“Ey ehl-i hâl ve akd!”

     23 Nisan 1920 tarihinde açılan TBMM’ni teşkil eden milletvekillerine, 

     Bir de bu vasıfla hitap ediliyor. 

     Milletvekilleri “Ey ehl-i hâl ve akd!” diye niteleniyor.

     Yâni “Ey hâl ehli! Ey işleri hâl eden ve edecek olan kişiler! 

     Ey mes’ele ve sorunları hâlleden zâtlar! 

     Ey kördüğüm olmuş işlerin üstesinden gelen ve gelecek olan kimseler! 

     Kısaca: Ey iş bilen ve iş bitiren muhterem ve saygın milletvekilleri!”

     Demek isteniyor.

     Böylece hem meclisin işlevi, fonksiyonu hatırlatılıyor. 

     Hem de milletvekillerinin iş ve görevleri nazara veriliyor.

     Ayrıca bu hitap ve seslenişde, meclisin meşru ve geçerli olduğuna parmak basılıyor.

     Yetkinin İstanbul’dan Ankara’ya geçtiği de, dolaylı olarak onaylanmış oluyor.

     Aynı zamanda artık değil Mutlakıyetin; Meşrutiyetin bile 

     Bundan böyle millet idaresinde söz sahibi olamıyacağı belirtilmiş; 

     Demokrasi’nin yolu açılmış oluyor.

     Türkiye tarihinde yeni bir dönemin başladığını kabul etmek lâzım geldiği, 

     Gözler önüne seriliyor.

     Artık “Eski hâl muhal (imkânsız); ya yeni hâl veya izmihlâl (çöküntü) mukadder” 

     Demek isteniyor.

     Meclis tarzının, milleti temsil eden kişilerin; sorunları ele alışları, 

     Asra en uygun bir idare ve yönetim tarzı olduğu da belirtilmiş oluyor.

     Bu asırda ve bu asrı tâkip edecek olan yüzyıllarda; bu tarzın vazgeçilmez, vazgeçilmemesi 

     Gereken bir siyasî rejim olduğu da vurgulanıyor.

     “Ey ehl-i hâl ve akd!” seslenişi; medeniyetin, idare tarzında geldiği noktayı da gösteriyor.

     Çünkü bu son asırda insanlar; temsil yoluyla idare edilebileceklerini de kanıtlamış oluyor.

     Herkesin katılması değil, herkesin seçtiklerinin iştirakiyle oluşacak meclisin; 

     İnsanları daha iyi ve daha kolay yöneteceğine de işaret edilmiş oluyor bu hitap şekliyle.

     Çünkü bu temsil yolu çok kolay, çok pratik bir yönetim biçimidir.

     “Ey ehl-i hâl ve akd!” seslenişinde, işlerin ehline verilmesi gerçeği de var.

     Çünkü seçilecek idareciler; hem salâhat sahibi / inançlı, 

     Hem de mahâretli / becerikli ve işinin ehli olmalı.

     Şayet bu iki vasıf, aynı kişide bir arada bulunsa ne âlâ. 

     Fakat bu nâdirdir.

     Öyleyse dünyevî işte, 

     Mahâretli olanı seçmek kaçınılmazdır. 

     Tıpkı saatimiz bozulsa; 

     Saatten doğru dürüst anlamayan müslümana, 

     Gidemiyeceğimiz gibi. 

     Ya kime gideriz? 

     İster Rum olsun ister Ermeni. 

     Yeter ki saatten anlasın der, ona gideriz.

     Çünkü burada aranacak olan vasıf ve nitelik; 

     Saattan anlayıp anlamadığıdır. 

     İnanç ikinci derecede gelir böyle durumlarda.

     Tabii hem mâhir hem sâlih 

     Yâni hem becerikli hem dindar olsa, 

     Çok daha iyi olur şüphesiz.