Haçlılar 1099 yılında 5 haftalık kuşatma sonunda Kudüs’e girdiler. Kudüs’te Müslümanlara yaptıkları vahşilikleri Haçlı Kontu Raymund of Aguiles utanmadan şöyle dile getiriyordu:

“Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları -ki bunlar en merhametlileriydi- düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup yere düşürdüler, Bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Mabedi’nde yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki Süleyman Mabedi’nde akan kanların yüksekliği, adamlarımızın dizlerinin boyunu aşıyordu.”

Katliam korkunçtu. Görüldüğü gibi Haçlılar yaptıkları barbarlıkları iftiharla anlatabilmektedirler. Oysa bakınız Türk ve Müslüman sultan Selahaddin Eyyubi ne kadar insani, ne kadar merhametli ve de ne kadar yüce davranış sergileyecekti şöyle ki:

“Yıl 3 Ekim 1187 Selâhaddin Eyyubi, Hittin zaferi sonrası görkemli bir şekilde Kudüs’e girdi. Selâhaddin şehre girer girmez Kutsal Ömer Camii’ni gülsuyu ile yıkayıp arındırdı. Sonra da, Sultan, mağluplara şartlarını bildirdi. Ortodoks Hıristiyanlar yeniden Kutsal Mezar ve Betlehem’deki eski mahallelerine yerleştirildiler.

Haçlılar ise köle olarak alıkondu. Muayyen bir fidyeyi ödemek şartıyla, istedikleri takdirde memleketlerine dönebilme hakları da kendilerine tanınmıştı. Zamanın Avrupalı, İslâm, Yunanlı ve Ermeni tarihçilerinin hepsi, Selahaddin’in düşmanlarına göstermiş olduğu yüce gönüllülük ve hoşgörüyü yazılarında vurgulamışlardır. Hiçbir Hıristiyan’a en ufak bir kötü muamele yapılmamış, şehir sakinlerinden kimsenin başına kötü bir şey gelmemiş ve Müslümanlar tarafından katledilen tek bir kişiye rastlanmamıştır. Haçlılar’ın hepsi, fidye olarak istenen parayı ödedikten sonra grup halinde Avrupa’ya gitmeye hazırlandılar. Haçlılar çıkmaları için Davut Kapısı serbest bırakıldı.

Bu kapının hemen dışında Selâhaddin tahtını kurdurdu ve tahtta oturduktan sonra da gidişin başlaması için emirlerini verdi. İlk ayrılan meşhur Patrik Heraklios oldu. Beraberinde tüm maiyetini, kiliselerinin hazinelerini, altın ve gümüş kaplan, azizlerin kemiklerini ve Kutsal Topraklar’daki Katolik papazlarının o zamanlar sahip oldukları sonsuz servetlerini de götürdü. Heraklios’tan sonra, ayrılan Kraliçe oldu. Kraliçe’ye, birkaç ay önce Hittin’de Sultan’a esir düşmüş, ancak şimdi özgürlükleri iade edilmiş o anlı-şanlı şövalyeler refakat etmekte idiler.

Hafifçe ağlayan mutsuz Kraliçe’nin geçişi sırasında Sultan ayağa kalktı. Kraliçe de Sultan’ı selamlamak üzere durduğunda, asil Sultan teselli edici sözlerle onun acısını azaltmaya çalıştı. Kraliçe’nin etrafını Avrupa’ya dönebilmek için gereken fidyeyi verecek paraları olmayan ve bu yüzden ağlayan fakir Haçlı kadınlar çevrelemişti ve âlicenap Sultan tek bir sözü ile onları da azad etti.
Haçlılar’ın birçoğunun, sırtlarındaki yaşlı veya hasta yakınlarını taşıyabilmek için pek çok değerli eşyalarını bırakmak zorunda kaldıklarını görmüştü. Bunun üzerine düşmanlarının mallarını beraberlerinde memleketlerine götürebilmelerini sağlamak için, ordusundaki pek çok araba ve diğer nakil vasıtalarını sahile kadar onlara yardımcı olmak üzere görevlendirmiştir.

Son olarak da, maddi durumları nedeniyle hayatları boyunca Müslümanlara esir kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan 4.000 Haçlı’nın fidye paralarını da, kardeşi Al-Malek-el-Antel ile birlikte bizzat kendi bütçelerinden ödedi.

Zamanın bütün tarih yazıcılarının gerçekten de insanı etkilememesi imkânsız olan tüm bu ayrıntılar üzerinde aynı fikri paylaşmaları, Selâhaddin’in yüksek ahlâkî kişiliğinin tüm dünyaca görülmemiş bir ağırlıkla kabul edilmesini sağlamıştır

Haçlılar’ın 1099'daki Kudüs'ü işgali sırasında sergilemiş oldukları o iğrenç davranışlarla, 88 yıl sonra Müslümanların zafer kutlamaları sırasında gösterdikleri yüksek ahlâk hasletleri kıyaslamak mümkün değildir.

Bu asil davranış karşısında Avrupa utanç içinde kaldı! Evet, Selâhaddin, gerçek bir gurur ve asaletle, Avrupa’nın utanç içindeki derebeylerine gerçek bir şövalyenin ne olduğunu göstermiş ve öğretmiştir. Vahşilere karşı yumuşak, kötülere karşı insan, mutsuzlara karşı yardımsever ve müşfik olan bu ortaçağ kahramanı namusuyla savaştı, kahramanca kazandı ve zaferlerini kanla sulamayı hiçbir şekilde düşünmedi!”