BATI’NIN  BİÇTİĞİ  KAFTAN

Abone Ol

Sn. Prof. Dr. Yümni Sezen’in, bir konferansta dediği gibi, Türkiye’de yapılmak istenen; Türkiye’nin, Fin-Bulgar-Macar milletleri gibi olmasını sağlamaktır.

     Milliyetinden uzaklaşmış, İslâm’dan soyutlanmış bir devlet olup çıkmamız öngörülüyor, plânlanıyor!

     Bizim onlar için korkulacak bir hâlden çıkarılmamız, söz konusu oluyor.

     İşte yapılmak istenen bu: Mutasavver / gelecekte ne olacağını tasavvur ettikleri, gelecekteki görkemli suretini şimdiden gördükleri; korkulacak Türkiye imajından, yol yakınken kurtulmak istiyorlar.

     Mütehayyel / tahayyül ve hayâl edilen, şimdiden nasıl bir Türkiye ile karşılaşacaklarını bugünden hayallerinde gören, hayalini zihinlerinde kuranlar, gelecekteki haşmetli Türkiye’den endişe içindeler. Çünkü “Küllü âtin karîbün.” “Tüm gelecek yakındır.” Halkın dediği gibi. “Sayılı gün çabuk geçer.” 

     Türkiye’de her şey olsun! Yani Hristiyanlığın her çeşidine yer verilsin! Azınlıkların her nev’i, her türü bulunsun! Türkiye, küçük küçük parçacıklardan ibaret olsun!

     Kısaca isteniyor ki, Türkiye -istenildiğinde ayrışmağa, ayrılmağa ve bölünmeğe hazır ve  âmâde- “mozaik” bir ülke hâline gelsin, getirilsin!

     Sakın ha terkip / sentez / ayrılmaz bir bütün teşkil etmesin!

     Ya ne olsun? Karışım! Yeter ki, bir bütün olarak karşılarında yer almasın! Aman ha, yekpârelik arz etmesin. 

     Öyle olsun ki, harçsız duvar mahiyetini göstersin! Harçsız olarak üstüste konmuş taşlar misali,  iğreti temeller üstüne oturtulsun ki, en küçük bir sarsıntıda, en  ufak bir yoklayışta, zayıf bir yüklenişte hemen yıkılabilsin! Dağılabilsin! Üflenince sönsün! Sırasında ve istendiğinde hâk ile yeksan / yerle bir olabilsin!

     İşte böyle bir Türkiye’nin zemini, alt yapısı hazırlanıyor Türkiye’de. Kimler tarafından mı? Dışımızdaki resmî Avrupa kâfirleri ve içimizdeki iki yüzlü Asya münafıkları tarafından.

     Kısaca devasa, çelik gibi kuvvetli oluştan sıyrılsın isteniyor Türkiye. Batı’nın güdebileceği tam bir uydu olabilsin isteniyor Türkiye.

     Olabilsin ki, rahatça Türkiye’yi sömürebilsinler.

     Olabilsin ki, İslâm âlemi Türkiye’siz kalabilsin.

     Olabilsin ki, Türk âlemine Türkiye yardım elini uzatabilmesin.

X

     İşte bütün bunları bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek gerçekleştirmeğe çalışmak, çalıştırılmak; çözülüşün emareleri, çürüyüşün belirtileri; Batı karşısında kompleks içinde oluşun ilk adımları sayılmaz mı? İlk adımlar böylece şuursuz ve bilinçsizce atılmış olmaz mı?

     Bu şekilde kendini gösteren değişiklik ve kendimize benzer olmaktan kaçış ve kendimizden uzaklaşır olmamız, mânen de uzaklaşacağımızın işaretlerini vermiyor mu?

     “Nasıl yaşarsak öyle öleceğimiz, nasıl ölürsek öyle dirileceğimiz.” veciz ifadesinden esinlenerek; demek istiyoruz ki, girdiğimiz gayri millî şekiller; nasıl bir ruha bürüneceğimizin de sinyallerini vermiyor mu?

     Bu takdirde, “Kel başa şimşir tarak.” diyenler haklı çıkmayacaklar mı?

     Bu durumda aynîliklerin otağı olan millet; oluştan tedrîcen çıkar. Yavaş yavaş kozmopolitliğe / ne idüğü belirsiz oluşa doğru yol alır. Nesebi gayri sahih / soyu belirsiz bir durum arz eder. Sonunda sessiz sedasız yok olup gideriz! Eğer kendimize gelmez, toparlanmazsak olacağı budur.

     Nitekim, Bulgarlar da Türktü bir zamanlar. Şimdi Türk diyebilir miyiz?

     Finler, Macarlar da Türk idiler. Ya bugün?

     Belki Tuaregler de Türk idiler. Ama ya günümüzde?

     Etrüskler de belki Türk idiler.

     Fakat yeller esiyor, şimdi yerlerinde.

     Sadece asıllarının Türk olduğu söyleniyor, hepsi o kadar.

     Çünkü millet oluştan kopmuşlar. Mendirekten kopartılmışlar. Milletler denizinde boğulmuşlar.

X

          İşte Batı’nın Koca Türk’e,

          Biçtiği kaftan önümüzde.

          Giy giyebilirsen eğer,

          Vermiyorsan Türk’e değer.

          Sen sen ol vazgeç, böyle gayri millilikten.

          Millet bir olur, yarar gelmez ikilikten.

     (27. 03. 2005)