Önceki yazımda cehalet, zaruret ve ihtilâf denen üç büyük düşmandan bahsetmiş; onlara karşı  marifet, sanat ve ittifak silâhlarıyla karşı koymak gerekir demiştim. Önce birinci düşmanı tanımaya çalışalım.
     Cehalet / bilgisizlik ve câhil kalış veya bırakılış; medeniyet cennetine doğru adım atmanın, en büyük engelidir. Maarif / eğitim ve öğretim bostan ve bahçesindeki temiz havadan, mahrumiyet ve yoksunluktur. Eğitim ve öğretimde kifayetsiz / yetersiz oluş; medeniyete bakan ve ona karşı zarurî istekleri uyandıran ilim ve irfan penceresini, yarı kapalı tutmaktan farksızdır. Çünkü meyusiyet ve ümitsizlik zulmet ve karanlığına nesilleri hapsetmek demektir.
     Özellikle şarkta / doğuda hükümetin oluş hikmetlerinden en önemlisi olan maarifi / eğitim ve öğretimi; lâyıkı veçhile sağlıyamayış, yâni insanların câhil kalış keyfiyeti; onları vahşette yâni gayri medenî bir vaziyette bırakır ve bırakmıştır.
     Gayrı medenî oluşlarının sürmesi; halkın ihtilâf ve anlaşmazlıklarının sürmesini sağlar.
     Aşiretler arası sürtüşmelere sebebiyet verir. Bu durumun zarurî neticesi olarak; fenalıkların önü açılmış olur.
     Gerçi, Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında bu hususlara, yâni cehaleti gidermek için atılan adımlara; Türkiye Cumhuriyeti, ciddî şekilde devam etmiş ve hâlen de devam  etmektedir. Şüphesiz kat' edilecek, daha çok yol var.
     Oysa ilim, irfan, eğitim, öğretim; yâni maarifin, yurt sathında eksik ve noksan oluş keyfiyeti; dün koca Osmanlı Devleti'nin, bugün ise Türkiye Cumhuriyeti'nin düze çıkmasını engellediği; en azından zorlaştırdığı gibi, sayısız mazarrat ve zararları da milletin başına belâ etmiştir.
     Nitekim bugün bile; eğitim ve öğretim birliğini, aynı millî ve mânevî ruhu telkin edemediğimiz, zihinlere aşılayamadığımız ve çocuklarımıza veremediğimiz için, ilim ve teknikte muasır / çağdaş devletler seviyesine, henüz tam mânasıyla çıkabilmiş değiliz.
     Çünkü demirden sed olan ilim ve tekniği; cehalet denen çağ dışı heyulânın karşısına tam olarak çıkarabilmiş, dikebilmiş değiliz.
     Cehalet öyle bir şeydir ki, millet hâkimiyetini temin eden, sağlıyan efkâr-ı umumiyenin / kamuoyunun; amansız düşmanı olan istibdada, yâni hiç bir kanuna uymadan yönetmek demek olan keyfi / baskıcı idare tarzına, ister istemez yol açar.
     Zaten  “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.”
     Evet, “Bir millet cehaletle hukukunu (haklarını) bilmezse, ehl-i hamiyeti (manevî ve millî değerlerin korunması için gayret gösterenleri) dahi müstebit (diktatör, zulüm ve baskı yapan, başkasının hukukunu elinden alan kimseler) eder.” (Münazarat)
     Evet, cehalet ve bilgisizliğinden dolayı bir vatandaş hukukunu / haklarını / işinin kanunî yönünü bilmezse; -memur da vazifeşinas değilse- vatandaşı oyalar durur. “Bugün git, yarın gel!” gibisinden bahanelerle işi yokuşa sürer ve âdeta vatandaşla dalga geçer!
     Böylece vatandaşın cehaleti; başındakini kendisine müstebit kılmış; onu, istediğini yapan ve yaptıran bir duruma sokmuş olur!
     Evet cehalet; toplumun fikir ayrılığına sebebiyet verdiğinden ve vereceğinden; toplum bölük pörçük olur.
     Milleti, emperyalist devletlerin  “Böl, parçala, hükmet.”  tuzağına düşürür.
     Milletin, zamanla mahv ve perişan olmasının zeminini, alt yapısını hazırlar. Evet, bütün bunlar eğitim ve öğretimin yetersizliğinden, cehaletin maarife galebesinden neş'et etmiş, doğmuş ve doğmaktadır.
     Bütün bu ihtilâf ve dağınıklıklar; gaflet ve aymazlık içindeki milletin başına; cehaletin yardımı ile gelmiş ve gelmektedir. Zira “İttihat cehil ile olmaz. İttihat, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı efkâr,  marifetin şua-ı elektriği ile olur.” (Münazarat) Evet “İttihat (bir olma, birleşme, aynı fikirde olma, aynı noktada birleşme) cehil (cahillik, bilgisizlik) ile olmaz. İttihat, imtizac-ı efkâr (fikirlerin kaynaşması)dır. İmtizac-ı efkâr (fikir birliği); marifetin (bilgi, eğitim ve öğretimin) şua-i elektriği (elektrik ışını, elektriğin yol göstermesi) ile olur.” (Münazarat)