Bir  Başka  Açıdan
ATATÜRKÇÜ  DÜŞÜNCEDE  ÇAĞDAŞLAŞMA (7)


     Nitekim “Gelirler bir Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenmesi için yeterli değildi. Tekâlif-i Millî'ye (Millî Teklifler) emirleri ile halkın özverisi son sınırlarına kadar zorlandığı gibi (Düşmanın düşmanı  dosttur, hükmünce), dış kaynaklar arama yoluna da gidildi. Özellikle Sovyetler Birliği'nden önemli miktarda para (11 000 000 altın ruble) ve askerî malzeme (39 275 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, yaklaşık 63 000 000 tüfek mermisi, 147 079 top mermisi, 4000 el bombası, 4000 şarapnel, 1500 kılıç, 20 000 gaz maskesi) sağlandı.
     “Kurtuluş Savaşı boyunca Ankara, gerçekçi bir dış siyaset izledi. İtilâf devletleri ve onların desteklediği Yunanistan ile savaşan Türkiye için İtilâf Devletleri'ni dengeleyecek bir müttefike gerek vardı. Bu zorunluluk, aradığı dış desteği Batı'da bulmasına olanak bulunmayan Ankara hükümetini, siyasal ve ideolojik nedenlerle Türk Ulusal Hareketi'ne ilgi duyan Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya yöneltti. İlk resmî temas, Mustafa Kemal Paşa'nın Lenin'e TBMM'nin açılışından üç gün sonra (26 Nisan 1920) (M. Orhan Bayrak, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, İstanbul-1990, s. 34) gönderdiği, taraflar arasında askerî ve siyasî bir ittifak öneren mektubuyla başladı. Sovyet Dışişleri komiseri Çiçerin'in imzasını taşıyan cevabî mektupta (3 Haziran1920), Sovyetler Birliği'nin Ankara hükümetini tanıdığı bildirilmekle birlikte, bir ittifak antlaşmasından söz edilmiyordu.” (Büyük Larousse, c. 12, İstanbul-1986, s. 7186)
     Yine Mustafa Kemal'in: ”Rusya'da insanî ve yüksek gayeler etrafında toplanmış olan ve her milletin hakkına riayet etmeği esas olarak kabul eden, günden güne yayılarak zulüm ve tahakküm âlemini yıkmakta olan muazzam kuvvetler de bize âzamî yardımda bulunmayı vâdetmişlerdir.” (Mustafa Kemal Paşa'nın Pozantı Nutku'ndan -5 Ağustos 1920- (Yurt Ans. c.1, İstanbul-1981, s. 48)) şeklinde söz etmesinin ardından “külçe altın hâlinde ilk parti Sovyet yardımının Erzurum'a gelişi (8 Eylül 1920) ve teslim alınışından” (Büyük Larousse, c.12, İstanbul-1986, s. 7189) sonra, “Sovyetler'le ilişkiler bâzı pürüzlere karşın sürdü ve 16 Mart 1921'de imzalanan dostluk antlaşmasıyla (Moskova antlaşması) sonuçlandı. Bu, Ankara'nın ilk siyasî başarısıydı. Moskova antlaşması ile ulusal hareket doğu sınırlarını güven altına aldığı gibi, siyasî durumunu da güçlendirmiş oluyordu.” (a.g.e. s. 7186)
     “(Böylece) 1922 başlarına gelindiğinde Sovyetler Birliği'nin desteği sağlanmış, Fransa ve İtalya ile çatışmaya son verilmiş, böylece İngiltere ve Yunanistan'a karşı hareket olanağı genişlemişti.” (a.g.e. s. 7186)
     “Gelişigüzel asker (Milis askeri) toplanmasına Bakanlar Kurulu'nun yasaklama kararı (25 Aralık 1920) vermesi” (M. Orhan Bayrak, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, İstanbul-1990, s. 49) de yerinde ve realist bir karardır. Böylece merkezî ordu teşkiline gidilmiş, bölük pörçük mücadeleye son verilmiş. Çöle düşerek zâyi olan yağmur taneleri gibi değil, kanalize olarak akmak, aynı mecrada, aynı maksada doğru seyeran ve cereyan etmek mümkün olabilmiştir.

CUMHURİYETTEN  SONRA  ÇAĞDAŞLAŞMA

      
     1. DEVLETÇİLİK
     Devletin asıl vazifesi, vatanı ve milleti dış tehlikelerden korumak, iç asâyişi sağlamak, adaleti hakkıyla uygulayarak vatandaşın hür ve emin bir şekilde yaşamasını temin etmektir.
     Cumhuriyet kurulduğunda memleketimiz yoksulluk ve fakirlik içindeydi. Bu bakımdan bâzı temel iktisadî ve sınaî faaliyetleri bizzat kendisinin yapması çok tabiî idi.
     Devletin -bugün de can çekişen- üç büyük düşmanı vardı: “Cehalet, zaruret ve ihtilâf.” (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, Necmeddin Şahiner, İstanbul-1979, s.389) Cehaleti ilim ve irfan, zarureti san'at ve sanayi, ihtilâfı ise ittihat silahıyla yani millî birliği temin etmek suretiyle yenmesi gerekiyordu.