Toplumun her kesimi tarafından önemli kabul edilen ve özel olarak sevinçle, neşeyle kutlanan günlere bayram diyoruz. Her milletin kendine has resmi bayramları olduğu gibi, her inancın da mensupları arasında heyecanla karşılanan, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma, hediyeleşmeyle süslenen dinî bayramları vardır.

Ramazan ve Kurban bayramı, dünyanın neresinde olursa olsun, bütün müslümanların ortaklaşa paylaştığı sevinç ve mutluluk günleridir.

Ekonomik imkânların kısıtlı olduğu geçmiş zamanlarda insanlar çocuklarına yılda bir kez ancak satın alabildikleri yeni elbise, ayakkabı ve benzeri eşyaları ancak bayrama denk getirerek temin edebildikleri için, bayramlar o zamanın çocukları için unutulması mümkün olmayan özelliklerle ve anılarla doluydu.

Sonra sonra  ülke geliştikçe “bayram alışverişleri” ortadan kalktı. Çocuklar her istediklerinde ihtiyaçlarını ünlü “marka”larla karşılar hale gelince bayramın çocuklar için zaten tadı tuzu kalmadı. Ekonomik güç, büyüklerin de kafasına fırsattan istifade bayram günlerini “tatil” yaparak geçirme fikrini sokunca, belli kesimlerin dışında bayramlar tamamen rafa kalkmış oldu.

“Nerde o eski bayramlar?”, “artık bayramların tadı kalmadı” gibi  yazılar yazıldı, sohbetler edildi o dönemlerde. Oysa bir gün o tatsız tuzsuz dediğimiz bayramları bile arayacak hale gelecekmişiz ama bunu fark edemedik. Evet o zamanlar bayramların tadı kalmamıştı belki ama, en azından acısı da yoktu.

Farkındaysanız son yıllarda İslâm dünyası bayramlarını acılar içinde kutlamaya çalışıyor. Yani birileri üç günlük bayramı bile müslümanlara zehir etmeye çalışıyor.

Afganistan’ın Ruslar tarafından işgaliyle başlayan süreç, dünyadaki bütün Müslüman ülkelerde kanlı olaylar yaşanmasına sebep olan olumsuzluklarla devam ediyor. Afganistan’ın ikinci kez Amerika tarafından işgali, İran Irak savaşı, arkasında Irak’ın Amerika tarafından işgali, “Arap Baharı” adı altında Mısır’da, Libya’da, Suriye’de yaşananlar, Hiç bitmeyen Filistin olayları…

Özgürlüğün, gelişmişliğin, çağdaşlığın temsilcisi olduğunu söyleyen Batı, İslâm dünyasında yaptığı katliamlarla, en değerli ve kutsal hak olan yaşam hakkını insanların elinden alarak arkada gözü yaşlı anneler, babalar, eşler, evlatlar bırakmaktan âdeta zevk alıyor.

Afrika’da, Somali’de, Kerkük’te, Filipinlerde, Keşmir’de daha dünyanın birçok yerinde yaşanan olayları saymıyorum.

Siz bugüne kadar Müslüman olmayan ülkelerde böyle bir olay yaşandığını duydunuz mu?

Dünyanın iki devinden biri sayılan Sovyetler Birliği parça parça oldu, Yugoslav’ya denilen bir ülkeden kaç devlet çıktı, Çekoslavakya ikiye bölündü herhangi bir olay yaşanmadı. Ama bir ülkede eğer Müslüman varsa, orada bir olay mutlaka çıkıyor, çıkarılıyor. İşte Yugoslavya’nın bölünmesinde Bosna Hersek’te yaşananlar... Sırplar müslümanlara bütün dünyanın gözü önünde âdeta soykırım uyguladılar. Kimsenin gıkı çıkmadı, Batı buna sadece seyirci kaldı.

Saddam Hüseyin’in, Kaddafi’nin insanlık dışı yöntemlerle katledilişini arenada boğa güreşi seyreder gibi zevkle ağızlarının suyu akarak seyredenler, bunu demokratik olmayan bir yöntemin doğal sonucu gibi kabul ederlerken, şimdi Mısır’da halkın oylarıyla iktidara gelen bir lideri, zorbaca görevinden alıp hakkı hukuku çiğneyerek yaptıkları bir darbeyi bize “demokrasi” diye yutturmaya çalışıyorlar.

Elbette her şeyi başkalarının etkisine bağlamak İslâm dünyasının bugünkü en büyük çıkmazıdır. Dış güçlerin fitne ve tuzakları ne yazık ki gerçek olmasına rağmen, bütün bu olaylarda “etkin” bir güç ortaya koyamayan İslâm dünyasının ve Müslüman ülkelerin zaafını da gözden  uzak tutmamak gerekiyor. Gayet iyi biliyoruz ki egemenlik bir güçtür. Maalesef bugün dünyaya egemen olan güç, Haçlı zihniyetine sahip olan Batı’dır. Müslümanlarınsa dünya siyasetinde ortaya koyabilecekleri bir güçleri yoktur.

İslâm Ülkeleri arasında en gelişmiş, en modern, en demokratik ülke Türkiye’dir. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu da biliyoruz, görüyoruz. Öncelikle Türkiye’nin bir “İslâm Ülkesi” olarak tanımlanmasından rahatsızlık duyanlar var.

Yaşadığımız son Gezi Parkı olayları, bir anlamda Türkiye’nin Müslüman bir ülke olarak, hatta demokrat bir ülke olarak tanınmasına ve tanımlanmasına karşı yapılan bir eylem niteliği taşıyordu. Seçimlerde oylarını artırarak üst üste üç seçim kazanmış bir hükümetin “diktatörlükle” ülkeyi idare ettiği iddia edilerek istifası isteniyor, bununla da yetinilmeyip ölümcül olayların çıkması sağlanarak ülkenin dünyada itibarının zedelenmesi ve iddia edilenlerin âdeta doğru olduğunun ispatlanması isteniyordu.

Neredeyse her milletten yabancıların bu olaylarda yer alması sizce de garip değil mi? Bugüne kadar her gün onlarca şehit vererek yaşadığımız terör ve şiddet olaylarına seyirci kalan Batılı dostlarımız(!) şimdi durup dururken zorla şiddet hareketi yaratıp bize demokrasimizin oturması için yardım etmeye çalışıyorlar. Gerçekten insanın gözünü yaşartan bir manzara…

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi, insanların ve toplumların en genel ve en büyük zaafıdır. Çünkü yılan yaşarsa sonuçta bize de zararı dokunacaktır. Bu gerçeği unutmamak ve ona göre tedbirimizi almak gerektiğine dikkat çekmek kaydıyla, yine de dünyada en iyi durumdaki Müslüman ülke olduğumuza şükretmemiz gerekiyor.

*****

Tam bu yazıyı kaleme aldığım sıralarda, Ergenekon sanıklarıyla ilgili beklenmeyen şekilde ağır cezaların verildiği haberini izliyorum televizyondan...  Günlerdir Silivri’de 5 Ağustos’ta olay çıkarılacağına dair idialar ortaya atılıyordu. Şu an itibariyle mahkeme salonuna seyirci alınmayarak en azından orada bir hadisenin çıkmasına meydan verilmedi.

Fakat tam bayram arifesinde verilen bu hükümlerin üzüntüsü ve yaratacağı infialle başka olaylar çıkar mı bilemiyorum. Bayram tatili dolayısıyla yazımı erken teslim etmem gerektiğinden, üzücü durumlarla karşılaşılmadan bir bayram geçirilmiş olmasını bütün kalbimle temenni ediyorum.

Gelecek bayramlarımızın daha iyi şartlarda kutlanması dileğiyle bütün okuyucularımızın, Basın camiamızın, gazetemiz satışında üstün gayret gösteren bayilerimizin ve bütün İslâm âleminin ramazan bayramını yürekten kutluyorum.