Yirminci yüzyılın başlarında, yani 1910'larda, bir ayağı Adriyatik Denizinde, bir ayağı Yemen'de, bir eli GİRİT'te, diğeri Basra Körfezinde olan, üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu içinde bulunduğu zorluklar nedeniyle, 1912-1913 yıllarında yaşanan BALKAN SAVAŞLARI sonunda vatanımız olan Balkanları kaybetmiş ve ecdad yadigarı ata topraklarımıza veda etmiştik. Batı dünyasının “Şark Meselesi”dediği Türklerin Orta Avrupa ve Balkanlardan sökülüp atılması, İstanbul’un geri alınması, hatta Anadolu’dan çıkarılması planının önemli bir safhasının gerçekleştiği dönemdi.

İmparatorluğu oluşturan değişik milletler ve değişik dinlerden kurulu toplumlar, bağımsızlık istiyorlardı. Devlete karşı silahlı ayaklanmalara girişiyorlardı. Trablusgarp nedeniyle İtalyanlarla savaşırken Arnavutluk isyanı, o bitmeden Arabistan'da İmam Yahya ayaklanması, arkasından Makedonya Bulgar gizli ihtilal komitelerinin faaliyetleri yoğunlaşmaya başlıyordu. Yüzyıllardır beraber yaşayan, Bulgar'ı, Sırb'ı, Yunan'ı, Arnavut'u ve Türk'ü birbirine girmeye başlamıştı.

1800’lerde başlıyan “Türk ve Müslüman Soykırımının” zirveye ulaştığı bir dönemdi o günler. Kendi halinde hayatlarını sürdürmeye çalışan masum kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk ve bebekleri,  korkunç bir zulümle katlederek, göçe zorlayıp, yerinden yurdundan ederek, soykırım yapmışlardı. Çok büyük toprak ve nüfus kaybının yarattığı muazzam göçlerle, Türkiye’nin bugünkü demografik yapısına temel olan, tecavüz ve acımasızlıkla çok büyük bir toplumsal travma yaratan, oralarda kalanlara da elem ve ızdıraplarla dolu acı günler yaşatan bir faciaydı.

Amerikalı Prof.Justin Mc.Carthy’nin de yazdığı gibi “Müslümanların uğradığı kayıpların tarihsel önemine rağmen bu kayıplara ders kitaplarında değinilmez. Başkalarının uğradığı kıyımları anlatan ders ve tarih kitapları, Türklerin hedef olduğu aynı tür kıyımları anmamışlardır. Balkan, Kafkas veya Anadolu Müslümanlarının çektiklerinin tarihçesi yeterince yazılmamış ve hiçbir zaman anlaşılmamıştır. Bu insanların başına gelen sürgün ve ölümler bilinmemektedir. Sonuçta Türkler bu badireden yok olmadan çıkmış ama yaşadığı korkunç yıkımın bedelini çok ağır bir şekilde ödemiştir.”

1821 Mora İsyanıyla başlıyan Yunan ayaklanması “Müslümanların/Türkler’in topluca öldürülmesi ve sürülmesi”  ile simgeleşen hareketlerin ilkidir. Yunan ayaklanması daha sonra Osmanlılara karşı girişilen diğer ulusal ayaklanmalarda izlenen bir model olmuştur. İşlenen cinayetler sıradan bir nefret patlaması değil, hesaplı kitaplı siyasal amaçlı eylemler niteliğindeydi.

Osmanlı’yla Savaşan Balkan devletlerinin kendilerince farklı amaçları olsa da tek ortak amaçları işgal ettikleri topraklardaki Türk/Müslüman nüfusunun varlığına son vermekti. Savaş sırasında köylerinden ayrılarak harp ve işgal sahası dışındaki vatan topraklarına göç eden sığınmacılar dahi yolculukları sırasında  geçtikleri yollarda Hristiyan Bulgar, Yunan/Rum, Sırp çeteciler ve işgalciler tarafından katledilmiş ve pek azı kıyı kentlerine ulaşabilmiştir. Balkan Savaşları sırasında işlenen cinayetler, o zamanın insanlarınca  “ırk savaşı” diye adlandırılarak , tam anlamıyla bir SOYKIRIM’a DÖNÜŞMÜŞTÜR.

Balkanlı hristiyanlar, ulusçu düşüncelerinin yanında müslümanların tarlalarını, mallarını sahiplenmek amacıyla sığınmacıların bir daha geri dönememesini ve gitmemiş olanların gitmesini temin etmek için Müslümanları/Türkleri öldürdükleri gibi evlerini de yakıp yıktılar, hayvanlarını ve yiyeceklerini çaldılar. Gerek Komitacılar gerekse düzenli ordu birlikleri savaş esnasında ilerlerken bile harekatı aksatmak pahasına yakınlardaki Türk/Müslüman köyünü  yakmak için duraklıyordu. Nedense bugün tarihimizle yüzleşelim diyerek Türk Devletine çamur atmaya çalışan bazı art niyetliler Balkanlarda yakılan binlerce Türk köyünü ve öldürülen milyonlarca insanımızı  hiç akıllarına getirmezler.

Zamanın İngiliz Konsolosu Greig bile, “Sırp resmi makamların doğrudan teşviki ile Sırp Komitacılar tarafından toptan bir mal mülk yakıp yıkması, yağma ve talan, erkek, kadın ve çocukların kıyımdan geçirilmesi suçları işlenmektedir”, şeklinde rapor yazmak zorunda kalmıştır.

Kalanları tamamen tüketmek ve bulundukları bölgeyi terke mecbur etmek amacıyla mallarına yasadışı el koymanın her türlüsü uygulandığı gibi ellerinde hiçbir şey kalmamış insanlar, hem Osmanlı zamanındaki geçmiş dönemde, hem de yeni dönemde konulan vergilerden sorumlu tutuldular. (DEVAM EDECEK)

Kaynak….: Ölüm ve Sürgün….Prof.Justin Mc.Carthy