Tanzimat'la kendisini gösteren batıcılık merakı ise aydınlarımızı, millî kültür gelişmemizi tek yönlü olarak gerçekleştirmek ve yorumlamak sevdasına düşürmüştür. Öyle ki, faydalı olduğundan dolayı alınmış batılı(?) değer ve yenilikler bile, bizim ihtiyaç duyduğumuz açıdan değil de, batı toplumlarının ihtiyaç duyduğu açıdan yorumlanmıştır.
Bu tespiti yapmamız, bizi Cahit Tanyol'a çok önemli itirazlar yapmaya götürür:
Sosyologlarımızdan Cahit Tanyol, Batı toplumlarıyla aramızda hiçbir benzerlik olmadığını, Batı toplum modelinin bizim sosyo-ekonomik yapımıza ters düştüğünü, bundan dolayı Batılılaşmamızın her zaman çöküntüye neden olduğunu ileri sürer (1).
Bizce toplum yapılarımızda benzerlik olup olmaması, bazen aynı modeli uygulamamızı engellemez.
Bizim zararlı bulduğumuz, tatbik edeceğimiz modelde mutlaka Batılı, ya da mutlaka Doğulu olma özelliği aramaktır. Önemli olan, alınacak modele ihtiyaç duymamızdır.
* * *
Ayrıca, aynı modelde karar kılsak da, bizim kendimize has farklı sebeplerimiz olabilir. Yeni modelin toplumca benimsenmesi için bu yönden izah edilmesi gerekir. İşte, Batılılaşmacılarımızın en büyük hataları buradadır:
Gerçekten güzel ve faydalı modeller alındığında, bizim hayat düzeyimizi daha iyi hale getireceğini söylemek yerine, Batı'nın o model öncesi aynı şartlarını yaşamışlığımızdan bahisle, bize de gerektiğini söylemeleridir. Bu da çoğu kere, tarihi ve millî kültürü, olduğundan başka türlü göstermeye kalkışmak şeklinde olmaktadır. Bunun neticesi, batıda yenilikten önce yaşanan tartışmaların aynı şiddette olmasa bile, bizde yenilikten sonra yaşanmaya başlamasıdır.
Bu durumun en belirgin örnekleri, bazı "aydın"larımızın din-laiklik, ordu-demokrasi ilişkilerine bakışlarında görülür.
Bizim tarihimizde, teokratik bir devlet sistemi ve aynı zamanda askerî komutanlar (şövalye) olan feodal beyler (süzeren-vasal) ve onların yönetiminde ezilen bir halk (serf) esaslı sosyo-politik yapı bulunmadığı için bizde; din, asker ve toplum çatışması söz konusu olmamıştır. Fakat laiklik ve demokrasi gibi gerçekten çok güzel ve Türk siyasî tarihinin en isabetli devlet sistemi tercihlerinden olan modeller, az sayıda da olsa bazı aydınlarımız tarafından Batı tarihinin benzeri gelişmeleriyle topluma izah edilmektedir. Kiminin laikliği, kiminin de dini savunmak adına yaptıkları bu tür izahlar, sonunda bazı beyinlerde İslâmiyet ile laikliğin birbirinin hasmı olduğu ve laikliği savunanların İslâmiyet'e, İslâmiyet'i savunanların laikliğe düşman olduğu gibi algılanmasına sebep olmaktadır. Tabi bu değerlendirmenin kapsamına ordu da girmektedir.
Onların bu tutumları, ordu yetkililerince zaman zaman, dine saygılı fakat irticaya karşı oldukları şeklindeki açıklamalarla cevaplandırılmaktadır. (2)
Aynı tür aydınlar arasındaki, askerlerin iktidar arayışında olması vehmi ise, güvenlik konularında bile olsa, ordunun fikir beyanlarının, anti demokratik bir girişim görülmesine yol açmaktadır. Ya da tam tersi, hoşlanmadıkları bir iktidara karşı, "neden hâlâ duruyorsunuz, işte tam zamanı" şeklinde orduya davetiyeler çıkarılmasına sebep olmaktadır. Oysaki yukarıda belirttiğimiz gibi, tarihimizde böyle bir sistemin olmamasının ötesinde, Cumhuriyet ve gerçek anlamda demokrasi, aslında kendisi de bir asker olan Atatürk'ün önderliğinde gelmiş ve ordu daima ona bağlı kalmıştır.
Az sayıda olmalarına rağmen, medyatik güçlerinden dolayı kitlelere ulaşımı kolay olan bu aydınların etkisiyle, bazı çevrelerde din adına laikliğe ve orduya, bazı çevrelerde laiklik adına dine, bazı çevrelerde de demokrasi ve özgürlük adına hem dine hem de orduya karşı soğuk duygular beslendiğini tahmin etmek, pek ala söz konusu olabilmektedir. Oysaki bunların hepsi, toplumsal huzur ve güvenimiz açısından var olması gereken değerlerdir.
İşte bu tahribat, Batı tipi modellerin değil, Batı tipi gerekçelerin sebep olduğu tahribattır.
---------------------------
1- Cahit Tanyol: Tehlike Çanı, Yön dergisi, sayı: 119, İstanbul / 1965
2- Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök: Yıllık Değerlendirme Konuşması, Harp Akademileri Komutanlığı / 20 Nisan 2005, www.genelkurmay.org