1911’lerde Batı ile aramızda maddî sahada ne kadar fark ve gerilik varsa, 2021 yani bir asır / yüz yıllık bir zaman geçmesine rağmen, yine de aynı maddî, fennî ve sanayi farkını, ne yazık ki, giderebilmiş değiliz. Sadece biz değil, tüm Âlem-i İslâm bu geri kalmışlığın içinde bocalayıp durmakta. Bizim ve içinde bulunduğumuz İslâm Âlemi’nin terakki ve ilerlemesine; dün altı mâni ve engel vardı. Bugün de aynı mâniler berhayat ve berdevamdır. Yani mevcut ve devam etmektedir.
Bu altı engeli tasfiye edecek ilaçlar, Kur’an’da mevcuttur. Yeter ki, kullanalım. Bilip de kullanmamak derde çare olmadığı gibi, bizleri gülünç durumlara da sokmaktadır. Bu zaman ve zeminde, beşerin sosyal hayat okulundan ders alacak olursak, Avrupalıların terakki ve ilerlemede istikbale / geleceğe uçmalarıyla beraber, bizi maddî yönden orta çağda durduran altı hastalık olup, onlar da şunlardır:
Birincisi: Yeis ve ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
İkincisi: Sıdkın / doğruluğun siyasî ve sosyal hayatta ölmesi.
Üçüncüsü: Adavete / düşmanlığa karşı muhabbet / sevgi beslemek! Düşmanlık his ve duygusunu yaşatmak!
Dördüncüsü: Ehl-i imanı / mümin ve inananları birbirine bağlayan nuranî rabıtaları / nurlu bağları bilmemek!
Beşincisi: Çeşit çeşit sâri / bulaşıcı hastalıklar gibi intişar eden / yayılan istibdat! Baskı ortamı.
Altıncısı: Şahsî menfaatine himmeti / gayreti hasretmek / sarfetmek.
Bu altı dehşetli hastalığın ilâcı, bir tıp fakültesi hükmünde olan Kur’an eczahanesinde mevcuttur / vardır. Nitekim tedavinin esasları “Altı Kelime”dir.
Birinci Kelime: “Emel.” Allahın rahmetinden ümit kesmemek. Çünkü İslâmiyetin hakikatleri hem manen, hem maddeten terakkiye / ilerlemeye kabil. Üstelik buna mükemmel bir istidadı var.
İkinci Kelime: “Yeis.” En dehşetli bir hastalıktır. İslâm Âlemi’nin kalbine girmiş! “Allahın rahmetinden ümit kesmeyiniz.” (Zümer : 53) kılıncı ile o yeisin başını parçalayacağız. “Tamamen elde edilmeyen bir şey, büsbütün terk edilmez.” Hadîsinin hakikatiyle belini kıracağız.
Üçüncü Kelime: “Sıdk.” İslâmiyetin üssü’l-esasıdır. Ulvî / yüce seciye ve karakterlerinin rabıtası / bağıdır. Ulvî hislerinin mizacı / tabiatıdır. Öyle ise, içtimaî / sosyal hayatımızın esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip, onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeli / iyileştirmeliyiz.
Dördüncü Kelime: “Muhabbet.” Muhabbete / sevgiye en lâyık şey muhabbettir. Husumete / düşmanlığa en lâyık sıfat husumettir. Yani sosyal hayatı temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır, Sosyal hayatı zir ü zeber / yerle bir eden adavet /düşmanlık; her şeyden ziyade nefret ve adavete ve ondan çekinmeye müstehak / ondan çekinmeyi hak eden, çirkin ve muzır / zararlı bir sıfattır.
Beşinci Kelime: “Meşveret.” Bütün İslâm milletleri nuranî bir silsile hâlinde birbirine bağlıdır. “Neme lâzım!” demeye, hele tembelliğe hiçbirinin, hiç mi hiç hakkı yok. Çalışmamız, el ele vermemiz lâzım. Kalpde, ruhda bir ve beraber olmamız gerek. Tüm İslâm devletleri kendi özel devlet hudutları içinde, hür ve müstakil / bağımsız olarak varlıklarını idame ettirip devam ettirirken; sınırdaş olsun olmasın, diğer İslâm devletleri ile kalben, ruhen, manen ve maddeten tam bir istişare, dayanışma ve birbirleri ile kardeşane bir münasebet içinde; iktisaden, ticareten ve hatta siyaseten tam bir birlik şuuruyla hareket etmeleri; her hususta istişare, meşveret yani birbirleriyle danışma halinde bulunmaları gerekiyor. Bu manevî kaynaşmanın, dünyada kendilerine bakışları da düzelteceği izahtan vârestedir. Apaçık bir gerçektir.
Çünkü “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” İslâm devletlerinin bu ciddî, samimî ve gerekli olan tutum ve davranışlarının, dünya barışının temininde bile, hesaba katılacağı muhakkaktır.
Altıncı Kelime: “Şura.” Müslümanların sosyal hayattaki saadetlerinin anahtarı şura’dır. “Onların işleri aralarında meşveret ve şura iledir.” (Şura: 38) âyeti şurayı esas olarak emrediyor.
Evet nasıl ki insanlıktaki “telahuk-u efkâr” / fikir alışverişi ile asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün insanlığın terakkiyatı / ilerlemesi ve fenlerinin esası olduğu gibi; en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o hakikî şurayı yapmamasıdır.