Aşıyı Tutturabilmek... 

Abone Ol

Demokrasi… Bizzat Türkçe kökenli bir cümledir. ‘Demek’ ifadesinden türer. Diyebilmek, fikrini söyleyebilmek, özgürce söyleyebilmek, düşüncelerinden dolayı suçlanmamak anlamına gelir. 

Yıllar yıllar önce Devlet anlayışını benimsemiş ceddimiz demokrasinin, halk iradesinin önemine varmışlardı.

Elbette bu öyle durup dururken “Hadi herkes fikrini açıkça söylesin” diyerek başlamadı. Geçmişe hakim hanların, ak saçlıların okuyup öğrendiği hatta bazılarının tecrübe ettiği, vakıf olduğu bir konuydu. Çok duymuşlardı. Yerleşik halkın uykuya daldığını, daha doğrusu ‘düşüncelerin uykuya’ daldığını… Bu uyuşma hali ile o toplumlara cehalet hızla yayılıyordu. Yine bu yörelerde nüfus orantısız büyürken, açlık, yoksulluk toplumun tamamına kademeli olarak ama kısa sürede sirayet etmekteydi.

Özellikle de insana, onuruna hiç yakışmayan kaba sözlerin kullanımı bu coğrafyalarda artmaktaydı. Öte yandan Türklerde kadına yönelik hakaret, küfür asla kabul edilemezdi. Bununla ilgili tarihte o kadar çok örnek var ki… Çünkü Türk’ün kadını; Kutsaldı, yaz kış yeşil kalabilen çok güçlü bir köktü. Yani o çamdı. Çam fıstığı onun sembolüydü. Fıstık, kadını ve mitolojisini anlatan en kısa cümleydi. Kadına kötü söz ile ilgili en çarpıcı örnek ise Timur ile Beyazıd arasından yaşanan savaştan önceki mektuplarda karşımıza çıktı. Yaşça büyük olan Timur, Beyazıdın kötü sözlerinin üzerinde durmamayı tercih ediyordu. Gençliğine vermişti. Ta ki karısına, haremine ağır sözler söyleyene kadar… Bunun affı asla olamazdı. Onuru incinmişti. Küfüre canı sıkılmış, sinirden uykuları kaçar olmuştu. Ve Timür yüzbin kişilik demir ordusunu alarak Ankara önlerine geldi… Ve savaş başladı.

Düşünceleri uykuya dalmış bu yörelerde kaba söz kullanımı ile basitlikte artıyordu. Sözüm ona espiri yapıyordu ama içinde küfür, hakaret gırla oluyordu. Ve onuru zedelenmiş, düşünemez olmuş toplum kısa sürede yok edilebiliyordu. 

İşte ak sakallılar bu tecrübelerle, düşüncenin hep dik ve ayakta kalabilmesi için Demokrasiyi yaşam felsefesi haline getirdiler. Kendi dönemlerinde toplumun başında bir yürütme grubu oldu. Hükmedenin yanı sıra bilge insanların fazlaca olduğu ve bugünkü meclise benzeyen küçük bir topluluk görev alıyordu. Han’ın önünde fikirlerini özgürce söyleyebildiler. Halkın dönemin koşullarına, üretimine uygun olarak eğitimli olmasına önem verdiler.

Evet… Şimdi birazda bugüne bakalım… 

Öncelikle hepimizde, bir covid varyantları telaşı ki sorma gitsin… Covid hızlandı ama neyse ki aşı sayesinde ölümler azaldı. Küçücük, gözle bile göremediğimiz, hani kaba tabiri ile yolda görsek yüzüne bakmayacağımız covid canımızı durmaksızın yakıyor. Toplumlara karışan bu küçücük virüs bütün yaşam şeklimizi değiştiriverdi. Neyse ki günün sonunda bilim yine aşıyı buldu ve insanlığın kahramanı oldu.

Fakat bundan daha tehlikeli mikroplar var. Onlardan iğne ile arınmakta mümkün değil.. Ve bir kere yakalandın mı dışarı atmak çok zor… Ve o mikrop sadece seni tüketmiyor. O topluma hızla bulaşıp, tüketiyor. Bu virüs doğrudan maneviyatlarımıza giren kötü bir virüstür. Bunlar gözü bırak, mikropkoslada görünmez. Bu vicdansız virüsü sadece yaşarsın. Onlar insanlara vicdanlarını acıtacak işler yaptırırlar. 

Maneviyatı virüslenmiş toplumda bir duyarsın ki işin ehli olana, hak edene görev, iş verilmemiş… Yakın akraba ya da partili kayrılmış. Devletim daha güçlensin ki toplumca güçlenelim, adaletli, eşit, aynı fırsatlara sahip olarak yaşayalım diye verilmiş alın teri, vergiler… İhalelerde kayırma ve rüşvet ile adeta savrulmuş… Bir bakmışsın Halk; Sermayesi yabancıların elindeki inşaat kölelerine dönüşüvermiş. Gömüvermiş edindiği yıllanmış bilgi birikimi, maddi manevi değerleri inşaata, sonra da ağzı açık, ablak ablak bakarmış inşaatın ağzının içine, rantına, faizine… 

Dünyaya, varolma amacına uygun birşeyler vermeden, hayatın kendisinden çok para kazanma arzusudur ‘Rantçılık’… Sadece kendi hayatını düzenleme peşine düşmektir. İyi yaşam düzeni kurma peşine düşmemektir. İyi yaşam inşaa etmeyi başarabilenleri hemen tanırız… Onlar bugün çok güçlü… Onlardan mütamadiyen rantçı ülkeler borç alır. 

“Daha fazla ben kazanacağım, hep ben kazanacağım, yine ben kazanmalıyım, hepsi benim olmalı” duygusu, çürümüş et kokusu gibi yayılır vatana… Bu az sayıda ama haketmeden çokça kazananları ve “Benim yarınım o birkaç zenginin elinde” diyenleri bu iğrenç cehennem kokusu rahatsız etmez… 

Adalet ve demokrasi için can atanların ise bu kokudan kusası gelir… 

Maneyatı virüslenenlerin ölümleri de kolay olmaz… 

Ve onların bedenleri yavaş yavaş çürür. Elbette onların beden ile ruhu asla koordine olamaz. Ruhun acıları gün be gün artar, adeta ölmek ister ama beden aldanmıştır, direnir. Yaşayan ölüden farksızdır. Ruh ve beden birbirinden kopmuştur; Cehennem kapılarını ahirden çok çok önce kendi içine açmıştır. 

Sonra henüz ruh beden koordinasyonunu kaybetmemiş bir genç çıkar. Ama o, kaybetmişlerin pençesinde sıkışmıştır. Dayanamaz daha fazla canına kıyıverir. Bir de video bırakır ardında, mıh gibi çökersin ekrana gözlerinde yaşla seyredersin. 

Maneviyatlara bulaşan virüsleri engellemek çok zor ama imkânsız değil tabi ki… Kendi varlık çıkarları için ‘hak yemeyi’ normalleştirme çabasına düşenleri, peygamber efendimizin güzel ahlakı ile güzelce ovalayıp, o canım ahlakı onun da yaşam felsefesi haline getirmesi ile kurtarabiliriz. 

Peki başka aşısı daha var mı?.. 

Olmaz mı… Ama o aşı, iğne ile, az bir ağrı ile koldan yapılamıyor. Okuyarak, öğrenerek, anlayarak, ilim ile maneviyatımıza iyi virüs enjekte edebiliriz. Böylece kötü virüsler ruhumuzda tutunamaz. 

Lâkin hepsinden önce aşının tam tutunabilmesi için; Herşeye garip teoriler sunan, bizlere de bazen eğlenceli bazen mistik gelen, o kuru teorisyenleri de hayatımızdan çıkartmalıyız. Yok ABD’li Rockfeller şöyle, yok FED’e sahip beş aile böyle falan filan… Bu söylenti eminim Rockfellerin de tam istediği şey… Korkuyu salmanın en etkili, kolay yolu… 

Muhtemelen bilmeden kuru teorisyencilik yapanlarda; Korku salmak isteyenlerin, bilinçsiz tetikçileri… Dönüp dönüp aynı teorileri satanlardan kurtulmakla yetinmeyip, ilime ve iç sesimize dengelice kulak vererek aşımızı gönül rahatlığıyla olabiliriz.

Yılmadan vazgeçmeden okumaya, çalışmaya ‘Devam’ edebildiğimiz sürece ‘Deva’ mızda hep baş ucumuzda olacaktır.