Prof.Dr. Tayyar Arı’nın önderliğinde Haydar Aliyev Vakfı Türkiye Temsilciliği ile Uludağ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün 16-17 Mayıs’ta düzenlediği “Güney Kafkasya’da Güvenliğin Yeniden Değerlendirilmesi ve Türkiye-Azerbaycan İlişkileri” konferansı verimli oturumlarla geçti. “Güvenlik”, değerlere karşı tehdit olmaması halidir ki Güney Kafkasya’nın sorunu güvenlikten öteye işgal, savaş, bölünmedir. Meselâ Türkiye için bilfiil işgal veya bölünme hadisesi yoktur, ancak ciddi güvenlik problemleri bulunmaktadır. Gürcistan ve Azerbaycan’ın sorunu ise işgal ve bölünmedir. 1990’larda ismini sıkça duyduğumuz ABD’li diplomat, yeni akademisyen Prof. Carey Cavanaugh, 15 yıldan beri Yukarı Karabağ sorununun çözülmediğini, barış için başka çareler düşünülmesi gerektiğini söyledi. Benzer önerilerini Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde dile getirdi. Türkiye ve Azerbaycan’ın geri adım atması yönündeki önerileri üzerine, bunları Ermeni tarafına söylemesinin daha uygun olabileceğini, çünkü işgalci ve saldırgan tarafın Ermeniler olduğunu belirtmem üzerine Cavanaugh, Rumların Kıbrıs’da benzer iddialarda bulunduğunu söyledi. ABD’li eski diplomatın Ermenistan sınırı ile Kıbrıs meselesi arasında Türkiye aleyhine bu bağlantısı bizleri şaşırttı. Temel problemin tanıtım ve propaganda olduğunu bir kez daha anladık. Azerbaycan’ın yıllık askeri bütçesinin (yaklaşık 3.5 milyar dolar), Ermenistan’ın toplam bütçesinin iki katına yaklaştığı tartışıldı. Bakü yönetiminin sağlık, eğitim, sosyal politikalar için kaynak ayırması gerekmektedir, ancak savunma için ayırdığı kaynak çok fazla değildir. Yukarı Karaba’ı işgal eden gücün aslında Rusya olduğu dikkate alınarak mukayeseler ona göre yapılmalıdır. Bununla beraber, savunma için ayrılan bütçenin başlangıçta yüzde biri, ileri aşamalarda gerektikçe onda biri hukuk ve tanıtım için ayrılırsa çok daha kesin neticeler alınacağını dile getirdik. Avrupa’nın önde gelen hukukçularını istihdam etmek üzere kesenin ağzının açma vaktinin geldiğini, gerekli uluslararası mahkemeler nezdinde dava açmak, hukuki süreçleri başlatmak konusunda daha fazla vakit geçirilmemesi gerektiğini hatırlattık. Azerbaycan Devlet İdaresi Akademisi mensubu aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Doç.Dr. Elman Nasırov’la bu görüşlerimizi paylaştık. Azerbaycan’ın bazı teşebbüslerinin bulunduğunu öğrendik. Uluslararası Karadeniz Üniversitesi’nce, 27-29 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen 6.Uluslararası İpek Yolu Konferansı “Karadeniz-Hazar Bölgelerinde Globalleşme ve Güvenlik” konusu ile toplandı. Tiflis ve Batum’da hükümet ve üniversite mensupları yanında birçok ülkeden katılımcıların sunduğu tebliğleri başka yazılarımızda ele alalım. Hem Türkiye hem de Azerbaycan’ın stratejik ve ekonomik müttefiki durumundaki Gürcistan’da yaşanan İslam karşıtlığına kısaca dikkate çekmek istiyorum. Batum’un önemli bir kısmı Müslüman olup, şehirde yaşayanların yüzde sekseninin Hıristiyanlaşmış olduğunu öğreniyoruz. Çağımızda herkesin inancını seçme hakkı var, ancak Müslümanlara yapılan baskı ile İslamiyet aleyhindeki propagandalara karşı Türkiye’nin ve akademik camianın sessiz kalması manidardır. Toplantının yapıldığı Batum Devlet Üniversitesi rektörünün daha önce Müslüman olduğu halde bugün Hıristiyan olduğunu, köyünde kilise inşası üzerine televizyondan bunu iftiharla duyurduğunu öğreniyoruz. Buraya kadar her şey normal. Anormal olan Türkiye’nin diplomatik gücü ötesinde Gürcistan’ı kurtarıcısı pozisyonuna karşın, Batum’daki Müslümanlar için bir cami inşa edememiş olması. TİKA, Gürcistan’da kilise tamirine katkıda bulunmuş, Hıristiyan köyüne su getirmiş, ancak yoğun taleplere karşın cami yapmamış. Halbuki nerdeyse her sokakta kiliseler bulunmakta, adım başı haç-heykeller inşa edilmektedir. Konunun misyoner bağnazlığı yanında siyasi kayıtsızlık boyutunu öğreniyoruz. Batum halkının aslında Hıristiyan olduğu halde Osmanlı döneminde cebren Müslümanlaştırıldığı, Hıristiyanların sosyal ve ekonomik hayatta üstün olduğu her fırsatta dile getirilerek Müslümanlar çaresiz bırakılmaktadır. Kilisede toplantıya katılana 50 dolar ödenmekte, düzenli katılımlar için maaş bağlanmaktadır. İşsizlik ve yoksulluğun kol gezdiği ülkede ekonomik tuzaklar uygulanırken Türkiye sessiz kalmaktadır. Halbuki Gürcistan’ın ekonomik ve siyasi bakımdan hamisi olan Türkiye’nin yapabileceği çok şey bulunmaktadır. Batum’da harabe çay fabrikasını görünce halkın artık çay ekmediğini, çay toplama işçisi Batumluların Rize’de çalıştıklarını, Batum ekonomisinin temelini de bu işçi gelirinin oluşturduğunu öğreniyoruz. Benzer birçok anekdot var. Ermenilerin kültürel ve siyasi tehditleriyle de boğuşmak durumunda olan Gürcü yöneticilerin, öncelikle tarihi gerçekleri bilimsel ve belgesel yöntemlerle öğrenmeleri gerekmektedir. Irklar, dinler ve mezhepler bileşkesi olan Gürcistan’ın huzur ve refahının, yönetimin bütün dinlere ve ırklara eşit mesafede bulunmasından geçtiği hatırlatılmalıdır. Yoksul halk nezdinde gittikçe nükseden İslam düşmanlığı ve Hıristiyan bağnazlığına karşı çağdaş ve hukuki mücadele, Tiflis yönetiminin görevi olup, bu konuda Türkiye de diplomatik ve yan kuruluşları ile üzerine düşeni yapmalıdır. Bölge ve komşu ülkelerdeki benzer sorunlarda olduğu gibi, Ankara’nın görevi İslam’ı savunmak değil, fakat temel insan haklarını korumak, savunmak ve geliştirmek olmalıdır. Yanıbaşımızdaki bu Ortaçağ baskısına karşı sessiz kalmak “sıfır sorun”un gereği olmayıp milyar sorunun kaynağını oluşturmaktadır.