Üç yıl sonra ziyaret ettiğim Azerbaycan’ı öncekilere göre çok değişmiş buldum. Havaalanından itibaren yükselen yeni binalar şehre daha farklı bir görünüm veriyor. Petrol ve doğalgazdan gelen zenginliğin yatırımlara dönüştüğü görülüyor. Fakat bu sevincimi özellikle tanımadığım sıradan halktan kiminle paylaşmaya kalktıysam şiddetle karşı çıktılar. “Yükselen binalar yönetici aile ve çevresine ait. Biz düne göre daha fakiriz.” Belli yaşın üzerindekiler ise Sovyet döneminin hasretini çekiyor. Halktaki bıkkınlık, bezginlik, ümitsizlik beni de son derece etkiledi. Azerbaycan’dan hiç bu kadar karamsar dönmemiştim. “Milli ve Beynelhalq Araşdırmalar Merkezi” tarafından, İran sınırına yakın Lenkeran şehrindeki toplantıya, Türkiye’deki din devlet ilişkileri ve bunun dış politik boyutlarını anlatmak üzere katıldım. Lenkeran coğrafi olarak İran’a yakın olduğu gibi, ideolojik olarak da etkisinin daha fazla görüldüğü bir bölge. Azerbaycan’ın yakın geçmişi ile bugün yüz yüze kaldığı problemler konuyu içinden çıkılmaz hale getirmiş durumda. Bununla beraber, bir sivil toplum kuruluşunun halktan katılımcılara, dinleyicilere açık bir mekanda konuyu ele alıp tartışabilmesi sevindirici bir durum. Türkiye’de katı laiklik uygulamalarının, batılılaşma-muasırlaşma hedefine ulaşmadaki fonksiyonu yanında başında halife-sultanın bulunduğu imparatorluktan ulus-devlete geçişte bir aşama olduğu kabul edilmiştir. Azerbaycan açısından ise, 70 yıllık ateist Sovyet yönetiminden bağımsızlığını kazanmış bir ülke olarak, her alanda olduğu gibi işgalci yönetime tepki gündemdedir. Bununla beraber, Komünist döneme tepki, İran’ın kontrolüne ve etkisine girecek seviyeye ulaşmamalıdır. Ki bu ülkede, Azerbaycan’dakinden çok daha fazla Azeri Türkünün başta anadili ile eğitim hakkı olmak üzere birçok hakkını gaspettiğine inanılır. Elçibey bu geçekten hareketle, Kuzey Azerbaycan’ın Rus hakimiyetinden kurtulduğu gibi Güney Azerbaycan’ın da İran’dan kurtulması gerektiğini savunmuştur. Din devlet ilişkilerinin ayrı olmasını, bir bakıma laikliği savunan konuşmacıya dinleyicilerden biri “siz önce, Lenkeran’da reşidelere (evde kalmış kızlar) bir çare bulun” diye çıkıştı. Buna karşın konuşmacı “siz de oğlanlarınıza Rusya’ya yollamayın, oradan kendilerine Rus kızları alıp, buradaki kızlarımızın evde kalmasına sebep olmayın” diye cevap verdi. Lenkeran yolundaki verimli topraklara rağmen işsizlik dizboyu. En fazla Moskova’ya uçak seferleri var. Gençler için iyi iş bulmanın yolu Rusya’ya gitmek. Beni heyecanlandıran yeni usul bağların bir Fransız şirketi tarafından kurulduğunu öğreniyorum. Halbuki Azerbaycan’ın geliri, nüfusa oranlandığında Rusya’dan daha fazla. Petrol ve gaz gelirleri, halkın hayat standardını artıracak şekilde yatırımlara, tarım ve hayvancılık teşviklerine aktarıldığında bu ülkeyi kimse tutamaz. Halkın Ermeni işgali konusundaki hassasiyeti bütün canlılığı ile devam ediyor. Bununla beraber entellektüel heyecanın gittikçe anlamsızlaştığını hissediyorum. 16 yıldır ülkenin beşte biri işgal altında. Anlaşmazlık konusu Yukarı Karabağ’dan kat kat fazla olan yedi vilayet de sırf baskı yapmak için işgal edilmiş, bir milyon kaçkın (muhacir) ülkenin diğer şehirlerinde yaşıyor. Minsk süreci, halkı uyutma süreci olarak devam edip gidiyor. İşgalin asıl faili Rusya olduğu halde, İlham Aliyev, “Galebe Günü” törenleri için Moskova’ya gitmişti. II. Dünya Savaşı’nda 700.000 Azeri Türkü cephelere gitmiş, yarısı dönmemiş. Azerbaycan’ın elinde bulunan ekonomik ve stratejik silahlara bence çok az ülke sahip. Ancak, “Ermenistan’ın işgal ettiği toprakları önkoşulsuz olarak boşaltması gerektiği”ni çok cılız olarak duyabiliyoruz. Bakü yönetimi, protokoller konusunda Türkiye’ye çıkıştığı tarzda Moskova’ya yüklenmiyor. Halbuki her siyasal zeminde, uluslararası ortamda konunun gündeme getirilmesi, sonuç alacak yollara başvurulması gerekmektedir. İlham Aliyev, geçen yıl yapılan referandum ile ömür boyu cumhurbaşkanlığını garanti edecek yolu açtı. Bu coğrafyada liderlerin ya dış destekli darbe ile ya da ecel ile değişebileceğinin altyapısını Azerbaycan’a da taşıdı. Halkın umutsuzluğunda bu gelişmenin de bir derece rolü olduğunu düşünüyorum. Bununla beraber halkın, yönetimin gittikçe baskıcı hale geldiği, her tarafta kulaklıklarının bulunduğu iddialarına karşın yöneticiler aleyhinde ulu orta konuşabilmeleri tezat oluşturuyordu. Demek ki demokrasinin olmazsa olmazlarından olan yöneticileri eleştirme hakkına fiilen sahipti. Aliyev, Yukarı Karabağ konusunda elini kolunu bağlayan gerçeklere karşın, ülkesinin gelirini halkıyla paylaştığı gibi daha demokratik bir yönetimin temellerini atsaydı, her taraftaki Aliyev portreleri ve Aliyev isimleri daha anlamlı olurdu. Haydar Aliyev’in “İktisadiyatı sağlam olan devlet, her şeye kadirdir” sözünün son krizlerle bir anlamı kalmayıp, fikriyatın da sağlam olması gerekmektedir. Keşke Aliyev, ömür boyu başkanlık yolunu açan, muhtemelen dış destekli darbelere yol açacak bu düzenlemeyi geri alsa. Keşke Kırgızistan’ın renkli devrimden önceki yöneticilerinin hatalarından ders alsa. Ki o yöneticiler devleti adeta aile ve yandaş çiftliği haline getirdiler. Keşke “kardaşlık Türkiye”deki temel problemin de bütün partilerde lider diktatörlüğü olduğunu görebilse. Ne yazık ki anayasa değişikliğinde de bu konu gündeme gelmemiştir. Azerbaycan’da kafalar karışık. Temennim bu kafa karışıklığının darbelere, facialara yol açmadan daha iyi geleceğin kurulmasına temel teşkil etmesi. Benim de kafam oldukça karıştı. Fakat sıradan insanların bu derece rahat bir şekilde yönetimi eleştirebilmeleri beni umutlandırdı. Türk ve İslam dünyası yöneticilerinin bir an önce görmesi gereken gerçekle yazıyı bitireyim: Günümüzde devlet teknolojik imkanlar sayesinde vatandaşı veya muhalefeti her taraftan izleyebilmekte, kontrol edebilmekte. Aynı imkanlar vatandaşta da var. Onlar da yöneticilerin her adımın izlemekte. Meydanlardaki panolara, televizyondaki nutuklara kulak asmamaktadır. Halktan kaçırılıp yandaşlara aktarılan kaynakların hesabı çok ağır bir şekilde sorulmakta!