Evet! Hepimize soruyorum: (Ay-Yıldızlı Bayrağımıza gerçekten saygımız var mı!...) Hemen söyleyeyim: (Millet bütünlüğümüzü kesinlikle tenzih ederim.) hemen bir çoğumuzun saygısı kalmamış?!...
Soruyorum: Böylelerinin yolu hiç Çanak-Kale’ye düşmemiş mi? O mukaddes topraklar ki, nice şehit kanı oluk gibi akmıştır. Binlerce şehit mezarı üzerlerinde ve kalplerimizde parıldayan (Ay-Yıldız) sembollerini hiç görmemiş misiniz?...
Kalçası meydanda, baldırına kadar dekolte bir kırmızı sözde tuvalet içinde ve de ayak bileğine yakın mesafede (Ay-yıldız dövmesi) ile sunucuların ve de seyircilerin takdir edici alkışlarını almış bir ar damarı çatlamış ve de bütün dünyayı hayasız, ruhsuz ve kafası sadece belden aşağı ile paraya çalışan sürüler meydana getirebilmek için, model olarak kullanılan bir zavallı genç kadın bilhassa TV programlarınca iltifatlara gark edilmiş hele içlerinde birisi koluna; yapışkan dövmelerden mezkûr zavallının portresini yaptırdığını iftiharla kendisine gösterip bir de elini öpmüştü...
Bu dilber, mezkûr dövmeyi neresine yaptırmıştı? TV’de hepimiz de gördük: Ayak bileğine, yânî, bizlerin mukaddesatı aklı kıt bir top-modelin ayağına düşürüldüğü yetmezmiş gibi, bir de bizim TV’mizden halkımıza gösterilmiştir?!...
Amerikalı, Avrupalı, şuralı, buralı kadınlar kendi bayraklarını popolarına geçirdikleri mayo veya kilot yapabilirler ve zaten yapıyorlar da.. Ancak, böyle bir davranış bizim kültürümüzle bağdaşmaz!... Bizim ne bayrağımız ve ne de bayrağımızda yer alan Ay-Yıldız sembolü; hangi maksatla olursa olsun; ayağa düşürülemez! Öyle davranışlara şiddetle karşıyım ve tabii ki, Türk Milleti de bir bütün olarak şiddetle karşıdır!
TV programcılarının: “Felâket haberciliğini” hemen hiçbir ülke TV’sine kaptırmadığı cümlece malûmdur. Hele TV dizlerimiz adeta dillere destandır ve başlıca materyalleri de: (Kaza ve hastalık sebebiyle yoğun bakıma alınan kimseler, mezarlık, hapishâne, ihanet, aileye isyan, cinayet, “zavallı ana, kötü baba”, milyarları var diye asalet(!) taslayan gaddar iş adamı ile apartman kapıcısı olduğu için küçümsenen fakir aileler vs.) Bütün bu saydıklarım, bizim TV’mizin başlıca “Dizi materyalleridir.”
Biz asil ve dürüst milletiz diye övünmekteyiz. Ama, TV-Dizilerimiz hiç de öyle demiyor. Çünkü bizleri temsil ediyor, bizlerin hayatını yansıtıyor ve tabii ki, o ekranlarda bizlere sunulanların aslında bizimle hiç mi hiç alâkası yoktur. Ama velâkin birileri, bizlere işte siz busunuz demek istiyorlar!...
Sahi bizler o muyuz? Hiç sanmıyorm. Şayet öyle olsaydı, ülkemiz çoktan el değiştirmiş olurdu!... Hep merak ederim: TV uzmanlarımız mesleklerinde gerçekten uzman mıdırlar? Yoksa hasbelkader o mevkiye ulaşabilmiş sıradan şanslılar mı?...
Bunların içinde hele bir program var ki, sorma gitsin!... Fizyonomilerinden anlaşılmakta olan ve çoğunluğu teşkil eden taşralı körpecik kızlar: “Bugün ne giyebilirler” diye düşünüp durmakta olup, kendilerine yapılan muayyen bir yardımla mağaza, mağaza dolaşıp, en çok yakışabilecek kıyafetler almaya çalışmakta ve daha sonra jüri önüne çıktıklarında ikisi erkek birisi kadın üç giyim uzmanı; onların yanlış seçimler yapmış olduklarını izah ederken; zaman zaman da bu tecrübesiz kızlarla alay edercesine tenkit ederek, onları ağlatarak programı dramatikleştirmektedirler!..
Hemen her programda kadın çıplaklığı ön planda olup, bunun adı da “çağdaş anlayış”(!) olmakta ve de bilhassa “Evlendirme programlarında” koca, koca üstelik etine dolgun kadınlar adeta kalçalarını dahi meydanda bırakan mini eteklerle ayak, ayaküstüne atarak fütursuzca oturarak; büyük, büyük lâflar (!) etmekte ve de bunun adı: (Cesur oturuş, çağdaş giyim) gibi safsata ifadelerle bu yanlışa altun kılıf geçirilerek toplumumuza yutturulmaya çalışmaktadır!...
Şimdi sorulmaz mı: (Gazi Hazretleri’nin “çağdaş medeniyet” anlayışları bu mu idi?.. Tabii ki değil! Yırtık ve yıpranış kodlar giyerek, tıraşsız ve kulaklarında küpelerle eski tabirle “Tophane berduşları” gibi dolaşan genç erkekler ile kalçalarına kadar açık bir etek ve burunlarında halka ile dolaşan körpecik kızlarımız vs. Hep Gazi Hazretleri’nin “çağdaş anlayışına” göre mi giyinip dolaşmakta ha ne dersiniz!... Utanmayanlar da Allah’ın kulu derler. Lâkin sizler yani Türk toplumunu böylesine yanlış yollara sürüklemeye çalışanlar, bir gün gelecek bu çilekeş millete hesabını pek ağır ödeyecekler. Bu hususta hemen hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın!
Bir magazin haberi: “HATİCE SULTAN PODYUMDA”. Ne olmuş? Şu olmuş o meşhur dizide Hatice Sultan rolünü alan genç hanım, podyuma çıkmış da ondan!.. Peki podyuma çıkan kızın adı niçin verilmiyor da dizide temsil ettiği “Hatice Sultan” adı kullanılıyor?...
Düşünün, sıradan bir Cariye de değil, Sultan sıfatı taşıyan bir Osmanlı Hanedanı mensubu bir hanım!... Dr. Fehmi Yılmaz Bey’in titizlikle hazırladıkları, (Osmanlı Tarih Sözlüğü)ne baktım. Şu kayıt geçmektedir:
(Sultân: 1. Müslüman ve özellikle sünnî Hükümdarlar tarafından kullanılan “iktidar sahibi” anlamında bir unvan. 2. Osmanlı Padişahlarının “kız ve erkek çocukları ile anneleri ve eşleri”. 3. Sultân Efendi: Padişahların kız kardeşleri ve kızlarının unvanı.)
Hangi gaye ile olursa olsun, yapılan benzetme son derece çirkin bir harekettir. Podyuma çıkan kızın şöhret için kendi adı yetmiyorsa, zaten boşa uğraşmasın. Yok yetiyorsa, o halde niçin kendini müdafaadan yoksun bir merhumenin adını kendisine yükselebilme basamağı yapmaya çalışmakta veya çalıştırılmaktadır?..
İç çamaşırı tasarımcılığına başlayan meşhur bir futbolcu: (Evimizde donsuz gezerdik) buyurmuş. Hemen gazetelerin baş magazin sayfalarında birinci plânda yer almış. Hem de hemen hiçbir yorum yapılmadan?!...
Bu nasıl bir haberdir?!... Bizlere ne ar damarı çatlamış hayasız bir yabancı futbolcunun yediği naneden!.. Evinin içinde nasıl dolaşırsa dolaşsın. İsterse evinin salonunun tam ortasına apteshaneye çevirsin.
Bize ne birader?!...
TV’lerdeki “Okul Dizileri” de ayrı bir âlem, ayrı bir “beyin yıkama makinesi”. İlk okul son sınıf öğrencileri kızlı, erkekli sohbet ederken birbirlerine: (Aşkım!) tabiriyle hitap ederken, kız talebeler de kendi aralarında sohbet ederken erkekler bahsinde: (Ne olacak erkek milleti değil mi!..) nevinden tabirler kullanmakta ve sanki hayatlarından birkaç erkek geçmiş gibi, çok tecrübeliymiş tavırlarıyla poz vermekteler.. Hemen, hemen her kızın, kendi tabirleriyle çıktığı bir erkek arkadaşı var ve zaten olmazsa günümüz tabiriyle karizması bozulur(!). Bilmem bütün bunlar Türk milleti olarak bizleri hiç etkiliyor mu, yoksa: “Çağdaş yaşam” denip geçiliyor mu?..
Gelelim şu meşhur dizilerimizdeki zengin sofralarla, içilen “Şarap, Viski ve Rakılara”. Sorarım bizim toplumumuz ne zamandan beridir ki, alkol içki zıkkımıyla ailece içli dışlı olmuştur...
Çay-kahve ve muhtelif şerbetler, sakız-tatlısı vs. bizlerin başlıca misafir ikramlarımız değil miydi? Ne çabuk “Coni veya Diyana” olduk... Gençlerimizin, talebelerimizin devamlı uğrak yerleri olan: “Kafeterya ve Diskolar”, yeni nesillerimizi sıfırlara sürükleyen birer masum görünümlü tuzaklar değil midir?.. Sigara ve dahası esrarın ilk öğrenim yuvalarına kadar girmiş olduğunu sesli-sessiz basınımız, yani günümüz tabiriyle, medya hemen her gün bu meseleye temas etmiyor mu!...
VAROŞ İNSANI VE KAPUCU AİLELERİ!...
Evet! TV-Dizileri bir de bu yakıştırmasını milletimizin başına musallat etti!...
Şimdi soruyorum: “Varoş insanı” kimdir ve neyi temsil etmektedir?... Dahası: (Varoş insanının en büyük zenginliği fakirliği imiş.) Evet, öyle yorumlanan bir yakıştırma?!.
Demek ki, temiz ahlâklı, dürüst ve sağlam karakterli olabilmek için illaki fakir olup, varoşlarda oturmak lâzımmış!.. Sevsinler! Şunu hemen hepimiz de biliyoruz ki: “fakirlik denen musibetten” çıksa, çıksa karakter bozucu unsurlar meydana gelir ve bundan en ziyade böyle bir ülkenin “Devlet idarecileri” zarar görür. Çünkü böylesi bir ortam her daim patlamaya hazır bir bombadan farksız olur!..
Zengin zümreye gelince; Bizlere sunulan ahlâken düşkün, nasıl varlıklı bir seviyeye geldiği karanlıkta olan: “Erkeğin ayrı, kadının ayrı metresleri olan ve evlâtlarının da ahlâki açıdan kendilerinden farksız bulunan, ortamzede parazitler sürüsü...
Yani gerçek iş adamı, hak yolundan servet edinebilmiş hakiki varidatlılar değil. Bizce, “Zengin-Fakir” sürtüşmesine sebep teşkil edebilecek bu gibi davranışlara karşı dikkatli olmak, en azından ülkemizin istikbali açısından elzemdir!..
Ve zaten duygu istimarcılığı için, hemen her dizide yer alan o malûm “yoğun bakım” sahneleri yeter de artar bile!...
Gelelim “Apartman Kapucuları” meselesine!.. Efendim haspam kızını veya oğlunu “Kapucu gencine” vermezmiş!.. Niye? Eh kendileri varidatlı ailelermiş. Peki varidatlı ailelerin, kapucu ailelerinden “servetleri hariç” ne farkları var?.. Yoksa bunlar kendilerini “asilzade”mi görmekte!.. Bilmiyorlar mı ki; servet edinmek başka, asilzade olmak da bambaşka faktörlerdir!...
“Kapuculuk” bir meslektir. Kapucu hem amme hizmeti görmekte ve hem de namusu ile ekmeğini kazanmakta olan insanların edindikleri bir kazanç unsurudur.
Tek kelime ile; karanlık yollardan servet edinenlerin yanında, Kapucular Bey, Paşa’dırlar. Bendeniz karanlık kazanç edinmektense, kapucu olmayı tercih ederim.
TV’lerdeki şu: “Varoş, Kapucu, Şoför, vs.” yakıştırmalarıyla, günümüz “Yeraltı Dünyası”nın sözde mert kabadayı(!) tiplerine de son verelim. Bu gibi yakıştırmalar halk da değil, milletimizi zümrelere ayırıp, yekdiğerine düşman etmekten gayrı hiçbir işe yaramaz!..
Saygıdeğer okuyucularım; “1915 Tehciri” ile alâkalı yazımın yeni bölümünü, bu makalem sebebiyle ertelemeye mecbur kaldığım için cümlenizden özür dilerim. İnşallah yeni yazımda mezkûr makaleme devam ederim.
Yeni yazımda buluşabilmek dileğim ile hepinize mutlu yaşantı diliyorum efendim, saygılarımla.