BENİ TERKETME

Abone Ol
Parmak uçlarımızda yürüyebilsek, komşu Ahmet amcanın, bahçesine izinsiz girsek, annemize şikayet etseler. Annemizin, kollayıp, örtbas ettiğini gören Ahmet amcanın, karısı Ayten teyze, bu defa babamıza şikayet etse; “Çocuğunuz, bizim bahçeden, yedi veren gülleri koparmış, ceviz ağacına çıkmış, sarı kiraz ağacına asılmış, dalı kırmış.” Şikayet etseler yine bizi ailelerimize... 
Zeytin yağlı fasulye ile pilava tam çatalı uzatacak iken; karşımızda çatık kaşlı babamızı görsek; “Ben namusum, onurum için yaşıyorum. Benim çocuğum komşunun bahçesinden elma, ceviz, kiraz çalamaz.!!!” Yemeğin burnumuzdan geldiğini düşünüp, sofradan kalksak, annemiz araya girse; “Aslında öyle yapmak istememiş, böyle olmasını o da istemezdi...” diye bizi o yürek sesi ile savunup, korumaya alsa...
Yada biraz daha büyüdüğümüz o liseli günlerimizi yaşasak yine diyorum; kendini bulma kimliği içindeki; “Ne olduğumuzu, kendimize sorduğumuz; “Ben KİMİM” desek. Vücudumuzdaki değişikliklerle biraz mahcup, biraz gururlu; “Büyüyorum” diye kasılsak... 
Araba sürme merakı, hız yapma telaşı, rock, metal yabancı gruplarının şarkılarını odamızdan karşı sokaktaki, Emine teyzenin, evine gidecek kadar yüksek seste açsak... Yine şikayet edilsek; “Sizin, kız-oğlan gavur şarkılarıyla başımı ağrıttı. Dün gece uyuyamadım, başımın ağrısından; patates alnıma koydum, başımı bağladım, geçmedi geçmedi, komşum. Çocuğuna terbiye ver.!” söylenilse... 
Güzelim gözlerimiz, güneşte parlamasın diye, kara kara gözlük markalarını araştırıp dursak, gözlüğü, evde başa takmanın cakasını yaşasak. Beyaz ve siyah renk daracık, üstümüze yapışan, thisörtleri tercih etsek, hele de üzerinde yabancı birkaç kelime yazılıysa; göğsümüzü gere gere yollarda yürüsek... 
Masanın üzerinde duran anahtarı, gözümüze kestirip, kuzenler veya arkadaşlarla babamızın, rugan ayakkabısı gibi parlattığı, Chevrolet, HacıMurat 124 ya da Anadol arabayı çalsak... Şehir içinde bir kaç tur atsak, çevre yoluna doğru kaçarken, müziği son seste açıp, Pink Floyd, İlhan İrem dinlesek. En yakın bakkalın önünde durup birkaç Uludağ ve Çamlıca gazoz alınca, kanaldan geçen suya soğuması için bırakılan kocaman karpuz ilişse gözümüze alsak, yanımıza. Çamlık alanda durup, ortasından kestiğimiz karpuzu yamyamlar gibi kemirsek kabuklarına varıncaya dek. Aklımıza, gelince arabanın asıl sahibi; babamız veya arkadaşımızın babası; “Nasıl olsa bu gece kıyamet kopacak, bir on dakika daha kalalım arkadaşlar...” deyip, birbirimizi ayartsak. 
Okulu assak, sinemaya gitsek... Daha neler neler “Dün Albümü” içinde sakladığımız, gelince hatırımıza, yüzümüzü güldüren o neşeli, art niyetsiz kanımızın deli gibi aktığı, masum günlerimizi yaşasak...
Şimdi nerden çıktı bunlar diyeceksiniz. Bu kadar, hatıraları yerinden oynatmak değil, niyetim; içimdeki çocukluğumu, çocukluğumuzu güncellemekti tek isteğim. Bahar, gelince içimde tatlı bir telaş ve sevgili çocukluğum depreşiyor; Nisan baharının 23’ünde hep aynı şeyleri yaşıyorum. 
Hani, “Ah Çocukluğum”, dememek için; seyrekleşen saçlarımıza fazla üzülmeden, uykusuz gecelerdeki çocukluğumuzun düşlerine; “Eyvahlar” çekmemek için... 
Hani, kaybetmeden çocukluğumuza sahip çıksak yada yanıbaşımızda kalması için arada bir çantamızı yoklasak... O gurur acısını yaşamadan, ihanetlere maruz kalmadan, acınası geç kalmışlık ağrısını yaşamadan, çocukluğumuza göz atsak ve güzel olan herşeyi, masa üstüne kopyalasak, yeni klsaörlere isim versek.! 
Yalan, dolan dolu dostluklardan sıyrıldığımızda; o canım çocukluğumuza sarılsak ve çok güçlü kalsak. Şimdi hepimiz, şöyle o canım çocukluğuna göz atsın ve bizi terketmemesi için seslensin; 
“Sevgili Çocukluğum, herkes terkedebilir; Ah çocukluğum, sen terk etme beni...!