Aslında Cumhuriyet 1921 anayasası ile kurulmuş sayılır. Resmîleşmesi ise ancak 29 Ekim 1923’te gerçekleşir.

     1 Kasım 1922 tarihli yasa ile de TBMM, hilâfeti saltanattan ayırdı. Böylece halifelik, kaynağını milletten alan dinsel bir başkanlık hâline dönüştü.

     Bu arada Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 2 nci maddesini hatırlayalım: 

     “Türkiye Devleti’nin dini İslâm’dır.”

     Yine Millî Mücadele sonunda, İstanbul’un bizde bırakılması sebepleri arasında Hilâfet Merkezi olmasının da rolü unutulmasın diyenler vardı.

     Nitekim İsmet Paşa bu düşüncenin kaynağı olarak İngiliz Başvekili Lloyt Corc’u gösterir.

     Gerçekten Türkiye’de Hilafetin ilgası ve kaldırılması ile Türkler, -Arnold S. Toynbee’nin de belirttiği gibi- Millî Mücadele sırasında, büyük faydasını gördükleri dünya müslümanlarının desteğini kaybettiler. Türkiye, İslâm dünyasının merkezi olmaktan çıktı.

     Nihayet 3 Mart 1924 tarihinde halifelik kaldırıldı.

     Bu, bir bakıma M. Kemal’in 1924 Ağustosunda “Hakimiyet-i Milliye öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taş ve tahtalar yanar mahvolur.” diyerek -daha sonra dile getirdiği fikirlerin-  yol göstermesinin sonucudur.

     Bu bir bakıma “Halife, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlığı makamının mânevî şahsiyeti içinde kalmalıdır.” düşüncesinin bir sonucudur.

     Bu bir bakıma “Halife hal’ edilmiştir (kaldırılmıştır. Çünkü) Hilafet; Hükümet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda (kavramında) esasen mündemiç (tir, vardır).” fikrinin bir sonucudur.

     Bu bir bakıma “1924 anayasasının 26 ncı maddesinin ilk şeklinde, şer’î (dinsel) hükümleri TBMM’nin yerine getireceğinin belirtilmiş” olmasının bir sonucudur.

     Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki; Halifelik, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hâlen elindedir. Halifelik bir tarafa gitmemiştir. Sadece bir şahısla temsil edilmesinden vazgeçilmiştir.

     Halife’nin tasarruf yetkisi TBMM’ne bırakılmıştır. Ortada bir yetki devri söz konusudur. Aşağıda bunun gerekçeleri belirtilmeye çalışılacaktır.

     Halifeliğin kaldırılması hususundaki sebeplerden biri de şudur: 

     Millî Mücadele sırasında zamanın Şeyhülislâmı Dürrüzade’nin vermiş olduğu fetvadır. Bu fetvada Şeyhülislâm maalesef yurdu istilâ eden düşmanları Halifenin dostu sayıyor. M. Kemal ve Kuvayı Millî’yi vatan ve din düşmanı ilân ediyordu.

     Oysa düşman baskısı altındaki hükümetin Şeyhülislâmı tarafından aldığı kararlar, baskı sonucuydu. Ve aslında geçersizdi. Nitekim geçersiz sayılmıştır. Bundan dolayı Şeyhülislâmlık makamının bu yolda aldığı menfî kararın bir kıymeti harbiyesi yoktu.

     Çünkü hür iradeyle alınmış değil. Baskı sonucu verilen bir fetva idi. Nitekim buna mukabil Anadolu’da yüze yakın müftü, hür iradeleriyle cihat fetvası vermişler. Kuvayı Milliye’nin yâni Millî Kuvvetlerin vatan savunmasında haklı oldukları, indellah makbul  sayıldıkları, imzaladıkları fetvayla sâbit olmuştur.

     Bugün dünyada birçok İslâm devleti var. Aralarında İslâm konferansları yapılıp durmaktadır. Hatta çok zaman bunlar İstanbul’da bir araya gelmektedirler. Fakat Hilafet konusu hiçbir zaman söz konusu olmamaktadır. Çünkü hiçbiri diğerinin üstünlüğünü kabul etmemektedir.

     Daha doğrusu hiçbiri Halifeliği temsil edecek gücü kendisinde bulamıyor. Her biri diğerini Hilafete lâyık görmüyor, göremiyor. Nitekim 1926’da Kahire’de Hilafet meselesi için toplanan İslâm devletleri bir sonuca varamadan dağıldılar.

     Çünkü aslında Hilafet sahipsiz değildi. Sahibinin elinde bulunuyor. Sadece temsilden kaldırılmış vaziyetteydi. O devletin yerini kimse alamıyor. O devletin bıraktığı boşluğu hiçbir devlet dolduramıyordu. Her şeyin bir vakti vardı. Hani derler ya “Gün ola harman ola.”