Bendeniz 1933 doğumluyum. 1954’te Vatani hizmete çağrıldığımda Vatani hizmet süresi: (Piyade sınıfı, daha doğrusu Karacıların 24 aydı, Jandarma: 30 Ay, Bahriye ise: 36 aydı.)
Bendeniz, sırf denizci olabilmek için Bahriye’yi seçmiş ve de şerefle Vatani görevimi ifa ederek, “1954-1957” şerefimle evime dönmüştüm.
Şimdi soruyorum: “Bir asker kaçağı’nın, ödeyeceği bedel karşılığı afa uğramasının, benim gibi, vatani görevlerini bifiil ifa etmiş Mehmetçik’lerin şeref hanelerine “kaçaklar da mı” ortak edilecek?!..
Zaten işin aslına bakılacak olunsa: (Sırf maddi imkânı olmadığı için) vatani görevini tam olarak ifa eden ve aralarında en tazesi, Güney-Doğu’da şehit edilenler de dahil gerçek Vatan evlâtları, sırf paraları olmadığı için mi Vatani görevini tam olarak yapacak?...
Yâni, eskilerin tabiri ile: (Alavere, dalavere gariban olan nöbete) mi dönecek?... Dahası: Vatani hizmetinin bedeli ancak ve ancak ferden ödendiği zaman, hizmet verilmiş sayılır. Zira, Vatana hizmetin maddi ölçüsü olamaz!
Gerçek sanatçılar istisna, diğer sözde sanatçıların bir şekilde Vatani görevlerini ifa etmemelerine; uyuşturucu kullanmaktan yargılanıp, ceza yemelerine dahi kendi reklamları olarak kullanmalarına ki, Basın’ın bir bölümü de onlara yardımcı olmaktadır. Hoş görülü davranmaya alışmıştık. Lâkin, bu durum genelde ele alındığı zaman ve hele “Asker kaçaklarına” ödeyecekleri maddi bedel karşılığı af edilmelerine, asla ve asla taraftar değiliz ve zaten gerçek vatan evlâdı olan hemen hiç kimse rıza gösteremez.!...
Tek kelime: Bizim ülkemiz ABD. değildir! Biz, ABD. gibi yerli halkı imha ederek Yurt kurmadık. Tam aksi; koca Bizans İmparatorluğu ile savaşarak Fetih şanına eriştik.
Millî Şairimiz: “Şayet uğrunda kan dökülmüşse o toprak Vatandır” buyurmuş olması, güzelim Vatanımız mukaddes Türkiye’nin değerinin maddiyatla ölçülemeyeceğinin açık ispatıdır. Nitekim, Siyonistlerin Sultan II. Abdülhamid Hân’a, Filistin için çok muazzam bir servet teklif ettiklerinde şu tarihi cevabı almışlardır: <Veririz, aldığımız fiyata!>.
Türk Devleti’nin “bedelli” parasına ihtiyacı yoktur ve Devlet bütçesine bedel parasının girmesinin işe yarar bir katkı olacağına inanmıyorum!.... Hele “Asker kaçağı” parasına hiç mi hiç ihtiyacı yoktur!
Tabii ki düşünecek ve gönül rızası ile hareket etmiyecektir ve böyle bir durum ülkemiz içinde “İkilik” meydana getirecek ve bu durumdan istifade etmek isteyen bazı devletler de mezkûr durumdan istifade yolunu seçeceklerdir...
Türk Ordusu’nun “Kara-Hava ve Deniz Kuvvetleri”nin en üst düzey komutanlarının yargılanması olayı, iç asayişi temin göreviyle kurulmuş olan Zabıta kuruluşumuzun da bazı amirlerinin yargılanması vs. Medya’nın bazı kesimlerinin “olumsuz yönde” propaganda yaparak, mevzubahis kuruluşlarımızı bazı açılardan sarsmış ve yeni nesillerin kısmen de olsa bazı zararlı düşüncelere saplanmasına öncü olmuştur.
“Bedelli Askerlik” isteğinde, her geçen gün biraz daha artış görülmesinin başlıca sebebi hiç şüphesiz budur.
Saygıdeğer, Genel Kurmay Başkanlığımızın, sayın Baş-Bakanlığa bağlı olduğu hemen her fırsatta, bahsedilmesi. Öğrenim düzeyi Vasat bir seviyede olan halk ekseriyetimizin böylesi oluşmaları yanlış da değerlendirebilir!...
Nitekim, bizim meseleyi abarttığımızı düşünenlerin, biraz olsun halk arasında dolaşıp, gerçeklerle yüz, yüze gelmeleri, bizlerin ne derece haklı olduğumuzun en açık ispatı olacaktır!...
Kahramanlıklarıyla Çanakkale’de destanlar meydana getiren asil Mehmetçiklerimizin eşsiz başarısı. Unutulmasın ki, o yıllarda “Kuvay-ı Milliye ruhumuzun” henüz güçlü şekilde oluşundan doğmuştur. 
Günümüzde (Aralık 2014) aynı ruhun canlı olarak varlığını sürdürdüğü asla söylenemez. Denecektir ki: “Günümüzde de Milliyetçi akış güçlüdür.” Cevabım şu olacaktır: Günümüzde güçlü olan ne “Kuvay-ı Milliye ve ne de Milliyetçilik inancıdır.” Güçlü olduğu ileri sürülen akım ise, “Milliyetçi değil, Irkçı bir akımdır.” Bunun böyle olduğunu anlayabilmek için kahin olmaya lüzum yoktur. Sadece Sağcı gazetelere ve TV’nin sağcı kanadında çalışan ne yazar ve ne de TV. spikerleri vardır. Bizim iddiamıza sadece bu durum yeterli değil de nedir!...
Hele Parlamentomuz’da tek bir azınlık Milletvekili olmaması da cabası!... Gerçi sayın Başbakanımız, Yazar Mahçupyan’ı “Baş Danışman” sıfatıyla göreve almışlar ve bu duruma müteşekkiriz. Ancak, ancak basından öğrendiğimize göre, özellikle “Azınlıkla alakalı” konulara bakacaklarmış!...
Ülkemizde hemen hemen Rum kalmamış gibi bir şeydir. Musevi vatandaşlara gelince onlar zaten kendi meselelerini kendileri hallederek, Devlet katına iletmektedirler. O halde ortada kala, kala bir Ermeni Cemaati kalmaktadır. Bu Cemaat ise, üçe bölünmüş durumdadır: “Kadim Ermeni Kilisesi olan Gregoryan. Ermeni Katolik mezhepi Kilisesi ve Ermeni Protestan Kilisesi. Bu üçe bölünmüş bir Cemaati denetlemek veya dertlerini dinleyip yardımcı olabilmek ise, bir kişinin yapabileceği bir iş değildir!...”
Her ne ise, kendilerine başarılar dilerken, çok önemli olan bir hususu da zikretmek isteriz ki, aynen şudur: Cennetmekân Sultan II. Mehmed Hân’ı siyaseten sıkıştırarak, sözü geçen mezheplerin resmileşmesini sağlamışlardır. Bu hususta: “TÜRKİYE ERMENİLER TARİHİ” adlı telif eserimde tüm detaylarıyla mevcuttur.
Demem o ki, Türkiye-Ermenileri Patrikhânesi bu hususta hiç mi hiç dikkate alınmayacak olunsa ki, durum öyle gösteriyor. Hiç de olumlu neticeler alınamayacaktır. Bizden hatırlatması!...
Sayın Hükümetlerimiz uzun yıllardır ki, biz Ermenileri, Yânî, Türkiye Ermenileri’ni hiç mi hiç kaale almamaktadır ve bu durumdan da o kendilerini dünyanın liderleri sayan maddi açıdan güçlü, insanlık açısından sıfır olan bazı devletlerin çevirdikleri her nevi entrika Türkiye insanlarını bölük pörçük duruma getirmektedir.
Şu hususu hemen hepimizde biliyoruz: Türkiye tarihinin en zorlu günlerini yaşamaktadır. Dolayısıyla: “Millî Birlik ve Beraberliğimizi” yeniden ihya etmeye mecburuz.
Azerilerin “Soydaşlık”, “İki devlet bir millet” gibi siyasî fantazileri Türkiye’nin meselelerine hiçbir şekilde mehlem olmaz, olamaz! Azeriler bizimle “soydaş” peki Federal Rusya ile nedir diye hep düşünürüm?...
Ülkemizdeki yerli TV-Dizileri’nde yer alan hikâyeler, o hikâyelerin kahramanları gerçekten Türk insanı mıdır? Buna inanabiliyor muyuz?.. Kız ve Kadınları bencil, ihtiraslı ve ruhsuz entrikacı kimseler. Erkekler ise; vahşi saldırgan ve sadist tipler... TV-Dizilerinde kullanılan dil ise kısmen de değil tamamen argo ve bu durum TV Dizisi olanların bazılarında en çirkin şekilde değerlendirilmektedir: “ULAN İSTANBUL”la başlayan bir akım, yarınlarda “Ulan Ankara”ya kadar giderse hiç şaşmayalım. Çünkü esas hedef istanbul değil, Ankara’dır. Böylesi kaba saba başlıkları dizi senaryosuna başlık yapanlar, art niyetli değillerdir ama, ABD. sistemini benimsemiş olacaklar ki, böylesi bir kabalığa kapılabillmektedirler!...
Bilhassa genç kızlarımız, mezkûr dizileri kendilerine örnek alıp o sadece hayalden ileri gidemiyecek senaryolara hayranlık duymakta, ev kızı değil, Manken Kız olmaya çalışmaktadırlar. 18. Yaşına gelen nice körpecik kızlar, ebeveyenlerinden ayrılarak ayrı ev tutmakta, bazıları da “Erkek arkadaşıyla” birlikte oturmaktadır.
Bendeniz; tamamen kapalı kadın kıyafetine nasıl karşıysam, aynı şekilde de yarı çıplak dolaşan kızların kıyafetlerine de o derece karşıyım!...
Görülüyor ki, Türkiye’de her daim “Küçük meseleler” üzerinde durulmamış ve hâlâ da durulmamaktadır. Halbuki hemen her ülkenin en ciddi problemlerin altında her daim, küçük meseleler yatar ve yatmaktadır!... Dolayısıyla, “küçük meselelere” aldırmamak, es geçmek, yarınların Türkiye’sine zarar verebilecek unsurlara, ellerimizle imkân sağlamak demektir!...
Önceki satırlarda temas ettim ve yine ediyorum; Günümüz Türkiye’sinin genç, yaşlı hemen her ekol insanı, Türk gibi değil, Amerikalı gibi yaşamaya adeta özenmekte ve öyle yaşayabilme gayreti göstermektedir.
Bu ne demektir? Şu demektir; kendi benliğimizi yitirmiş, yeni bir kimlik bulma arayışı içinde yaşamaktayız!...
TV programları bir şekilde bizim asıl kimliğimizi çalmakta ve yerine Amerikan vari bir kimlik vermektedir!... Böylesi bir kimliğin bizlerden neler alıp götürdüğünü ve yerlerine ne idüğü belirsiz kimlikleri benimsetmeye çalıştığını, artık görmek mecburiyetinde olduğumuzu hatırlatmak isterim!...
Biz ABD’den kopalım demiyorum. Tam aksi daha sıkı bağlarla da bağlanabiliriz. Bizim için sakınca yoktur!...
Ancak ve ancak; bizim de bir Devlet olduğumuzu hatırlatarak!...
Sayın Cumhurbaşkanımız’ın son günlerdeki çıkışları. Bendeniz AKPartili olmadığım halde, gayet olumlu buldum ve bir tek hususu da dikkatlere çekmek isterim; ABD. münasebetlerinde, gerçek kimliğini meydana koyup, ciddi bir Cumhurbaşkanı sayın Tayyip Erdoğan olmuştur. 
Saygıdeğer okuyucularım, şayet nasipse; yeni bir Pazar gününde buluşabilmek dileğimle, hepinize mutlu haftalar diliyorum efendim.