Uzun yıllar önce psikolojiye giriş ders kitaplarımdan birinde okuduğum şu cümlenin etkisinde uzunca bir süre kalmış ve geçen yıllarla birlikte kalın ve altı kırmızı kalemle çizilmiş bir satır misali belleğime bu sözü kazımıştım…

Mantığım ve sezgilerimdi konu. “Eğer bir konuda karar almada bir çatışma yaşıyorsan, şunu bilmelisin; Savaş sezgilerin ve mantığın arasında  veriliyor demektir.”

Sezgilerin avantajı kararlarını çabuk almana yardımcı olmasıdır. Üstelik sezgilerin tehlikeyi çabuk algılamanı sağlayarak sana yol gösterecektir. İdeal olanı her ikisini de dengeli kullanmandır. Olmadı mı? “Yazı tura bir atmayı dene…”

Sözüyle, mantığım ve sezgilerim konusunu ustalıklı bir manevrayla sonlandırmıştı kitabın yazarı.

Sizi bilmem ama benim için sezgilerim çok ama çok önemli. Yıllardır mantığım ve sezgilerim arasında kaldığım nice savaşım oldu benim. Bazen ben savaşı kaybettim, sezgilerim yanıldı. Bazen de ben kazandım savaşı. Sezgilerin hem yanıltıcı hem de faydalı olabileceğini öğrendim böylece. Fakat sezgilerimin beni çok fazla yanıltmadığını belirtmek zorundayım...

Sezgi: Bilinç dışında gerçekleşen hızlı bir zihinsel süreç. Kaynağı hala psikoloji bilimi için bir araştırma konusu. Kısacık birkaç saniye içersinde hiç tanımadığımız birinin pek çok özelliği hakkında tahminde bulunmamızı sağlayan içimizde ki gücün kaynağı sezgi.

Sezgilere güvenmek, sezgileri eğitmek, sezgiler ve mantık arasında kalmak, sezgilerinde yanılmak gibi günlük yaşamımız içerisinde kullandığımız deyimleri düşününce pek çoğumuzun karar alma dayanaklarında Sezginin gücünü ve önemini  yadsımadığını  görürüz.

Peki bir insanın yani hiç tanımadığımız bir insanın o ilk beş ya da on saniyelik kısacık süreç içersinde öğrenme becerisini, içe ya da dışa dönüklüğünü, dürüst veya güvenilir olduğunu, onlardan çekinmek ya da güvenmek gerekebileceğini, işe alım mülakatı sırasında adayın performansının ve kişilik özelliklerinin o pozisyon için yeterli olduğunu düşünmemizi sağlayan ilk izlenimlerimizin kaynağı olan sezgilerimiz, eğer bedenin oldukça açık sözlü olan dilini okumayı ve çözmeyi bilenlerdensek bizi  daha az yanıltıcı sonuçlara götürür desem.

Yalan, samimiyetsizlik, çelişki, şüphe, tereddüt, bastırılmış bir dürtü, duygu, karşı cinse yaptığınız bir kur, işte burada mesele tıpkı doğada ki gibidir.Bu nedenle biz kadınlarda daha sık görülür. İşin kur kısmını kadın başlatır. Yani hoşlandığımız erkeğe karşıdır. Biz kadınlara özgüdür. Çokça içgüdüseldir. (Saçlarımızı savurmak, omuz üzerinden bakmak, dudaklarımızı ıslatmak, dik oturmak ve göğüsleri daha dışarı çıkarmak, cinselliği öne çıkarmak için erkeğin dikkatini kalçalar üzerinde yoğunlaştırmak. Bu nedenle kırıtarak yürümek... Uyarıldığı için cinsel bölgelerinde kan toplanan kadının kızaran dudakları, heyecandan yanaklarının kızarması gibi nice verilebilecek örnek…)

Erkekte ise hoşlandığı, cazibeli bulduğu bir kadın karşısında göz bebeklerinin büyümesi, sınırlarını geniş tutan, meydan okuyan oturuş şeklini alması (yani bacaklarını açarak oturması), uzun uzun ve yan bakışlarla bakarken yanaklarının istemsiz kızarması, kravatını düzeltme, kemerine dokunma ihtiyacı içersinde olması...

Zarla oynanan oyunlar özünde şansa dayalı oyunlardır değil mi? Zarı atan eğer yavaş, yumuşak bir şekilde zarı atarsa küçük bir sayı geleceğine, güçlü ve hızlı bir şekilde zarı atarsa büyük bir sayı geleceğine inanırlar. Sezgilerine en çok güvenen fakat sonrasında kaybeden insanların başında kumarbazlar gelir. Nasıl atarlarsa atsınlar zar kendi bildiği şekilde dönüverir. Mantık ve sezgiler arasında bir savaş yoktur burada çünkü. Kumarbaz bu nedenle sık sık kaybeder…

Beden dilini okuruz o anlarda kumarbazın…

Birbiri ardı sıra gelen karmaşık, başı sonu belirsiz cümleler, yerinde duramayan eller, ritmik sayı sayar gibi çalıştırılan parmaklar, terleyen şakaklar, rakibin gözünün içine bakıp meydan okumalar, ortaya atılan blöfler,endişesini saklamaya çalışan, samimiyetsiz, suni kahkahalar, yersiz şakalar.

Kaybedeceğini anladığında mış gibi yapmak... Miş gibi olmak istemiştir kumarbaz... Fakat bedenin sessiz gibi görünen oysa avaz avaz bağıran çığırtkan bir dili vardır. Yani beden çok açık sözlüdür... Yırtmaya çalıştığınız, sıvışmaya çalıştığınız, meselelerin içinden çıkamadığınız yani zarların doğası gereği kendi bildiği gibi dönüvereceğini anladığınız o endişe dolu anlarda, hele bir de sezgilerinizi eğitmeye mahir bir kişisel geçmişiniz, yaşam tecrübeniz ve duygusal ve sosyal zekanız  da yoksa sıklıkla o kaybeden kumarbazın durumuna düşebilirsiniz topluluk karşısında. 

Pokerde kazanan adamın suratı her zaman mimiksizdir. O çok soğukkanlıdır. Çünkü; Ya zarları hilelidir ya da sezgileri masa oyunlarında sadece blöf yapan küçük balıkları ayırt etmeyi yiyerek muktedir olmayı öğretmiştir…

Sezginin gücü sizi vezir edebilir ancak beden dilinizin açık sözlülüğü her kim olursanız olun sizi rezil edebilir...

Ne demiştik yazının başlangıcında; Bir konuda karar almada çatışma yaşıyorsak, savaş sezgilerin ve mantığın arasında veriliyor demektir ve mantık her zaman rasyonel karara dayanır. Sezgilerin tehlikeyi çabuk algılamanı ve hayatta kalmanı sağlayacak kadar güçlü değil ise iş işten geçmeden mantığını dinle... Bedeninde sirayet eden hiçbir ifadeyi bastıramaz ve ondan kaçamazsın. Sadece bunları bir parça yönlendirmeyi öğrenirsin.. .Bilinçsizce yaptığın bu hareketler bazen binlerce kelimeden çok daha fazla şey ifade eder…

Kaynak:

Doç. Dr: Aysel Kayaoğlu

Yrd. Doç. Dr: Yavuz Tuna

Bedenin Dili: 

Psk. Dr: Acar Baltaş

Psk. Dr: Zuhal Baltaş

Terapi Portalı

Emre Konuk