“Her neyse, bugün şu kitabı okuyordum. Yazar bir yerinde: ‘Tarihten, zaferlerden, büyük adamlardan yoksun milletler, maddî imkânları geniş olsa da, ciddî bir sallantıya dayanamazlar, çöküp giderler’ diyor.

“Birdenbire düşündüm; laikiz dedik, dinle ilişkimizi devlet olarak kestik. Cumhuriyetimiz dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmemek için saltanat devrini kötüledik.

“Kazanılmış büyük zaferleri bile, birkaç satırla geçiştirmeye başladık. Latin harflerini aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişinin hazinesinden yoksun bıraktık.

“Biliyorsun, bunları yapmak zorundaydık biz! Batının bir parçası olmak gerekti. Ama ya açılan manevî çukurlar? Bunlar yaptıklarımızı giderek tehlikeye düşürür! Bugünün meselesi değil bunlar elbet. Ama biz, yüz sene sonrasını bugünden düşünmek zorundayız.

“Türk soyu ve ulusu ile kazanacağımız varlıklarımızı, tarihin tozlu raflarından indirip ortaya koymalıyız.

“Nasıl bir soydan geliyoruz?

“Neler yapmışız?

“Uygarlığımızın dünya uygarlığına katkısı nedir?

“Millî Misak sınırları içinde kalan topraklarımızın geçirdiği tarih dönemleri nelerdir?

“Yer altında ve yer üstündeki hazinelerimizin envanteri nedir?

“Yetiştirdiğimiz büyük adamların hayatları, gerçek düşünceleri nelerdir?

“Bütün bunları arayıp ortaya koyacak bir müesseseye ihtiyacımız var. Böylece milletimizin manevî temelleri sağlamlaşır, morali yükselir, büyük hamlelere girişir.

“Tarihimize ve dilimize önem vermek zorundayız.” (Milliyet, 16. 11. 1974)

X

Cumhuriyet kurulmuş. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sağlam temeller üzerine oturtulmuştu. Artık geriye dönülemezdi. Çünkü buna ne ihtiyaç ne de gerek vardı.

Türkler tarihlerindeki en faziletli rejime, Cumhuriyete kavuşmuşlardı. Bundan asla vazgeçilemez. Cayılamazdı. Bunun kadri bilinmeli. Varsa eksikleri giderilmeliydi. Artık geçmişe dönmek için değil; ancak ondan ibret almak için geçmişe bakılmalıydı. Zaten öyle de yapılıyor.

Türk milleti ârifti. Sabırlıydı. Anlayışlıydı. Tarihte olduğu gibi yakmadan, yıkmadan eksikleri gidermesini bilirdi. Hataları düzeltmekte üstüne yoktu. Nitekim bu sefer de gecikmedi. Öyle de yaptı.

Kanunlar çerçevesinde kalarak, müspet hareket ederek, anarşiye prim vermeyerek, devletine sadakatten ayrılmayarak; asla tahripkâr olmayarak; mânevî boşlukları doldurmaya çalıştı ve çalışıyor.

Memleket çocuklarının daha dindar, daha inançlı olmaları için manevî bir çalışma ve gayretin içine girdiler. Bu hususta yanlış anlamalardan ötürü resmiyetle yüz yüze geldiler. Mahkemelere çıkartıldılar -istisnalar dışında- hep beraat ettiler, aklandılar.

Bu manevî gelişmeye, zamanla devlet de ayak uydurdu. Eksiklikler bir bir giderildi. Yanlıştan yavaş yavaş birlikte dönüldü. Halk manevî macerasına, doğal akışına kavuştu.

Bugün eskiye nazaran, pırıl pırıl imanlı, inançlı gençlerimiz var. Işıl ışıl gözlerle hayata bakan, manen şuurlu, zeki mi zeki genç kızlarımız var.

Geçmişe saygı duyuyor, günü kucaklıyor, geleceğe kanat açıyorlar. Ne geçmişe kalkıp sövüyor. Ne de bugünkü devletine kem gözle bakıyor.

Batının çöken aile kurumuna inat, yuva kurmaya âmâde gençlerimiz var.

Nur topu gibi çocuklar yetiştirmeye aday genç kızlarımız var.

Her biri, yaşama sevinciyle hayata bakan, sağlam yapılı nesil ve kuşaklara sahibiz.

Çocuksuz kalan Avrupaya inat, nur topu gibi bel bel bakan, gülücükler saçan çocuklara malikiz.