Bela mı insana koşar, insan mı belaya koşar?

Abone Ol

Bela mı insana koşar, insan mı belaya koşar?
İsterseniz sorumun yanıtını birazdan okuyacağınız yazımın sonuna saklayın. Çünkü birazdan okuyacaklarınız karşısında bir çoğunuzun düşüncesi değişecek ve hepiniz ağız birliği etmişcesine aynı cümleleri zikredeceksiniz.

Burak henüz 23 yaşında geleceğe umutla bakan bir gençti. 
Ailesinin maddi manevi tüm yükünü tek başına sırtlamış olması bile, yaşama sevincini gölgeleyememiş, neşesinden hiç bir şey kaybettirmemişti.

Dolu, dolu geçirdiği hafta sonu tatilinin ardından, haftanın ilk iş gününe İçinde anlam veremediği tarifsiz bir sıkıntıyla uyandı.
Hayır olsun dedi kendi kendine. Sonra yavaşça yatağından kalktı. Kendini topladı ve iş yerine doğru yola koyuldu. 
İçindeki sıkıntı gün boyu devam etsede, nihayet akşam olmuş ve güle oynaya evine gitmişti.

Annesinin yaptığı yemeklerden ayak üstü bir şeyler atıştırdı. Üzerini değiştirdi ve içindeki sıkıntı biraz azalır düşüncesi ile dışarıda onu bekleyen arkadaşlarının yanında aldı soluğu.

Arkadaş grubundaki gençler kendi aralarında hararetli bir şekilde konuşuyor, başka bir grupla yapılacak olan kavganın planını yapıyorlardı.

Burak arkadaşlarının neler konuştuğunu anlamaya çalıştığı sırada gençlerden bir tanesi Burak ın, yanına gelerek eline uzun namlulu bir silah tutuşturdu. 

İnsanın basireti bağlanmaya görsün! 

Burak o an dan itibaren basireti bağlanmış düşünemeyen, konuşamayan arkadaşları tarafından programlanmış bir robottan ibaretti. Artık arkadaşları ne yaparsa onlara ayak uyduruyor, söylenenleri harfiyen uyguluyordu. 
Bu işin geri dönüşü yoktu. Çünkü Burak bir erkekti. Ve arkadaşlarını yarı yolda bırakmak delikanlılığa sığmazdı. Ölümse, yolun sonu bile bile ölüme gidecekti. 
Malum. erkekliğin kanununu böyle yazmıştı zamanında densizin biri! 

Basit bir sokak kavgası iki grubunda silahlarını kuşanıp gelmesi ile meydan savaşına dönmüştü adeta.
Herkes canını kurtarmak için bir tarafa koşuyor. Ardı ardında sıkılan silah seslerine, çocukların, kadınların çığlıkları eşlik ediyordu. 

Burak, eline zorla tutuşturulan silahla ordan oraya koşturuyor canını kurtarmaya çalışıyordu. Tam da o sırada kolunda soğuk bir şey hissetti. Önce elinde sıkı sıkıya tuttuğu silahı düştü. Ardından kendi yere yığıldı.
Olduğu yerden yarı baygın bir şekilde etrafına bakındı. Her yer kan gölüne dönmüştü. Ve hemen yanı başında arkadaşının cansız bedeni duruyordu. 

Herşey bir kabus gibiydi ve bir an evvel bu kabustan uyanmak istiyordu.
Bir süre sonra gözlerini açtığında başında bekleyen bir polisle kendini hastane odasında buldu. Artık o bir hükümlüydü ve tedavisi bittiğin de ceza evine nakledilecekti.

Sadece On beş dakika süren çatışmanın acı blançosu. İki Ölü, beş yaralı, yirmi dört gözaltı. Ve evlerinin içine ateş düşen onlarca aile. 

Şimdi yazımın en başında sorduğum sorumu tekrar soruyorum. Belamı insana koşar, insan mı belaya koşar.