“Şâir’lere gelince, onlara da azgınlar (sapıklar) uyarlar. Onların her vâdide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?” (Şuarâ 26/224, 225, 226)

“Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çok çok zikredenler ve haksızlığa uğradıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” (Şuarâ 26/227) 

Sahîh hadis külliyatında yer alan pek çok hadis-i Şerif’ten anlaşıldığı üzere kötülüğü, azgınlığı, fuhşu ifade etmeyen, imanı iyi işleri ve ahlâk-ı Hamideyi teşvîk eden şiirler, yukarıda âyette kötülenen şiir’lerden istisna edilmiştir. Kötü şiir’lerden istisnâ edilen şiir’ler, 

1) İymanı, 

2) İyi işleri-güzel amelleri, 

3) Tevhidi, nübüvveti (Peygamberliği), halkı, Hakk’a da’veti, 

4) Hiçbir kimseyi hicvetmeyen (kötülemeyen) hicvedilenlere yardım için hicveden, zulme uğrayanlara yardım için dile getirilen şiir’ler istisna edilmişlerdir. Şiir’leri istisna edilen şâirler, Resûl-i Ekrem Efendimizin takdirini kazanan Şuarâ’yı muhdaramîn, Abdullah İbn-i Revâha, Hassân bin Sâbit, Ka’b bin Mâlik, ve Ka’b. Bin Züheyr, rıdvânu’llâhu aleyhim Ecme’în’dirler. Peygamber şâir’leri, büyük bir mahâretle Kureyş müşriklerini hicvediyorlardı. Ka’b.bin Mâlik radiya’llâhu anh, “Müşrikleri hicvediniz Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, onları hicvetmeniz, onlara ok atmanızdan daha şiddetli sıkıntı verir.” buyurmuştu. 

Hassan bin Sâbit’e: “Müşriklerin (şiirlerinle) hicvet, ki, muhakkak Cebrail de seninle beraberdir,” buyururdular. 

Buhârî, Ebû Davud ve Tirmizî’nin, Abdullah İbn-i Ömer radiya’llâhu anh’den rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem Efendimizin: 

“Fasîh ve beliğ olan sözde (beyan’da) sihir, şiirde hikem (hikmetler) ve menâfi’(menfe’atler) vardır” buyurduklarını biliyoruz. 

Ahmed İbn-i Hanbel’in, Enes İbn-i Mâlik’ten radiya’llâhu rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte “Sizden birinizin midesine maddî hayatını zehirleyecek irin gibi zehir maddeleri doldurması, hâfızasına ruhunu ifsad edecek şiir doldurmasından hayırlıdır” buyurmuşlardır. 

“Seherde fecr-i Sâdık yükselip nûr saçtığı bir ân 

Resûlullah okur Ashabına tertil ile Kur’ân

Halâs etti dalâletten hidâyet etti İslâm’a

Anın irşâd-ü tergîbiyle girdik din-i meftûre 

Çıkardı zulmet-i küfr-ü dalâletten bizi nûre

Firâşından çıkıp eyler idi Mevlây-ı istikbâl 

Gece müşriklere, madca’ları eylerken istiskâl 

Abdullah İbn-i Revâhe yukarıdaki kasideyi inşâd ettiği sırada Resul-i Ekrem’in meclis’te hazır bulunanlara hitâben, “Kardeşiniz, şüphesiz bâtıl söz söylemez” buyurmaları güzel şiir’in güzel söz gibi memdûh ve mahmûd olduğuna açıkça delâlet eder. Aynı zamanda Resûl-i Ekrem’in şiîr’in fuhuş ve bâtıl kısmını ve hicve dair olan nev’ini, zem ve takbîh buyurmuş oldukları anlaşılmaktadır. 

Maddî ve ma’nevî hiçbir kıymet (değer), şiir kadar insanın ruhunda füsunkâr bir halde müe’ssir olamamıştır. Şiir, ihtivâ ettiği mevzu ve emsâle göre tehzib-i ahlâka hizmet ettiği gibi şiir kadar insanın ruhunu, fazilet hislerini ifsâd eden hiçbir vâsıta-i ifsâd da yoktur. Şiir, iki yüzlü kılınç gibi faziletlere dâir olsa da rezillikler ihtiva etse de aynı şiddetle müe’ssirdir. Bir ressâm’ın fırçasından daha canlı ve bediî fazilet levhaları resmeden bir kalemi, aynı zamanda bütün insâni faziletleri ve meziyetlerdi altüst edecek tablolar da çizebilir. İşte Resûl-i Ekrem, birinci nev’i şiiri medh-u senâ, ikincileri de zem ve takbih buyurmuştur. Yoksa gönderiliş gâyesi ahlâkî güzellikleri ta’lim etmek olduğunu ve bunun da yegâne vâsıta-i tebliği, edebî uslûb ile güzel mevzulardan ibâret bulunduğunu her vesiyle ile tebliğ buyuran, beşer’in en fesihi, Efendimiz şiiri çok severlerdi. 

Amr İbn-i Şerîd’in babası Şerid İbn-i Süveyd-î Sekafî radiya’llâhu anh’den rivâyetine göre, Şerid: Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem bir kerre Ümeyye İbn-i Ebî Salt’ın şiirini okumaklığımı istedi. Ben de Ümeyye’nin şiirlerinden yüz kâfiye inşâd ettim” demiştir. 

Şâir İbn-i Revâha Hazretleri son beytiyle meâl-i Şerifi aşağıdaki âyet-i Kerimeye telmîh etmiştir: (Mü’minlerin yanları (geceleri) rahat yataklarından uzaklaşır. Onlar, (Cenab-ı Hakk’ın Celâl-ü azametinden) korkarak ve (bî-nihâye rahmetinden) ümitlenerek Rab’larına du’â ederler. Ve bizim kendilerini rızıklandırdığımız ni’metlerden infâk ederler”. (Secde Suresi 26/16) 

Fetret dönemlerinde, (Peygambersiz geçen zamanlarda) insanlar, muhtelif dalâlet yollarına saptıkları gibi, ba’zı hususlara çok büyük ehemmiyet vererek o dallarda ihtisaslaşmışlardı. 

Hazreti Mûsa aleyhisselâm gönderilmeden önceki zamanlarda, insanlar arasında sihir öylesine yaygınlaşmış, adı üstünde sihir, sâhirler bütün insanları teshir etmişler, insanlar neredeyse, sihirle mu’cize, risâlet ile Firav’nî küfrü ayırdedemez hale gelmişlerdi. Böyle bir kavme Hazreti Mûsa Peygamber olarak gönderildi ve bütün sâhirlerin oyunlarını boşa çıkaran bir mu’cize ile onu te’yîd etti. 

“(Firavun) dedi ki; Eğer bir mu’cize getirdiysen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster bakalım.” “Bunun üzerine Mûsa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi!” “Ve elini cebinden çıkardı. Birden bire o da seyredenlere bembeyaz görünüverdi.” (asa-baston ve el beyazlığı, Hz.Mûsa’ya ihsan buyrulan iki mu’cizedir.) 

“Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki; Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yolunuzdan çıkarmak istiyor, Ne buyurursunuz?” 

“Dediler ki: Onu da, kardeşini de beklet; şehirlere toplayıcılar (me’murlar) yolla. Bütün bilgileri sihirbazların sana getirsinler.” (Haz.Musâ’nın kardeşi Harun aleyhisselâm’dır. O da kardeşine yardımcı olarak gönderilmiş bir Peygamberdir.) “Sihirbazlar Firavun’a geldiler ve: Eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfât var mı? dediler.” “(Firavun) evet hem de siz mutlakâ yakınlarımdan olacaksınız, dedi.” “(Sihirbazlar): Ey Musa sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım? dediler.” “Siz atın” dedi. Onlar atınca, bir sihir gözlerini büyülediler (teshîr ettiler), onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler.” (Sihirbazlar ip ve odun parçalarını ortaya attılar. Fakat halkın gözlerini büyüledikleri için bu attıkları şeyler onlara yılan gibi görünmüştü.) “Biz de Musâ’ya, “Asa’nı at!” diye vahyettik. Bir de baktılar ki, bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.” “İşte, böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti.” “İşte Firavun ve kavmi orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler.” “Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.” (A’raf Sûresi, 7/100-120 arası ayetler.) 

Hazreti İsâ aleyhisselâm’ın bi’setinden önceki fetret döneminde, İsrail oğulları arasında yayılan bütün dalâletlere rağmen, devrin tabibleri Tıp Biliminde, sıhhat sahasında çok ilerlemişler bütün hastalıklar, bir-kaçı hariç, tedâvî edilebiliniyordu. Devrin tabibleri ölüme çâre arıyordular. 

İşte böyle bir kavme, Cenab-ı Hak, Haz.İsâ’yı, anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirme, ölüleri diriltme mu’cizesiyle te’yid ederek Peygamber olarak göndermiştir. 

“Allah o zaman şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsâ! Sana ve annene (verdiğim ni’metimi hatırla! Hani, seni mukaddes ruh (Cebrail) ile desteklemiştim; (bu sâyede sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlara konuşuyordun. Sana kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun da, ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalı’yı iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle (hayata) çıkarıyordun. Hani İsrail oğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (mu’cizeler) getirdiğin zaman içlerinden inkâr edenler, “Bu apaçık sihirden başka bir şey değildir, demişlerdi.” (Mâide 110) 

Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin bi’setinden önceki fetret ve cahiliyye döneminde, insanlık tarihinde görülmemiş dalâletler ve kız çocuklarının ayıp sayılarak diri diri toprağa gömülmesi, kadınların bir ticârî meta görülmesi gibi, zulûm ve ahlaksızlığa karşı, her yıl, Cezîretü’L-Arab (Arab Yarımadasında’ da, Arab Yarımadasının, Ukaz ve benzeri panayırlarda düzenlenen, Arap şâir ve ediblerinin dışında, Bizans’dan, Habeşistan’dan ve İrân Sansânî İmparatorluklarından da şâir ve ediblerin katıldığı, şiir müsabakaları yapılıyordu. Bu müsabakalarda eleştiri süzgecinden geçmiş ve dereceye girmiş şiirler, keten bezinden yapılmış tomarlara altın suyu ile yazılıp ka’be’nin duvarlarına asılırdı. 

Ka’be’nin duvarlarına asılan bu şiirlere, “Muallakât” (beğenildiği için herkesin görebileceği bir yere asılan sergilenen şiirler.), “es-seb’u’t-tıvâl (yedi uzun kaside), “Sümût” (dizili inciler), “Seb’iyyât” (yedi kaside), yeni yazılan eserlerde ise, “Mukalledât” (asırlardan devredilen eski şiirler’, “Müsemmetât” (inci dizileri)… 

“Muallâkât-i Seb’a, “Şiirleri Ka’be’nin duvarlarına asılan şâirler şunlardır: 

İmrülkays İbn-i Hucr, Tarafe İbn-i Abd, Hâris İbn-i Hillize, Amr İbn-i Külsûm, Zübeyr İbn-i Ebû Sülma, Antere ve Lebid İbn-i Rebîa… 

Şiir’leri hep Ka’be-i Muazzama’nın duvarlarına asılı kalan şâir’lerden İmrülkays İbn-i Hucr, (Ölüm tarihî takribî, Milâdî 540) Necid’de doğmuş, Kinde’nin en son hükümdarı Hucr’ün oğludur. Lakabı “KİNDΔdir. Kendilerine galebe eden düşmanlarına karşı yardım talebiyle Bizans Kralı, Lustininânos’la görüşmüş, Lustininâos, İmparatorluğu’nun sınırlarını tehdit eden Berberî’lerle uğraştığı için İmrülkays’ın isteğini kabûl etmedi. Eli boş dönen İmrülkays, Ankara Elmadağ yakınlarında hastalandı ve kısa bir müddet içinde öldü. 

Hazreti Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: İmülkays’ın şiir’lerini takdîr buyurmuş, onun şâir’lerin öncüsü ve bayraktarı olduğunu söylemiştir. Haz.Alî radiya’llâhu anh’in, şiirlerini beğenip övmesi onun şöhretini daha da artırmıştır. 

Sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

Dünya Tarihinin en âdil hükümdarlarından, Nuş-i Revân’nın, Fetret ve cahiliyye döneminde vefat etmiş olmasından Esef buyurduğu gibi, şiir’lerinde, bir beyitte birden fazla teşbîh kullanmasından ve çok tema’yı işlemesinden, Lisan-ı Arabı en iyi kullananlardan birisi olmasından dolayı da, fetret ve cahiliyye üzere ölmesinden esef buyurmuştur…