AVRUPA'NIN GERÇEK YÜZÜ

Abone Ol

 

Söz, sihir gibi tesir eder ve etkiler hükmünce, çevrelerini yavaş yavaş etkilemeye başladılar.. Önce çok mâsûmâne ve ehemmiyetsiz gibi görülen menfî fikirleri, zamanla bir çığ gibi büyüyerek; artık önlenemez bir hâl aldı.

 

Nitekim çığ da, birkaç kar tanesiyle başlar.. Sonuçta karşı konulmaz bir dağ heybetinde önüne çıkanı silip süpürür.

 

Önce Güney Doğu'nun tam mânâsiyle imar edilmeyişini kalkan ederek, devleti yıpratmaya çalıştılar. Artık bunun inandırıcılığını yitirmesiyle de, yavaş yavaş dillerinin altındaki baklayı çıkardılar.

 

Elbette Türkiye'nin her yöresinde,olduğu gibi güney-doğu'da imara muhtaç, kalkınmaya susamış yerler vardır. Tabii ki, Türkiye'de mâmur olmayan, kalkınmamış bir avuç yer bile kalmamalı...

 

Fakat şu husus iyi bilinmeli ki terör kalkınmasızlıktan ötürü ortaya çıkmadı. Lâkin o durumları âlet ederek asıl niyetini bir süre kamuflaj etmesini bildi.

 

Hakîkaten "Sultan Abdülhamit'in iç politikada çok ağırlık verdiği husus, birinci derece maârif, ikinci derecede bayındırlık idi. 1950'den sonra Hâmid rejiminin büyük düşmanlarından ve ittihad ve terakkî erkânından ünlü gazeteci Hüseyin Cahid Yalçın, 'İmar ile siyasî iktidar mümkin olsaydı, Sultan Abdülhamîd ölümüne kadar tahtta kalırdı.' derken," _ büyük bir gerçeğe parmak basmıştır.

 

Şüphesiz o günkü tenkit edenleri bugünkü teröristlerle bir tutmuyoruz. Onlar, iyi niyetle, samîmî vatanseverlik duyguları ile hareket etmişler; fakat basîretsizlikle, zamanın iktidarını alaşağı etmişlerdir.

 

Sonra da pişman olmuşlar ama, olan olmuş, iş işten geçmiş; asrın dâhi hükümdarı bütün dünyaya karşı kol kanat gerdiği Osmanlı Devleti'ni yönetmekten alıkonulmuştu.

 

Onların bu çıkışlarına, maarifteki topyekûn şahlanış ve imparatorluğun her tarafında, harıl harıl yapılan imar faaliyetleri -maalesef- engel olamamıştı.

 

İşte -teşbihte hata olmasın- nazara vermek istediğim husus budur. Yâni tarihî misâlde olduğu gibi maârif ve îmar hizmetlerinin, iktidara karşı şiddetli muhalefeti önlemede, ne yazık ki, müessir ve etkin bir rol oynıyamıyacağı gerçeğidir.

 

Bugünkü yıkıcı, bölücü ve ayrılıkçı, zihniyeti taşıyanlar ile bunu fiilen yâni eylemle gerçekleştirmek istiyen teröristler için Türkiye'nin baştan başa îmar edilmiş olması hiçbir şey ifade etmez.

 

Onlar için asla caydırıcı bir rol oynamaz. Şüphesiz yine de bizler vatanın her köşesinin kalkınmasını cânı gönülden istiyor ve bu inşâllah yakın bir zamanda gerçekleşecektir.

 

Demek istediğimiz, Türkiye'nin mâmur ve müreffeh yâni refâh içinde olması; ayrılıkçı kişilerin menfî ve olumsuz ihtiraslarını bir kat daha kamçılamaktan öteye gitmiyecektir. Tıpkı, Bask bölgesi, İspanya'nın en gelişmiş yöresi olduğu hâlde, ayrılıkçı hareketin önüne geçilemeyişi gibi..

 

Evet aynı hususu, Güney-Doğu Anadolu için de düşünebiliriz. Ayrılıkçı zihniyetin önde gelenleri -ölmüş olanı ve olmıyanı- en iyi imkânlarda yetiştiler, en lüks semtlerde büyüdüler, yatılı okullarda okudular.

 

Yine de bu menhûs ve uğursuz ayrılıkçı düşünceye bütün güçleriyle sarıldılar. Ömürlerini yersiz ve anlamsız bir Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı nefret ve düşmanlık içinde geçirdiler ve geçirmektedirler.

 

Türkiyemizin kalkınması, çeşitli iç-dış sebeplerle gecikmiştir.. Eksiğimiz gediğimiz çoktur. Elbette hükûmetlerin -kaçınılmaz olarak- bâzan, ister istemez yanlış uygulamaları olmuştur, olabilir.

 

Bunları emelleri için atlama taşı olarak kullananlar, aslında dış tesirlerin etkisinde kaldıklarını ve onların ince hesapları doğrultusunda hareket ettiklerini iyice bir düşünseler; belki de bu yanlış gidişâttan döneceklerdir.

 

Unutmıyalım ki Batı, hiçbir zaman Türkiye'nin hayrını düşünmez.

 

Asıl gayeleri, dün Osmanlı'yı "Islahat" diye diye parçaladıkları gibi, bugün de Türkiye'yi "İnsan Hakları" diye diye bölmektir.

 

Dün azınlık olan Rum, Ermeni ve Yahudileri kullandıkları gibi, bugün de "Azınlık" mefhûmundan hareketle, aynı sonucu almak istemektedirler.

 

Fakat bugün, Türkiye'de dün olduğu gibi, isyana teşvik ettirebilecek nisbette azınlık yoktur. Bu defa kendi öz kardeşlerimizin bir kısmını "azınlık" statüsüne koydurmak istiyorlar. Ki böylece dünkü oyunlarını, bugün de gerçekleştirebilsinler..

 

Oysa "azınlık"; istenilecek, imrenilecek bir kategori değildir. Bilakis kurtulunması gereken bir şeydir. Önce böl sonra yut hükmünce, Türkiye yenilir yutulur lokmalar hâline getirilmek isteniyor..

 

Ne hazin ki Türkiye geliştikçe, nüfusu arttıkça, GAP kendisini gösterdikçe, Batı ile aramızdaki teknik açıklık azaldıkça Batı'nın Türkiye korkusu da arttıkça artıyor.

 

Türkiye'yi küçültmenin, sırasında, birbirleriyle vuruşturacakları sözde devletçiklere ayırarak Türkiye'ye topyekûn hükmetmenin zemini hazırlanmak isteniyor.

 

Bu hususta, her zaman geçerli olan uygulama "Böl, parçala yut ve hükmet!" reçetesidir. Çünkü artık "Ortadoğu, Kafkaslar ve Ortaasya'da ben de varım." diyen, "Akdeniz, Kızıldeniz ve Karadeniz'de uçak gemilerim dolaşmalı"diye düşünen bir Türkiye ufukta doğmuş ve giderek yükselmektedir.

 

İşte bütün mes'ele bu.. Onun bunun bu işe âlet olmaları zâhirî bir sebepten başka birşey değildir.

 

"Batılı devletlerin hiçbir Müslüman millete Hıristiyan olmıyan hiç bir topluma istiklâl tanımak gibi bir niyetleri yoktu. Çok sonralara kadar da olmıyacaktır. Onun için Osmanlı'dan ayrılan her Müslüman kavim, Batılı sömürgecilerin tabiî lokması idi."2

 

Aynen onun gibi, bugün de Batılı devletlerin hiçbir Müslüman millete istiklâl tanımak gibi bir niyetleri yoktur. İşte Bosna önümüzde.. Bosna'ya ancak binlerce kadın ve kızın ırzına geçildikten, artık müstakil bir devlet kuramıyacak duruma düşürüldükten sonradır ki lütfen müdahale ettiler. Yâni kıpırdıyamaz hâle getirdikten sonra...

 

Velhâsıl Türkiye'den -farzı muhal- ayıracakları her Müslüman kavim Batılı dostlarımızın(!) lokması olmaktan kendilerini asla kurtaramıyacaklardır.

 

Nitekim Avrupa Parlamentosu Dışişleri ve İnsan Hakları Komisyonu'nca İsveçli liberal parlamenter Cecilia Malmström tarafından hazırlanan rapora ilişkin olarak kabul edilen ve Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu'nun onayına gönderilen karar tasarısının "AB'nin genişlemesi" ile ilgili bölümünde Türkiye dışında hiçbir aday ülkeye ismen atıfta bulunulmazken, "Avrupa Parlamentosu, Türkiye'nin tam üyelik müzakereleri sırasında, Kürt halkının ve diğer etnik grupların hakları mes'elesinin görmezden gelinmemesini istiyor" cümlesine yer vermesiyle _ Avrupa gerçek yüzünü göstermiş.. Tarihin tekerrür ettiğine dair çok acı ve taptaze bir misâl oluşturmuştur.

 

İşte bu yüzden "Kürdler, (nasıl) kendilerini Ermeniler'e yedirmeyen padişah (Abdülhamîd Han)a minnetdar ve candan bağlı idi(yse)ler..."4

 

Bugün de Kürtler, -asırlardır din, kan ve can kardeşi olduğumuzdan- kendilerini emperyalist Batı'ya yem etmiyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne -şüphe etmiyoruz ki- yürekten bağlıdırlar ve daima da bağlı kalacaklardır..

 

Çok yakında aykırı düşünenlerin de -inşâllah- bu yanlıştan vazgeçeceklerini umuyor ve bekliyoruz.

 

Mutlaka Batı'yla münasebetlerimiz sûretâ ve resmen devam etmesi gerekir. Üstelik bu bir zarurettir. Ancak bilhassa biz Türklere ebedî düşman olan ve hiç bir şekilde bize muhabbet ve meyletmelerine imkân olmayan Avrupalılara karşı, kalben nasıl meyil ve muhabbet ettiğimize de şaşmaktan kendimi alamıyorum.

 

 

1. Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, C: 1, İstanbul-1986 s.589

 

2. a.g.e. s.594

 

3. Ortadoğu, 25 Şubat 2000

 

4. Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, C.1, İstanbul - 1986 s. 594