“Bir elde kadeh, bir elde Kur’an, 
Bir helâldir işimiz, bir haram, 
Şu yarım yamalak dünyada, 
Ne tam kâfiriz, ne Müslüman!...”
<Ömer Hayyam>
Yeni bir yılı karşılarken Ulu Yaratıcıya, şükürlerimizi sunarak, yeni yılın hayırlı, uğurlu ve bereketli bir yıl olması için, secdeye kapanıp, yakarırken; İslâm, Hıristiyan, Musevi ve Budist, hangi dinden olunursa olunsun, umum insanlığa hayırlı olması için, içten temennilerle duamızı tamamlayıp, Cenab-ı Hakk’a defa, defa şükranlarımızı sunar, aile büyüklerimizin ellerinden öperek, hayır dualarını alır, ibadethaneye giderek, dini vecibemizi de yerine getirdikten sonra, bütün gün semtlerimizdeki fakirlerin çocuklarına oyuncak, evlerine bütçemizin elverdiği kadarı ile ufak çapta yiyecek yardımı yapmaya çalışırdık. Çalışırdık diyorum, zira günümüz dünyasında böylesi bir sade yaşantı ki, aslında en zengin yaşantı budur. Mevcut değildir. Yani “Deniz bitmiştir!” 
Şimdi ne yapılıyor? İşret sofraları kuruluyor; yeniliyor, içiliyor, sarhoş olana kadar zıkkımlanılıyor; kumar, seks vs. dünyasının tüm karanlık âlemlerin muhtelif zehirlerinin tadına bakılıyor ve böylece senenin ilk sabahı, cenabet olarak karşılanıyor... 
O hâlde, yeni yıldan hayırlı yarınlar beklemek hayalden de öte bir dilek olmuyor mu?... Ataist bir inancın ürünü olan maddeye tapınırcasına bağlı olmak, biz insanları inançsızlığa ve bencilliğe kayılmış ve böylece günümüz dünyasının yalnızlık âlemine sürüklenmişiz!... 
Bilhassa bayram günlerinde “TV ve Basın” var güçleriyle özel programlar yaparak, sözde halkımıza neşeli saatler geçirtebilmek için adeta çırpınmaktayız... Gerçekten öyle midir? Hiç sanmıyorum! Aslı aynen şudur: 
(Haberler saati; haberden ziyade magazin işlenmektedir. Dizi filmler: Hemen dizi, bir diğerinin benzeridir ve konularında her daim aynı tema işlenir: “Hapishane, hastane ve yoğun bakım servisleri ile mezarlık...”)
Dahası var; ağlayan değil, zırlayan kadınlar, kızlar, canavarlaşmış kanlı katil erkekler ile cinsi bozuk erkek müsveddeleri, eli tabancalı ve de adam öldürmeye hazır genç kadınlar ve kızlar: “kirlenmenin güzelliğini tarif eden reklamlar vs.”
Hele, heye yılbaşı programları... Zorla neşeli görünmeye çalışan insanlar, yarı çıplak olmayı medeniyet(!) sayan sözde san’atçılar... Ne Hıristiyanlıkla ve ne de Yılbaşı ile hiçbir bağlantısı olmayan ve de sadece ABD kültüründe yer alan “Hindi’nin” yılbaşı adetleri içinde sayan, ne idüğü belirsiz bir inancın ürünü olarak yılbaşı sofralarının baş köşesinde yer alması ve de en önemlisi TV ekranlarında hazırlanmış muhteşem sofraların envai çeşit yiyeceklerle sergilenmesi. Bunu yapanlar acaba Türkiye’de yaşayan nice fakir-fukaranın da bu görüntüleri izlediğini, hele çocuklarının nasıl imrenerek baktığını hiç düşünmekte midirler?..
Hiç sanmıyorum! Zira düşünmüş olsalar, böylesi imrendirici programlar yapmazlar. Denecektir ki: “TV patronları nasıl isterse, hizmetkârları da öyle yapmaya mecburdur. Ne yapsınlar ekmek parası!...” Cevabım hazırdır: Başka bir meslek seçsinler. TV de çalışmaları şart mıdır?... Meselâ, bendeniz böylesi sebepler yüzünden gazeteciliği bırakıp, yazarlık mesleğine geçtim ve de acımızdan ölmedik!... 
Cümlemizin de bildiği gibi birkaç yıldır İstanbul-Beyoğlu mıntıkasının merkezi meydanı olan “Taksim gezisi” hemen her yılbaşı tıklım, tıklım dolmakta ve adeta insan seline dönen meydanda sözde yılbaşı kutlanmakta(!) ve bu meyanda tacizciler mevzubahis eğlenceye(!) ayrıca renk katmaktadırlar... Bu açıkhava kutlamalarına bir de “Nişantaşı semti” iştirak etti ve mezkûr semt sakinleri de aynen Taksim meydanındaki gibi tantanalı bir yılbaşı kutlamakta ve apartman dairelerinin pencerelerinden sokağa deste, deste tabak çanak atılarak, eski yıl uğurlanmaktadır ve tencere tava şakırdatanlar da çabası... 
Bizler, yani İstanbul’un sakinlerinden olan Gayr-i Müslimler günümüzde olmadığına göre ki, onlarda böyle saçma sapan adetler yoktu. Böylesi rezil bir eğlence tarzını acaba kimler uygulamaktadır!?.. Beyoğlu’nun bu istisnai semtlerinde Cezayirli, Tunuslu vs. ülkelerden İstanbul’a gelen zenciler nasıl olmuş da bu muhitlere gelip yerleşmişler ki, bunların çoğunluğu “esrar-eroin” satarak sözde hayatlarını(!) kazanmaktadırlar... 
İllegal yollardan sözde geçinen bu parazitlerin kimler tarafından idare edildikleri gerçekten merak konusudur?... Bir zamanlar imrenerek gezdiğimiz o güzelim Beyoğlu, günümüzde tabiat garibelerinin barınağı olmuş durumda. Ama herhalde kimse bu hazin durumu görmek istememektedir ki, el süren yok!... 
Bu arada şu hususu da zikretmek istiyoruz ki, bizce önemlidir. Şöyle ki; Beyoğlu ile alâkalı bölümlerin, Şişli Belediye Başkanı Sayın Mustafa SARIGÜL Bey ile hiçbir alâkası yoktur ve aslında kendilerini taktir edenlerdenim. Zira, azınlıkları, çoğunluğun bir nüvesi olarak görmelerini de taktirle karşılıyoruz. Dolayısıyla, kendilerinin de bir nebze olsun bizlere kulak vermelerini diliyor ve diyoruz ki: “1957 İstimlâk hareketinde” İstanbul’un çehresini menfi açıdan değiştirdiklerini hiç mi hiç fark etmemiştik.. Çünkü, başımızda kavak yelleri esmekteydi... Kendimize geldiğimiz zaman da, iş işten çoktan geçmişti!... 
Günümüzde ise, Beyoğlu’nun en popüler semtleri kuşa çevrilmektedirler. Biz bunun karşısındayız. Haşa sizin değil! Dolayısiyle, yürütmeye çalıştığımız bu yolda, bizlere sizin de yardımcı olmanızı dilememiz tabiidir inancındayız! Bütün Peygamberlerler gibi Hz.İsa (AS)’da bizim bilmediğimiz bazı hatalar muhakkak ki, yapmıştır. Ancak kendilerinin Peygamberlik hakları her daim baki kalmış ve hiç değişmemiştir. Nitekim Kur’an’ı Hak’da anılması, bunun en açık delilidir. O hâlde, bir takım sapık fikirli ticaret adamlarının bu Ulu Peygamberi, kendilerine kazanç vasıtası yapmalarına hiçbir zaman göz yummamak lazımdır inancındayız!... 
SADECE DÜNYANIN DEĞİL, ÜLKE İDARECİLERİNİN DE ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DENEBİLİR!... 
ABD’nin Colorado Eyaleti’nde “21 yaşını doldurmuş kişilere” esrar satışı yasallaşmış. Karara sevinen gençler, yılbaşı günü partiyle bunu kutladı. Bakınız: “2 Ocak 2014 Perşembe tarihli HABER TÜRK GAZETESİ.” 
Mezkûr eyalette esrarın serbest olup olmaması hakkında halk oylaması yapılmış ve “evet” sonucu çıkınca, esrar içilmesini serbest bırakan kanun yürürlüğe sokulmuş ve buna sevinen gençler, yılbaşı gecesi esrar partisi ile bunu kutlamışlar vs. 
Evet, mevzubahis haberi veren gazete sadece iki fotoğraf ile süslenen haberi aynen geçmiş ve bu hususta hiçbir yorumda bulunmamış!... 
Bizim ülkemizde senelerdir “Orta-Okul” son sınıftan itibaren uyuşturucu kullanılmakta olduğunu, gazetelerden öğrenmekteyiz!.. Gerçi, polisimizin narkotik bölümü, bu meselelerle, hele okullarımızdaki içler acısı durumla yakından alâkadar olmakta ve uyuşturucu satıcılarının çoğunu ele geçirip, adalete teslim etmektedir lâkin, ABD alınan bu haber bizleri hayli düşündürmeye başladı!... Bizde de ABD örnek gösterilerek bazı sivri akıllılarca, bizde de esrarın serbest bırakılması için sayın Parlamentomuza müracaat edilip de, o iğrenç şeyin bizde de serbest bırakılması teklifi oylamaya sunulabilir mi endişesi, daha şimdiden yani ortada hemen hiçbir şey yokken, yaş peştamal gibi bizleri sardı, diyebiliriz. Ne demişler: “Üzüm üzüme bakarak kararır!..” Dolayısıyla bu konu ile ilgili meselelerde sayın Parlamenterlerimizin bilhassa hassasiyet göstermeleri elzemdir inancındayız. Biliyoruz, bütün bunlar küçük meselelerdir. Lâkin, her ne mikropluk meydana çıkmış ise, daima küçük meselelerden çıkmıştır!... 
Kaldı ki, bizim ülkemizde yeniden yeniye bir ABD taklitçiliği baş göstermiş durumdadır. Her ne kadar böyle bir şey yoktur dense de, boşa kafa yormaktan ileri gitmez. Zira gerçekler her daim tazeliğini muhafaza eder ve fırsatının buldu mu bütün çıplaklığı ile meydana çıkar!... 
GÜNLÜK GAZETELERİN HAYATIMIZA KATKILARI!... 
Günlük gazetelerin, hayatımıza katkıları ve yerleri!... Hayli önemli bir yerleri vardır ve bu yönlerini en alâ şekilde değerlendirebilmek için, ellerinden geleni yapar ve bizleri, kendilerinin veya bağlı bulundukları herhangi bir kuruluş adına yönlendirirler.
Peki böyle bir durum düzeltilemez mi? Tabii ki düzeltilebilir. Ancak, münevver tabakanın mezkûr konu üzerine ciddiyetle eğilip, “naylon basın” anlayışını ortadan kaldırıp, gerçek Gazeteciliğin icaplarını yerine getirttikleri zaman her yanlış, doğruya çevrilebilir. Meselâ; Haber muhabirlerinin magazin ile siyasî haber ve yorumları, birbiriyle karıştırdıkları zaman, derhâl müdahale edilmesi elzemdir ki, bunu ancak münevver sınıf icra edebilir. Dolayısıyla bu hususta “Basın kanununda” değişiklik yapılması şarttır.
Peki tavsiye ettiğimiz değişikliğin olması şart mıdır? Bizce şarttır. Zira, günümüzde sanatçı kisvesi altında milyonlar kazanıp, gayet lüks bir hayat yaşayan kimselerin içlerinde gerçek sanatçı olanı, gerçekten pek cüz’i bir azınlık teşkil eder ki, bu kesimin de lüks hayat yaşadıkları pek söylenemez. Basınsa, bunları görmezlikten gelir ve ancak kendisinin bizzat yatırım yapmış olduğu sanatçı müsveddelerini her daim, ön planda tutarlar.. Bu durum basınımızın siyaset âleminde de aynı tutumunu devam ettirmektedir ki, misal olarak birkaç değil, binlerce belge gösterilebilir. 
Halkımızın kültür açısından eğitilip, daha olumlu bir toplum seviyesine eriştiği, daha doğrusu eriştirildiği zaman, basın da kendi kendisini toparlamak mecburiyetinde kalacaktır. İşte asıl eksiğimiz bu noktadadır ve bir an evvel bu eksiğimizin tamamlanıp, basınımızın gerçek manada kimlik kazanabilmesi için, “Bulvar Gazetesi” konumundan çıkarak, magazin ile diğer konuları ayırt ederek halkımıza seslendiğinde, asıl kimliğine kavuşmuş olacaktır. Hele “Spor” mevzuunda, yeni nesillerimizi “Futbol kölesi” yapmaktan tamamen uzaklaştığı zaman, daha da verimli olacaktır. 
Değerli okuyucularım, sizler de taktir edersiniz ki, medyamız olsun sesli ve olsun sessiz kimliği ile değil bir ülkenin, bütün cihanın sesi, kulağı ve soluğu olabilecek pek güçlü bir silâhtır. Önemli olan, bu durumu fark ederek, mezkûr silâhı memleketimizin “Millî Menfaatleri paralelinde” değerlendirebilmektir!... 
Türkiye’miz şu an bir takım problemler içinde bocalamakta kim kimin safında, kim kime hasım gözü ile bakmakta ise bilinmez gibi. Zira, dış görünüşe bakılırsa, kimin ne düşündüğü, neyin peşinde olduğu pek anlaşılmamaktadır?.. 
Ülkemizin içinde bulunduğu bu kritik durumu, başta ABD olmak üzere, dünyanın belli başlı ülkeleri tarafından dikkatle takip edilmekte olduğumuz asla şüphe götürmez bir gerçektir ve zaten bunun aksini düşünmek saflıktan da öte bir durumun zavallı yüzünü belirtir!.. 
Bugün içinde yaşadığımız bu belirsizlik çıkmazı, aşabilmemiz ve dolayısıyla da huzura kavuşarak, gemimizi selâmete çıkarabilmemiz için, son derece önemli iki faktör var. 1-: Ülkemiz içinde mutlak barışı sağlamak, iktidar hırsı yerine, “sevgi ve saygıya” değer vermemiz ve Ana-muhalefet ve iktidar partileri, yekvücut olarak, memleketin selâmeti için var güçleriyle çalışmalıdırlar. 2-: Komşu devletlerle olan suni anlaşmazlıklara son verip, dostluk ve komşuluk münasebetlerini sağlam bağlarla birleştirmeli ve günümüzde olduğu gibi, yardıma muhtaç ülkelere elverdiğince yardım elimizi uzatmalıyız. Bizler bu iki basit faktörü işler hale getirdiğimiz an: Türkiye’miz yarınlarına huzur içinde bakabilecektir. 
Milletler arası münasebetlerde: “soydaşlık ve din kardeşliği” gibi faktörler, hiçbir zaman arzu edilen neticeyi sunmamış ve tam aksi çoğu zaman da size manada muhalif olan tarafa yardım etmiştir!.. 
Bizim hassasiyetle üzerinde durmak istediğimiz husus Hükümetlerimizin istikrarlı olabilmesi için, bilhasa Ana-muhalefetin iktidara köstek değil destek olması elzemdir!... Gazi Hazretleri’nin şu tarihi sözü asla unutulmamalıdır:
(SÖZ KONUSU VATANSA, KALANI TEFERRUATTIR!...)
Saygıdeğer okuyucularım: Yeni bir yazımda buluşabilmek umudu ile cümlenize hayırlı ve başarılı yıllar diliyorum efendim. Saygılarımla.