Ayasofya Camii, Türk-İslam Tapusudur

Abone Ol

‘Ayasofya Camii, Türk-İslam Tapusudur.
Müze Hâline Getirmekle Tapu Delinmiştir.
Cami olarak yeniden ibâdete açılması
Türkiye’ye itibar kazandıracaktır.’

AYASOFYA’NIN TARİHÇESİ:

Ayasofya’nın ilk binasının inşası, Bizans İmparatoru Birinci Konstantin tarafından ahşap olarak başlatıldı. Kontsantin 337 yılında ölünce oğlu olan ve 337-361 yılları arasında imparator tahtında oturan Constantinus zamanında bitirildi ve 15 Şubat 360 tarihinde ibâdete açıldı. 20 Haziran 404’te patrik İoannes Khyrosostomos’un sürgün edilmesi üzerine meydana gelen bir ayaklanmada çıkan yangında kilise harap oldu. 415 yılında İkinci Thedosius tarafından yeniden yaptırıp 10 Ekim 415’te tekrar açıldı. Bu ikinci kilise de 532 yılında çıkan ayaklanmada yandı. İmparator İustinianos daha büyük bir şekilde inşa etmek üzere teşebbüse geçti. Batı Anadolulu iki mimara ihale edilen bina,  537 yılında tamamlandı. İustinianos geniş imparatorluğunun her tarafından malzeme istetmiş, bunun için daha eski yapıların işlenmiş malzemesi de toplanmıştır. Böylece Mısır’dan sekiz büyük kırmızı porfir sütun, Batı Anadolu’da Selçuk’taki Artemis Mâbedi’nden, ve Suriye’den sütunlar getirildiği gibi başka yerlerden de değişik cins ve renklerdeki mermerler alınmıştır. İnşaatta 10.000 işçi çalışmış altı yıl içinde tamamlanarak 27 Aralık 537 günü büyük bir törenle açılmıştır.
Bina 557 yılındaki depremde önemli hasar gördü. 562 yılına kadar onarıldı. 869 yılındaki depremde meydana gelen hasar ertesi yıl tâmir edildi. 26 Ekim 986’da yeni bir deprem olunca kubbenin bir kısmı çöktü. Tamiratı 6 yıl sürdü ve 13 Mayıs 994’te bitti.
1204 yılında Haçlı Seferleri ile İstanbul’u işgal eden Latinler de Ayasofya’da büyük tahribat meydana getirdiler. İstanbul, tekrar Bizans yönetimine geçince bina, 1317’de büyük ölçüde yenilendi. Buna rağmen, 19 Mayıs 1346’da sebepsiz olarak baş kemer ve kubbenin bir parçası çöktü. Bu sırada iyice fakirleşmiş olan Bizans yönetimi, büyük zorluklarla ve halktan yardım toplamak suretiyle tâmiratı 1354 yılında tamamlayabildi.
1402 yılında Ayasofya harap ve bakımsızdı. 1453 yılından kısa bir süre önce meydana gelen depremde kilise, yine zarar gördü. Talep üzerine Ali Neccar adında bir Türk mimarı, Edirne’den İstanbul’a gönderildi. Ali Neccar, gerekli takviyeleri yaparken, Peygamber Efendimizin ‘İstanbul mutlaka fetholunacaktır’ müjdesini hatırlayarak, ileride yapılacak minarenin de temelini attı. Fetihten sonra o minâre yapıldı. Batı tarafına iki minâre daha ilave edildi.
Giriş bölümünde belirtildiği üzere, Osmanlı Devleti döneminde de Ayasofya Camii’nde önemli değişiklikler yapıldı, bina Türkleştirildi.

Oğuz Çetinoğlu: Ayasofya’yı mâbedden müzeye çevirenlerin önemli bölümlerini verdiğiniz bu vakfiyeyi okumamış olmaları düşünülebilir mi?
Prof. Dr. Akgündüz: Okumamış olmaları mümkün değil ve çok iyi biliyorlar. Hele hele İsmet Paşa, Mustafa Kemal Paşa çok iyi biliyor. Hatta buranın müzeye çevrilmesi düşünülünce bir komisyon kuruluyor. O komisyonda Alman profesör dışında hepsi müzeye çevrilmesi taraftarıdır. Ama Alman profesör ‘etmeyin’ diyor; ‘burayı müzeye çevirmeyin. Burası bir mabet olarak kalsın. Ama özellikle galeri kısmı müze şeklinde bütün Hıristiyanlara ve diğer din mensuplarına da açık kalsın’ diyor. Yani vakfiyeyi hepsi çok iyi okumuş ve biliyorlar. Ama üzülerek ifade edeyim ki kraldan fazla kralcalar vardır biliyorsunuz…
Çetinoğlu: Türkiye’de…
Akgündüz: Evet, Türkiye’de. Mustafa Kemâl’den fazla Kemâlciler, -‘Kemâlistler’ diyoruz biz onlara- ve İsmet İnönü’den fazla İnönü’cüler var. Yani bu önemli bir konu. Mesela, bunlardan biri de hiç ideolojiye ve siyasete âlet olmaması gereken Yargıtay. Bu çok enteresan. Daha sonra birçok dindar insan Ayasofya’nın yeniden cami olması için müracaat etmiş. Çünkü 1934’de müzeye çevirmişler. Tapusunda ‘cami’ diyor. Yani tapu gerçek isimlendirmesiyle hâlâ devam ediyor. Şimdi tabii bunun üzerine -hem Yargıtay kararında hem de Bakanlar Kurulu kararında geçiyor- diyor ki ‘Efendim, zaten bunun yeteri kadar vakfıyesi ve vakfı da yoktur.’ Dünyada bunun kadar yanlış olamaz; ‘yalan’ demiyorum, ağır bir kelime olur. Eski tâbirle ‘hilâf-i hakikat’ bilgi söz konusudur. Bir diğer nokta -üzülerek ifade edeyim- Celal Bayar’ın naklettiğine göre bizzat Mustafa Kemâl’in kendi ifadesidir: ‘Biz Ayasofya Camii’ni 2 sebeple müzeye çevirdik. Birincisi Yunanistan’la iyi geçinelim’ diye. İkincisi ‘Avrupa’ya şirin görünelim’ diye. Bir de Şark ekibine şirin görünelim diyor. ‘Şark ekibi’ dediği Ortodoks Hıristiyan dünyası... Bu mümkün olmayan bir şey… Aynı hırs onlarda bugün de devam ediyor. Mesela, Amerika’daki Bizans Enstitüsü yıllarca bu Ayasofya ile uğraşmış ve yaklaşık 500 yıldır Müslümanların elinde olmasına rağmen bir tek resimde minareler yoktur; hepsinde minareler silinmiştir. Dolayısıyla ben Ayasofya’nın vakfiyesine ‘İstanbul’un Türk-İslam tapusu’ diyorum. O tapu delinmiştir, düzeltilmelidir. Benim kanaatim bu.
Çetinoğlu: Günümüzde konu ile ilgili genel kanaat şöyle: ‘İç engeller aşılıp, Ayasofya yeniden mâbet hâline getirilirse, dış güçlerin önümüze koyacağı gailelerden endişe ediliyor. Bu sebeple teşebbüse geçilmiyor.’ Konu ile ilgili görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Akgündüz: Çok önemli bir konu. Hadi diyelim iç engeller aşıldı. Bana göre, aşılma safhası geldi… Peki dış engeller olur mu? Benim şahsî kanaatim dış engelleri hesaba katarsanız Türkiye Cumhuriyeti topraklarının yarısını Hıristiyanlara vermeniz lâzım. Yani bunu hesaba katan bir başbakan bence idareciliği bırakmalı.
Bir defa dış engelleri ikiye ayırmak lâzım. Merkel gibi Sarkozy gibi, Hollanda’daki Mark Rutte gibi kişiler feryat edeceklerdir. Amerika’daki neoconlar… Bunlar sert tepki göstereceklerdir.  Neoconların başında eski devlet başkanı, Bush geliyor.
İlgi çekici bir olay anlatayım: Bir Avrupalı bir siyasetçiyle Ayasofya’yı gezdim. İsim vermek istemiyorum. Belki hoşuna gitmez. Çünkü hâlâ bir siyasî partinin genel başkanıdır. Aynen şöyle söyledi:  ‘Akgündüz Hoca! Burası böyle harabe hâlde kalacağına burada Allah’a açılan ellerin dua etmesini tercih ederim.’ Bu çok önemli bir cümle. Aklı başında Hıristiyanlar böyle düşünüyor. Diğer taraftan Papa tepki gösterecektir. Bunda hiç şüphe yok.
Fakat Ayasofya açılmadığı müddetçe ben Türk milletinin lanetli olduğu kanaatindeyim.
Başbakanımızın son zamanlarda enteresan bir cümlesi oldu: ‘Sultanahmet’i doldurun, biz ona göre açalım.’ Bu söz, iki türlü yorumlanabilir: Birincisi; sürç-i lisandır. İkincisi de işi biraz latifelendirmek için böyle bir cümle söylemiştir. Çünkü Ayasofya bir cemaat meselesi değildir. İstanbul’un Müslüman Türk tapusudur. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Bir misal daha vereyim. Bir hafta önce, ilmî araştırma için Selanik’teydim. Bende fotoğrafı var, gösterebilirim. Belgeler ortaya çıktı. Osmanlı Devleti Yunanlılara devrettiği zaman Yunanistan’da 136 tane cami vardı. Şu anda bir tek cami kalmamış. Bırakın camiyi Osmanlı’nın hürriyet şelâlesi diye tam merkezde diktiği o şelâlenin üzerindeki o tarihî yazıyı bile silip yok etmişler. Hani bu Avrupalıydı? Hani bu Atina medeniyetiydi? Dolayısıyla biz Avrupa’yı dinlersek Avrupa İstanbul’u geri ister.
Benim şahsi kanaatim; ‘One minute’ bundan daha büyük bir hadisedir. Çünkü ‘One minute’ Yahudilere dokunuyor. Yani ben ‘One minute’ olayı olduğu zaman oturup cevşen okudum. Çünkü ‘One minute’ olayı demek, Türkiye’nin iflas edip paramparça olması demektir. Ama öyle olmadı. Çünkü İslâm âlemi bize sahip çıktı. Ayasofya konusunda da bize sâhip çıkacaklarına inanıyorum.
Çetinoğlu: Türkiye, Ayasofya’yı cami hâline getirdi diyelim. İslâm âlemi, Hıristiyan batının  yönlendireceği tehdit ve baskılar  karşısında Türkiye’ye destek verir mi? Dışarıdan durum nasıl görünüyor?
Akgündüz: Belki fazlasını verir. Ben size şunu söyleyeyim. Şu anda T.C. devletinin Avrupa’da Almanya’dan sonra ikinci devlet olduğunu kimse inkâr edemez. Bu bir gerçek. Türkiye hakikaten İslâm âlemiyle olan kardeşliğinin farkına vardı. Eğer siz İslâm âlemi derken oranın devlet başkanlarını ve başbakanlarını kastediyorsanız bizim Türkiye’de 1960’a kadar gelenler veya 1950’ye kadar gelenlerden farklı değillerdi. İşte Hüsnü Mübarek… Bu adamdan Türkiye’ye dostluk gelmezdi. Bugün durum farklı. Tekrar ediyorum: Ayasofya ibâdete açılırsa, Türkiye kayba uğramaz, aksine kazançlı çıkar. İslam ülkeleri Türkiye’ye destek verir. Dostluklar gelişir.  Batı cephesinden yalnızca Obama’nın Türkiye’yi desteklediği kanaatindeyim. O’nun da gizli Müslüman olduğuna inananlardanım. O, el altından Başbakan’ı destekliyor bana göre. Ama elimde bir bilgi, belge yok. Tahminim. Avrupa, Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsızlık duyuyor.
Yakın zamanlarda Hollanda’nın en büyük gazetesi bir makale yayımladı. Makalede;  ‘Türkiye önlenebilecek mi?’ Deniliyor.  Bu cümle çok önemlidir. Adam orada çok olayları anlatıyor.
Çetinoğlu: Hangi olaylar?
Akgündüz: Türkiye’nin savunma silahları ürettiğini ve İslam ülkelerine sattığını belirtiyor. Bu, Amerika’nın, Rusya’nın satışlarını engellemektir. Kazançları engelleniyor. Tabii ki Türkiye’nin gelişmesini istemeyecekler. Makalede, bizim yeni teknolojiler uyguladığımız yazılıyor. Çok sağlam fakat ağırlığı 50’de 1’e indiren malzemeden söz ediliyor.
Çetinoğlu: Nano teknoloji olsa gerek…   
Akgündüz: Sözü edilen teknoloji, benim ilgi ve bilgi alanım dışında. 30 adet helikopter siparişi gelmiş. 9 tanesi Mısır’dan. Soruşturdum, doğru olduğu bilgisini aldım. Yazıda, Türkiye’nin silah sanayinde gelişmesinin engellenmek istendiği de belirtiliyor. Fakat makale çok güzel bitiyor: ‘Dünya globalleşti. Her ülke teknolojisini geliştiriyor.’  Netice itibâriyle tarih boyunca bu güzel vatanımıza göz dikilmediği an yok. Bizim yapmamız gereken, güçlü olup göz koyanlara engel olmaktır. ‘Batı ne der’ düşüncesiyle pasif kalırsak, daha fazla üstümüze gelirler. Cesâretle atılan her adım, Türkiye’nin önünü açacaktır. Önümüze konulan engelleri aşacak güçteyiz. Batı, bizdeki bu gücü biliyor. Bizimle uğraşmaları gücümüzü bildiklerinden.  Bizim en büyük engelimiz İsrail’dir. ‘One minute’ olayı İsrail için önemli bir darbedir. Bu olay karşısında çok şey yapacağı tahmin ediliyordu. Hiçbir şey yapamadı. ‘Türkiye bitmiştir.’ Diyenler oldu. Bitmediğimizi gördüler. Ayasofya’nın açılması da Türkiye’yi bitirmeyecektir. Aksine güçlendirecektir. Buna inanıyorum.
Çetinoğlu: Hocam çok teşekkür ederim. Bu çalışmamız, hayırlara vesile olur inşallah.   


Prof. Dr. AHMET AKGÜNDÜZ

1955 yılında Diyarbakır’ın Çüngüş Kazası’na bağlı Malkaya Köyü’nde doğdu. İlkokulu köyde tamamladıktan sonra, Gaziantep İmam-Hatip Lisesi’ni ve Gaziantep Lisesi fen bölümünü bitirdi. 1980 yılında Erzurum Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi’nden, 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne Hukuk Tarihi Araştırma Görevlisi olarak giren Akgündüz, 1983 senesinde Mastırını ve 1986 senesinde de ‘İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi’ adlı teziyle doktorasını tamamladı.
1987 senesinin Kasım ayında Hukuk doçenti olan Akgündüz, aynı yıl Konya Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne ‘Hukuk Tarihi ve İslam Hukuku Doçenti’ olarak tâyin edildi. 1986-1991 yılları arasında Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Uzman Müşavir ve Devlet Arşivleri Danışma Kurulu üyeliği sıfatlarıyla araştırmalarda bulunan Akgündüz, 1993 Eylül’ünde Dumlupınar Üniversitesi’ne Hukuk Profesörü, Ekim 1993’ de aynı üniversiteye bağlı Bilecik İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi’ne Dekan olarak tâyin edildi.
1997-1998 ders yılında Princeton Üniversitesi’nde misafir Profesör olarak araştırmalarda bulundu. Hâlen Hollanda’da, Roterdam Üniversitesi Rektörü olarak görev yapmaktadır.
Arapça, İngilizce ve Farsça bilen Akgündüz, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Mütevelli Heyet Başkanıdır.
Yayınlanmış Eserleri: *Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri / 12 cilt. *Mukayeseli İslam ve Osmanlı Hukuku Külliyatı,  *İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, *Şer’iyye Sicilleri / 2 cilt (Heyet ile birlikte), *Belgeler Gerçekleri Konuşuyor / 5 cilt,  *Eski Anayasa Hukukumuz ve İslam Anayasası, *İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi, *Arşiv Belgeleri Işığında Sayıştay Tarihi,  *Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba, *Arşiv Belgeleri Işığında Eshab-ı Kehf ve Tarsus Tarihi, *Arşiv Belgeleri Işığında Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, *Osmanlı’da Harem, *Tabular Yıkılıyor / 2 cilt