Milletler hangi nizamla yönetilirse yönetilsin. Dünya üzerinde ve tarih sürecinde bir çok dönemler yaşanmış, bir çok idare tarzları denenmiş fakat her birini hazırlayan ve devam ettiren bir aydın kitlesi olduğunu izliyoruz. Aydın kitlesi olmayan yönetim biçimleri hem ilkesizlikleri içinde barındırdığından  hem de ortaya konan ilkeleri titizlikle korumaya çalışan bir aydın kitlesi olmadığından kısa bir dönem görülüp ortadan çekilmiştir.
Her yönetim biçiminin dini, ahlaki, töre, hukuk ve akıl gibi ilkeleri olmak zorundadır. İlkeler arasına bireysel çıkar ve toplumsal çıkar dengesini de yerleştirmek gerekir. Bu kaynağı ne olursa olsun ilkeleri korumayı bir aydın namusu kabul eden aydınları olmalıdır.
Türkiye’de 1946 yılından beri denemeye çalıştığımız ama her defasında genlerimizden kaynaklanan uyumsuzluk yüzünden bir türlü başarıyla uygulayamadığımız demokrasinin peşindeyiz.
Yunanistan’da İsa peygamberden önce denenmiş şehir devletlerinde kısmen başarılı olmuş bir yönetim biçimi demokrasi. Ama o şehirlerin nüfusu son derece azdı. Pilaton’un devlet’inde yöneticiler felsefecilerden olmalıdır ve şehir nüfusu da 5 bini aşmamalıdır. Demokrasi halk idaresi, halkın kendini yönetmesidir. Demos ve cratos kelimelerinin birleşik yazılmasıdır. Ama bir sıkıntımız var. Bizim ürettiğimiz bize değer olmadığı gibi onu tamamen benimseyenimiz de hemen hemen hiç yoktur. Siyasetçilerimiz kimi zaman demokrasinin çok iyi bir şey olduğunu söyler, kimi zaman ise demokrasi Allah’ın emri değil der.
Demokrasinin aydın kitlesi yoktur bizde. Demokrasiyi kanıksamış, benimsemiş, içine sindirmiş aydınımız yok. Bu yüzden demokrasiyi uygulayamıyoruz ama ondan tamamen vaz da geçemiyoruz.
 Beynimizin bir köşesinde başka idare biçimlerinin, tarzlarının tortuları var. İdeolarımız, dini birikimlerimiz, inançla ilgili olumlu ya da olumsuz düşüncelerimiz, siyasi taraftarlığımız, saplantılarımız, tutkularımız ama illa da çıkarlarımız, bencilliğimiz, tatmin edilememiş arzularımız, doymak bilmeyen gözümüz ve gönlümüz her idare tarzını yozlaştırmamızın temel sebebi.
Tek tek insanlar eğitmediğimiz her zaman diliminde bu hastalıklar devam edecektir. Tek tek eğitilmiş, hatta çok fazla eğitilmiş aydın kitle demokrasiye zemin hazırlayan düşünceler üretmiyorsa; demokrasiyi, onun kural ve kaidelerine uymayı namus şartı saymıyorsa demokrasiyi uygulamak mümkün olmaz. Aslında bu her idare tarzı için geçerlidir. Başkanlık nizamı da, kırallık nizamı da, benzeri her idare tarzının genel karakteri budur. O idare tarzını düşünceleriyle besleyen aydın sınıf gerekir.
Türkiye’de aydın olup olmadığı konusunda ciddi şüphelerim var. Bir ülkenin, bir milletin aydın sınıfı olursa o ülkede toplumsal çözüm bekleyen meseleler 30 yıl sürmez. Ama bizde toplumun karşılaştığı güçlükler bir türlü çözüme ulaştırılamıyor.
Bütün dünyada kaynağı ilahi olmamakla beraber demokrasi ilahi kaynaklarla paralel düşen bir yönetim biçimidir. Onu ahlak, vicdan, namus, adalet, töre, akıl, hukuk ilkelerine bağlı kalarak uygulayanlar insanlık alemine güzel eserler kazandırabiliyor.
Kimimiz Müslüman tarihinden çok fazla bilgi sahibi de olmadığımız halde yönetim tarzı uydurmaya çalışıyor. Kimimiz Marx’ın öğretilerinden yola çıkarak topluma bazı fikir kırıntıları zerk etmeye çalışıyoruz. Sermayenin her şey olduğu sistemden,, bireysel özgürlüğü ve girişi putlaştıran nizamlardan bazı kuralları Anayasa’ya sokmak için çaba harcayanlar, inancı yok sayan nizamların kimi ilkelerini yasalara kurnazca yerleştiren hukukçulardan bir karmaşa yönetimi çıkıyor ortaya.
Daha çok da tepki ile hareket ediliyor benim ülkemde. Bir takım istenmedik davranışlar izleniyor 10 yıl boyunca sonra da bunları firenlemek, önlemek için yasa yapılıyor.
Hiçbir yasa insanımın ihtiyacı nedir, insanım nasıl mutlu olur, devletimi nasıl daha güçlü, ama vicdanlı, caydırıcı gücü olan ama içerde ve dışarıda zulme düşmeyen  bir devlet yaparım, vatandaşlarımızın ferd olarak başarıya koşması için ne yapılmalı endişeleri taşımıyor yasalarımız.
Sebep belli. Demokrasinin Türkiye’de bir aydın sınıfı yok. Demokrasinin sağlıklı olması ve sağlıklı işlemesi için düşünce üreten aydın yok. Türkiye’de en büyük aydın, her şeyi Allah ile rekabet edercesine bildiğini sanan siyasi liderdir. O her şeyi bilir. Onun bilmediği bir şey olamaz.  Böyle bir anlayış hakim ne yazık ki.
Yönetim erkini ele geçiren kişi benlik atıyla yola çıkıyor ve ha bire benlik küheylanını koşturup duruyor. Ona yaptığı şeyin yanlış olduğunu söylemek mümkün değil. Bazı çılgınlar söylemeye yelteniyor. O zaman da ‘sen hükümeti engelliyorsun. Sen hükümete komplo, tuzak kuruyorsun’ denilerek cezalandırılıyor insanlar.
İşinden, ekmeğinden, yerinden edilen insanların suçlama maddesi hep aynı. Sen muhalifsin. Ve iktidar öylesine çıldırmış ki ‘muhalefet fitnedir’ diyebiliyor.
 
Neden bir aydın sınıfı yok demokrasinin?
İnsanlar fakir. Herkes her şeye muhtaç. Doymamış. Belli makamlara gelen, getirilen insanlara da öylesine yüksek ücretler ödeniyor ki o insanlar, o ücretleri başka yerde, başka zamanda, başka işde kazanamayacağını biliyor. O zaman elindekini muhafaza edebilmek için her hakarete, her mihnete razı oluyor. Şimdi düşünün 2 bin liraya 3 bin liraya çalışan birine çok fazla söz geçiremezsiniz. Ama o adama 17 bin lira aylık verirseniz, istediğiniz azarı söylersiniz, aile bireylerinden bile yararlanabilirsiniz. O adam o parayı başka hiçbir yerde kazanamayacağını biliyor. Bu fırsatı kaçırmamak için tüm insani değerlerinden vaz geçiyor. İnanmadığı halde siz birine örgüt demesini emrettiğinizde örgüt diyor. Haşhaşi de derseniz öyle diyecektir. Çünki o yüksek bir fiyata satın alınmıştır.
Ucuz aldığınız bir gömlek yırtılırsa üzülmezsiniz. Gider yenisini alırsınız. Ama çok pahalı bir giysi almışsanız ömrünüzde bir kere onu korur ve kollarsınız, eskimesin diye her zaman da kullanmazsınız. İnsanlar da böyledir. Az para ile çalıştırdığınız bir insandan değerlerinden vaz geçmesini bekleyemezsiniz. Onun aile bireylerini istismar etmenize izin vermez. Hemen en azından işi bırakır. Başka yerde de aynı parayı kazanabileceğinden emindir.
İşte bu yüzden aydın sınıfı oluşamıyor. Değerleriyle var olabilen insanlar ya fakir, ya eğitimsiz, ya zayıf ve güçsüz insanlar. O tür  insanların ürettiği düşünceler ise hiçbir zaman değer bulmaz. İyi eğitimli, yabancı dil bilen, teknik elemanlar ise büyük paralarla çalıştırıldığı için elindeki imqanı kaybetmemeye özen gösterir ve düşünce üretmez. Ürettiği düşünce hoşa gitmezse imqanlarını kaybetmektense düşünce üretmemek daha akıllıca gelir ona.
Aydın sınıfı olmayınca da mevcut nizam her ne adla anılıyorsa ayakta kalamaz. Siyasi erki eline geçiren kişi keyfine göre, ailesi ve kendisinin çıkarına göre, doymak bilmeyem arzularını tatmin için kullanır. Bir dönem gelir ki hiçbir kural, kaide, ilke, hukuk, yasa geçerli olmaz hale gelir. Hesap sorulamaz şekle kavuşmuş olur.
Halbuki devlet denetlemedir. Devlet insanların huzuru için, devletin güçlü, vatandaşın mutlu olması için ilkeleri koyar. Bu ilkeler yasalardır, yönetmeliklerdir, tüzüklerdir. Yazılı veya yazılı olmayan ahlaki, vicdani, adil, namuslu ilkelerdir. Bunlara uyulup uyulmadığını denetlemek, uymayanları cezalandırarak caydırmak devletin asli görevidir. Ama devlet sadece vatandaşları değil, devlet görevinde olan insanları da aynı yasalar, ilkeler ölçeğinde denetlemek ve gereğini yapmak zorundadır. Hukuk kimilerine göre işletilemiyorsa orada devlet yoktur.