Kimi yazar, kimi elçi ve bâzı siyaset ve politika adamlarımızdan şu şekilde yazılar okuyor, sözler dinliyor, fikirlerle karşılaşıyoruz:

     “Efendim, diyorlar. Avrupa bizi lâyıkıyla tanımıyor. Meselelerimizi bilmiyor. Sorunlarımızı anlamıyor. Özellikle Kürt sorununu farklı biçimde algılıyor. Kürt kardeşlerimizle aramızda soğuk rüzgârlar esiyor sanıyor. Onların Türklerce abluka altında bulunduğunu düşünüyor. Ermeni soykırımı yapılmış diye inanıyor. Kıbrıs’ta Türk askeri işgalci olarak görülüyor vs.”

     Doğrudur. Bu çeşit bakış ve görüşlerin Avrupa’da varlığı bir gerçek. Ama nasıl bir gerçek? Gerçeğin ne kadarı? Oysa en tehlikeli yalan; yarısı hakîkat olan yalandır. Çünkü çürütülmesi, izalesi ve giderilmesi zordur. Kapanması zor yaralar açar, tedavisi güçtür.

     Avrupa’da, ABD’de ve Rusya’da, kısaca Batı’da halk böyle biliyor. Böyle görüyor. Böyle düşünüyor. Doğrudur. Fakat böyle bilmesi; bağlı olduğu devletin öyle yayın yapması, öyle neşriyatta bulunması, öyle göstermesi yüzündendir! Çünkü kamu oyundan Batılı hükümetler çekinir. Hatta korkar. Kamuoyuna zıt bir politika güdemez. Batı Resmiyeti; politikasını rahat yürütmek için halkı, kendisini onaylıyacak şekilde hazırlar. Aksi takdirde dış politikasında bocalar.

     Çünkü bizde “Sevâd-ı a’zam yanılmaz.” diye bir hüküm vardır. Yâni toplum; gerçekleri çıplak olarak, olduğu gibi bildiği takdirde, insanlığın aleyhinde olacak bir söz ve davranışı tasvip etmez, doğru bulmaz. Nihayet Batı halkı da insandır. Büsbütün insanî değerlerden soyutlanmış değildir. Nihayet o da vicdan sahibidir. Zulüm olsun istemez. Zulüm yapılsın demez.

     Bunun içindir ki, Batı Resmiyeti; halkı istedikleri doğrultuda kullanacak şekilde hazırlar. Kendi lehlerinde bir kamu oyu oluşacak şekilde neşriyata imkân verir.

     Tabi görünüşte hür yayına herhangi bir engel yoktur. Ama zımnen, dolaylı olarak, el altından yazısız olarak; her ilgili aydın ve görevli bilir ki, ister resmî kanaldan, ister özel kanaldan olsun, kimse kendi devletinin resmiyetini güç durumda bırakacak bir neşriyat ve yayına ne sözlü, ne yazılı, ne de görsel olarak yönelir. Zaten buna fırsat verilmez.

     Bundan dolayıdır ki, Batı âleminde herşey süt liman görülür. Hürriyet kemâl mânada var sanılır. Oysa gerçekler hiç de göründüğü gibi değildir. Nitekim Londra’da beş yıl kalan bir profesörümüzün tesbîti şöyledir:

     “Bildiğiniz gibi Londra’da Hyde Park denen bir yer vardır. Orada herkes istediğini serbestçe, dilediği gibi söyler ve rahatlar. Fakat acaba öyle mi? Hayır, gerçek hiç de göründüğü gibi değil. Evet, herkes içinden geldiği şekilde konuşabilir. Ama bir şartla, İngiliz devleti aleyhinde, tek bir kelime dahi etmemek şartiyle. Yoksa kendisini hemen hudut dışında bulur.”

     Değerli okur! Bu tesbit bütün Batı için geçerlidir.

     Yine bir örnek: İngiltere’de bir gazetecimize sorarlar:

     “Siz Türkler niçin Kürtleri ablukaya aldınız? Dışarıya salmıyorsunuz? Hak ve hürriyetlerden mahrum bırakıyorsunuz! Baskı altında tutuyorsunuz!”

     Gazetecimiz şaşırır ve der ki: 

     “Ne ablukası? Ne baskısı?”

     Bu sefer şaşırma sırası İngilizlerdedir. Hayretle sorarlar:

     “Yani Kürtler bu durumda değil mi?”

     “Hayır, ne münasebet! der gazetecimiz. Türkler, Kürtlerden farksızdır. Türkiye’nin her yerinde Türk de vardır, Kürt de. Kürtler sadece belli bir yere sıkışmış kalmış değildir. Bir ayrım da asla söz konusu değildir. Olamaz da. Türkler de Kürtler de birinci sınıf Türk vatandaşıdır. Aralarında hukuken ayrılık gayrılık yoktur.”

     “ Peki der gazetecimiz. Siz bu yanlış fikirleri nereden alıyorsunuz?” İngilizler:

     “Televizyon ve radyolardan dinliyor, gazete ve dergilerden okuyoruz!” diye cevap verirler.

     İşte sözde hak, hukuk ve insan hakları havarisi geçinen Batı; halkına gerçekleri böylesine çarpıtarak ve tam tersine aktarıyor. Ta ki güttüğü politikalar destek görsün, halkın tepkisine mâruz kalmasın.