Geçtiğimiz günlerde bulunduğum bir dost ortamında Fransız devrimi ile başlayan devrimler sürecinin ve 1.Dünya savaşı sonunda ortaya çıkan geçerli durumun Türkler adına bir Kurtuluş savaşını zorunlu kılındığından bahsediliyordu. 

Bu tezi savunan dostum bulunduğumuz ortamda bulunan genç arkadaşlarımı bir tartışmanın içine çekmek hatta kışkırtarak düşünmeye zorlamak adına sözlerine şöyle devam ediyordu; ’Mustafa Kemal olmasa da Cumhuriyet’in ilanı ve devrimler kaçınılmazdı. O olmasa bile bu tarihsel evrim gerçekleşmek zorunda idi.  Mustafa Kemal’in ortaya koyduğu düşünce sistemi kendi tasarımı olmakla birlikte; Geç kalınmış Rönesans ve reform hareketleri, Fransız ihtilali, Sanayi devrimi, Hatta Japon Meiji yenileşmeleri ve Bolşevik ihtilali ile ortaya çıkan düşünce akımlarının bir sentezidir. Özellikle Halkçılık, Cumhuriyetçilik ve Milliyetçilik ilkeleri bu devrimlerin en temel ürünüdür. Sonrasında gelen Devletçilik, Devrimcilik ve laiklik bu ilkeleri destekleyici ve tamamlayıcıdır. Sonuç olarak Mustafa Kemal olmasa da bir kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet tarihsel evrimin bir sonucu olarak mutlaka gerçekleşecekti.’’

Doğru argümanlarla başlayan ama kasıtlı olarak varılan yanlış sonuca hiçbir itirazın yapılmaması beni ve tezin savunucusu arkadaşımı oldukça şaşırttı. Her ikimizde aslında bu tezin halen günümüz siyasetçiler eli ile zaten pompalandığını, Türksüz ve Atatürksüz anayasa başta olmak üzere, yeni bir tarih ve devlet önermesi yapıldığını çok iyi biliyorduk.

Uzun zamandır AB ve ABD güdümlü dinci, gerici, liberal ve 2.cumhuriyetçiler oluşan koro bu şarkıyı farklı şekillerde söylüyor ve toplumu hazırlıyor. 

Yavaş yavaş ve planlı bir biçimde Cumhuriyeti dönüştürmek, devrimler ile elde edilen kazanımları yok etmek ve Atlantik ötesince biçilen ılımlı İslam modeline uygun yeni bir devlet yaratmak niyeti günümüz siyasetçileri ve milletvekilleri tarafından da dillendiriliyor.

Türkiye’ye biçilen rol gereğince başta eğitimin ve tüm sistemin Atatürksüzleştirilmesi ile demokratik cumhuriyetten tek adam cumhuriyetine yani totaliter rejime geçilmesi hedefleniyor. 

Eski CIA istihbarat şefi Graham Fuller, ‘’Ortadoğu’da ya akılcı geri dönüş, Kemalist değerlerin indirgenmesine bağlı derken, Alman Doğu Enstitüsü müdürü Udo Steinbach giderleri Alman dış işleri bakanlığınca karşılanan bir toplantıda; ‘’Sorun Kemalizm ve Kemalizm’in Ulusçuluk ve laiklik ilkesidir. Sorun uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir Ulus yoktur. ‘’sözlerine bu noktadan bakmak gerekiyor.

Türkiye ile ilgili raporlarında 2004'ten beri, AKP iktidarına, 'Kemalizm ile mücadele edin!' çağrısı yapılıyor, içimizdeki kalemşorları da bu emre uygun olarak Kemalizm’i kötülüyorlar. 

Siyasal dinciler de bu süreçte Atatürk ve eserleri ile savaşmayı tarihsel bir görev gibi üstlendi. Bazı gazeteler,  varlığını bu ideale bağlamış durumda ’Eğitim önce Kemalist dayatmadan kurtulmalı’’ gibi yazılar yazmaya bayılıyor

Aynı zihniyetin uzantısı Milletvekili ve ilahiyatçılar Kurtuluş Savaşı'nın olmadığı açıklamalarını bile yaptı. Amacı da Atatürk'ü önemsiz göstermekti.

Türk devrimini itibarsızlaştırmaya yönelik her girişimin ve ‘Lozan zafer değil, hezimettir’’ diyen her zihniyetin ardında Sevr’i yırtıp yüzlerine bir tokat gibi çarptığımız sömürgecilerin küreselci torunları var.

Tekrar konumuza dönersek; Atatürk Türk halkının tam bağımsızlığını esas alan Kurtuluş ve Cumhuriyet yolunda yalnız başına yürüyen bir liderdi. 

Başkomutanlık meydan muharebesi için yola çıkacağı günün öncesinde bile en yakın arkadaşları Refet Bele, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy’un Cumhuriyet, saltanat ve hilafet konusundaki baskıları ile mücadele etmek zorunda kalması unutulmamalıdır. 

Yine devrimler konusunda sık sık yavaşlatılmaya çalışıldığı da hatırlanmalıdır. 

Onun vizyonuna yaklaşamayan çevresindeki arkadaşlarını suçlayamayız. Çünkü o düşmanın tarifi ile İnsanlık tarihine birkaç yüzyılda bir gelen ve oda Küçük Asya’da bize, yani Türk ulusuna nasip olan bir dahi idi.

Cumhuriyet; Onun özgürlük ve bağımsızlık olan karakteri ile Yegâne serveti olan Türklüğe olan inancının, Türk halkının manevi varlığında birleşmesi ile mümkün olmuştur. Aksi halde Kurtuluş mümkün olmaz ve Cumhuriyet kurulamazdı. En iyimser tahminle durumumuz benzer tarihi süreçlerden geçen Mısır gibi olurdu.

Kısa bir tarih hatırlatması yapalım; 1882 yılından itibaren örtülü bir şekilde İngiliz kontrolünde olan Mısır, Osmanlının I. Dünya Savaşı'na girmesi ile birlikte İngiltere tarafından Osmanlıya bağlı hıdivliğine son verilerek İngiliz güdümündeki Mısır Sultanlığına dönüştü. 

Köklü bir tarihsel ve kültürel geçmişe sahip, Mısır’da 1919’dan itibaren S’ad Zağlul’un başında olduğu Vaft tarafından eylemler yapılarak, bağımsızlık talepleri dile getirilse de, hatta İsmailiye (Tahrir) meydanında başlayan kanlı ayaklanmalar tam bağımsızlığı asla sağlayamadı.

Savaş sonuna kadar İngiliz sömürgesi(mandası) olan Mısır, Şubat 1922 yılında İngilizler eli ile krallığa dönüştürüldü ve 1952 yılına kadar yarı sömürge durumunda bir krallık olarak varlığını sürdürdü.

Mısır veya diğer pek çok örnekte olduğu gibi, çağdaş dünyada yaşanan devrimlere, siyasal gelişmelere ve yeni fikir akımlarına bağlı olarak toplumların doğal bir devrim sürecine giremeyeceğini tarih bize göstermiştir.

Özgürlükler istenmez alınır. Bunun yolu güçlü bir liderlik ve ulusun çabalamasıdır.

Atatürk şöyle diyor; ‘Bireyler düşünür olmadıkça, haklarını anlamış bulunmadıkça, yığınlar istenilen yöne, herkesçe iyi ya da kötü yöne sürüklenebilirler. Kendini kurtarabilmek için her bir bireyin ülkesinin alın yazısı ile ilgilenmesi gerekir.’

Bu yönü ile Türk kurtuluş savaşı, Halk egemenliğine dayalı Cumhuriyet, Tam bağımsız devlet ve Çağdaşlık yolundaki atılan adımlar ile Türk devrimi dünya özgürlük tarihinde özgün ve örnek bir yere sahiptir. 

Kemalist devrim; deneyimlenmiş ve başarıya ulaşmış ilk antiemperyalist örnektir ve Sömürülen uluslara esin kaynağı olmuştur. 

Atatürk… Ulusumuz iki asırdan beri iki gücün, iki zorba gücün, iki yok edici gücün baskısı altında acı ve üzüntü duymakta idi. O güçlerden birisi; Doğrudan doğruya memleketi ve ulusu yönetme iddiasında bulunan zorbalar, ikincisi; Bütün emperyalist ve kapitalist dünyadır. Batı emperyalizminin Doğuya yayılmasını engellediğimiz için Türkiye’yi öncü gören bütün doğu halklarının sempatisini kazanmış bulunuyoruz. Diğer yandan Batı’nın bütün nefreti bizim üzerimize yoğunlaşmış bulunuyor.’’ 

İşte bu nefretin sahipleri ve yerli işbirlikçileri Atatürksüz bir Türkiye yaratma niyetinden hiç vazgeçmediler.

Onlar: Mahatma Gandi’nin "Mustafa Kemal, İngilizleri yeninceye kadar Tanrıyı da İngiliz zannederdim." Sözlerinden,

Castro’nun “Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ben asla başaramazdım. Asıl devrimci Atatürk. Bu kadar büyük bir devrim yaptım, ama Kemal Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım... Sakın kendinize başka esin kaynağı aramayın.” Sözünden

Mao’nun 1935’teki ‘Uzun Yürüyüş ’öncesinde Şangay Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm.” diye seslenişinden hala korkuyorlar.

Ve bizden korkuyorlar. Şerefin, Namusun ve insanlığın var olabilmesi için, hürriyet ve bağımsızlıklarından vazgeçmeyecek, milletin yaşam ve bağımsızlığına kast edecek emperyalist ve kapitalistlere ve işbirlikçilerine karşı Atatürk ve onun dünya görüşü etrafında kitlenen, Atatürksüz ve Türksüz Cumhuriyete karşı birleşecek olan bizlerden korkuyorlar.

Korkmalılar da…