezsin dediler, okudum, çalıştım, hocalarım da hakkaniyetli davrandı derece ile hem de bütünlemeye bile kalmadan okulumu bitirdim. TÜBİTAK destekli bilimsel araştırmalar yaptım, araştırmalarım ulusal ve uluslararası bilim dergilerinde yayımlandı. Mezun olunca, Cerrahi,

Histoloji ve Viroloji üç ayrı kürsüden asistanlık teklifi aldım. Oturdum, düşündüm, ölçüm, tarttım, yine bir yol ayrımında radikal bir kararla hocalarımı arayıp affımı istedim. Ve sonunda döndüm, dolaştım üniversite mezunu, diplomalı bir şarkıcı oldum.

Ben süperkahramanımın yolundan aslında hiç ayrılmadım.

Yalancı mıyım?