Aşk... Ama Ne Vakit?
Mevsimlerin, örneğin inat edip geçmemesi sanki mümkünmüş gibi, saçma bir cümle kurduğumun farkındayım sayın okurlar.
Ve biz faniler... Hayatın küçük ayrıntılarıyla baş etmek zorunda olan mütevazı insanlar. Bizler artık büyük tabloya kafa yormanın dinozorluk sayıldığı bir zamanın köleleri olmayı kanıksamış olsak da hep yeni bir umut taşırız geleceğe dair. Kendimize, ülkemize ve insanlık hakkında mutlu hayaller kurarız.
Artık yeni bir başlangıç isteriz her yeni yıl geldiğinde, sevinçle dolar gönlümüz. Belki de yeni olana büyük anlamlar yüklemenin ruhumuza saldığı geçici bir ferahlama, tatlı bir yanılsamadır bu. Kendimizi kandırmayı, geçici bir süre için dahi olsa, severiz galiba.
Aradan zaman geçer, bahar gelir ve yurdumun her tarafında çiçekler açar; mutluluk sızar doğanın o engin kalbinden yüreğimize: Ferahlarız.
Aşık olasımız gelir her bahar. Baharın aşka açılan yegane güzel kapı olduğuna inanmışızdır nedense. Kediler Mart yaratığıdır, insan ise belki de Nisan... Yok, Mayıs ta olmaz mı ki..?
Olur mu ki? Hayır, olamaz! Her bahar bombalar patlar ülkemin dağlarında, meydanlarında... Yüreklere ateş düşer. Hiç âşık olmamış vandal ve katil yürekler sevdalı gönüllere ateş topu fırlatırlar. Ocaklar söner; bir Mehmet şehit düşer, bir fidan kesilir kökünden...
Katillerin uğursuz bombalarıyla, mermileriyle her bahar zehir olur bize... Acı, keder kaplar yüreklerimizi; aşka açılan gönüllerimiz haklı bir isyan ve intikama doğru kanatlanır. Ekranlarda -aziz bir dostun güzel tabiriyle- “herbokolog” unvanını hakkıyla (!) kesbetmiş bir yığın adam görürüz sonra; “aslında bu eylemi başkaları yapmıştır”, “yaptırmıştır” mavallarını pazarlayan... Tiksiniriz ve mücadele azmiyle dolarız yeniden.
“Kimlik için öldürdüklerini” söyleyen bu katillerden naşi sorarız kendimize “biz kimiz” diye....
Biz..!
“Türk komünisti Nazım Hikmet’in” mükemmel dizeleriyle, “dört nala gelip uzak Asya’dan” sadece “Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanan bu memleket”e “yerleşmek”le kalmayıp taa Roma’nın kalbine akmış bir fırtınanın çocuklarıyız. Sırtımızda mazinin ağır yükü ve alnımıza “Frengistanlunun” yapıştırdığı “Barbar Türk” damgasının onuruyla tek başına, yapayalnız geleceğe yürüyen bir milletiz.
Her baharı bize zehir etmek için kiralanan birileri hep olmuştur, bundan sonra da olacaktır.
Biz bu tarihsel ve trajik yalnızlıktan mutluyuz. Zaman zaman bu ontolojik durumun bilincinde olmayıp “gaflet ve dalalete” düşenler olsa da bizler bu hakikati bilmekle kalmaz, yaşarız. Mazoşistlikle suçlansak da halimizden memnunuz. Anlayacağınız; sizin aklınız bize yaramaz; her şeyi bilen efendiler...
Ve yine biliriz her şeyin bir bedeli olduğunu; bin yıldır bu topraklarda var olmak için ödediğimiz bedeli ödemeden hiçbir kudret bizi karşısında diz çökmeye mecbur edemeyecektir.
...........
Ve bir irade isteriz, ararız, özleriz; yüreğimizi temsil edecek...
Bir irade ararız, önümüze düşüp bizi bu Ergenekon’dan çıkaracak, bu büyük kuşatmayı yaracak.
İşte o gün, o iradeyi bulduğumuzda ağız tadıyla âşık olup yürek tadıyla sevişebilecektir bu millet.
Yeter artık; bitmeli bu zillet!