Batı dünyası geçmişte olduğu gibi bugünde Türkiye’nin güçlenmesini istemiyor. Türkiye’nin ve Türkün güçlenmesine asla bunların tahammülü yoktur Yüzyıl önce Osmanlı’ya yaptıklarının bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne yapmak istiyorlar. Hatta bunların arasında ABD müttefiklerimiz bile bulunmamaktadır ki bunun en yakın örneği Güney sınırımızdaki terör örgütlerine verdikleri yirmi bin tr dolusu verdiği silahlardır.

Çünkü bunun bir benzerini yüzyıllar öncesi Osmanlı Devleti yaptılar. Osmanlı’nın dönemdeki güçsüzlüğünü belirtmek için Avrupalı devletler “Hasta Adam” benzetmesi yapılmıştır. Nedir bu yüzyıllardır konuştuğumuz “Hasta Adam” deyimi; işte bu deyimin gerçek hikâyesi!

“Boğazlar Meselesi’nin 1841'de Londra Antlaşması’yla Rusya'nın çıkarına uygun olarak çözülmesi, Sen-Petersburg ile Londra'nın arasını açtı. 1844'te Çar Nikola, İngiliz Başbakanı’nın daveti ile İngiltere'yi ziyaret etti. Bu ziyaretinde, Rusya ile İngiltere'nin Türkiye'de Hıristiyan halk çıkarma elbirliği ile çalışmaları gereğini öne sürdü. İngiliz hükümeti Çar'ın düşüncesini kabul etmediği gibi ret de etmedi. Rus-İngiliz dostluğu görünüşte 1848'e kadar sürdü. İngiltere'de kamuoyu Ruslar aleyhine dönmeye başladı. Bu arada Rus genişlemesinin İngiliz hayati çıkarları için bir tehlike teşkil etmekte olduğu yolunda açıklamalar yapıldı.

İngilizler bu düşüncede olmalarına rağmen, Çar Nikola, İngiltere ile Osmanlı toprakları üzerinde görüşmeye karar verdi. 9 Ocak 1853'te Sen-Petersburg’taki “Kışlık Sarayı’nda” verilen bir baloda İngiliz Elçisi Sir George Hamilton Seymour'a yaklaşarak şunları söyledi:

“İngiltere için beslediğim duyguları bilirsiniz. Bence iki hükümetin, yani İngiliz hükümeti ile hükümetimin anlaşması esastır. Böyle bir anlaşmayı gerektiren şartlar hiçbir vakit bugünkü kadar önemli değildir. Biz anlaştıktan sonra, Batı Avrupa devletleri umurumda bile değil. Ne düşünürlerse düşünsünler, bence hiçbir değeri yok. Türkiye'ye gelince, bu bambaşka bir problemdir. Bu memleket buhranlı bir durumdadır. Başımıza pek çok işler çıkarabilir.” 

İngiliz elçisi, Çar'dan Türkiye hakkındaki düşüncelerini açıklamasını rica edince I. Nikola şöyle devam etti:

"Kollarımız arasında hasta bir adam var. Çok hasta. Size açıkça söylemeliyim ki, gereken bütün tedbirleri almadan önce onu günün bizinde kaybetmemiz büyük felâket olacaktır. Türkiye ansızın ölebilir. Bu takdirde üzerimizde kalacaktır. Ölüleri diriltemeyiz. Türkiye ölünce, bir daha dirilmemek üzere ölecektir, işte bunun içindir ki size soruyorum? Böyle bir olay karşısında kargaşalık, anarşi ve hatta bir Avrupa Savaşı karşısında kalmaktansa, önceden tedbirler almak daha akıllıca bir hareket olmaz mı?”

Elçi şu cevabı verdi:

"Niçin daima Türkiye'nin öleceğini hesaba katarak bu felâketten önce veya sonra tedbirler almayı düşünmeli? Niçin hastayı tedavi etmeyi düşünmemeli.” İngiltere’nin bu bakış açısı aslında Osmanlı’yı bizi korumak için değil de Rusya Osmanlı topraklarına en yakın olmasından dolayı Rusya’nın “Boğazlar hâkimiyeti “sıcak denizlerden geçmesi ihtimali ile Hindistan’a giden yolların tehlikeye düşmesi korkusu idi. 

Çar, elçinin bu sözlerinden ümitsizliğe düşmeyerek, Osmanlı topraklarının paylaşılması yolundaki plânını açığa vurdu:

"İstanbul'un Ruslar tarafından devamlı bir işgalini isteyecek değilim. Fakat bu şehrin Fransızlar, İngilizler veyahut başkaları tarafından işgal edilmesine de razı olamam.

"Eflâk ve Boğdan bugün fiilen himayem altında bulunuyor. Bu durum devam edebilir. Sırbistan ve Bulgaristan da himayem altına girebilirler. Mısır'ın İngiltere için önemini takdir ediyorum. Bu yerle Girit adası da pek âlâ İngiliz hâkimiyetine girebilir."

İngiltere hükümeti, Çar'ın elçi tarafından bildirilen bu tekliflerini açık bir dil ile reddetti. Çar, bunun üzerine hasta adamın mirası baklanda tek başına tedbirler almaya kalkıştı, Hareket noktası olarak da Kutsal Yerler problemini ele aldı. Din değeri taşıyan bütün bu anıt ve tapınakların, korunması, yönetilmesi ve onarılması, Hristiyanlar için çok şerefli ve önemli bir işti. Böyle olduğu için de Ortodokslarla Latinler arasında Kutsal Yerler üzerinde devamlı bir rekabet sürüp gidiyordu. Oysa Osmanlı Devleti, Ortodoks Kilisesi’nin başı bulunan Rum Patriği’nin başkenti İstanbul’a yerleştiği günden başlayarak, Kutsal Yerler problemini miras aldı. Zaten bütün mesele de bundan dolayı çıkıyordu. 

Kısacası; işte Birinci Dünya Savaşı önce dünya devletleri arasındaki gruplaşmada bundan sonra hızlanacaktı. Aslına bakarsanız Sanayii İnkılabı ile Avrupa’daki teknolojik gelişmeler kısa zamanda büyük bir hız kazanmıştı. Dolaysıyla İngiltere, Almanya, Avusturya-Macaristan, Fransa, İtalya ürettiklerini satmak ve üretmek için hammadde elde etme derdine düşmeleri. En önemlisi “Buharlı Makine’den” petrolle çalışan makineleşmeye geçilmesi Osmanlı egemenliğinde olan Afrika ve Ortadoğu’dan İran’a uzanan petrol yataklarının bilinmesi ve de ele geçirilmesi çabası bu gruplaşmayı hızlandırıyordu. Bunun sonucu olarak da zayıf halka olarak Osmanlı’yı gördüklerinde hasta adam nitelendirmesi ile Osmanlı’yı parçalamak için çaba sarf ediyorlardı. Osmanlı Devleti’ne siyasal anlamda  “Hasta Adam” yakıştırtması bu nedenlerden dolayı yapılıyordu.” 

Sonuç olarak diyorum ki:  Batı dünyası şunu bilsin ki; son dönemlerde her alanda gelişme gösteren Türkiye Cumhuriyeti, milletiyle, devletiyle ve hükümetiyle iri ve diri olarak dimdik ayaktadır. Ve de; dünya kamuoyu politikalarına yön vermektedir ve vermeye de devam edecektir. Sözün özü; artık “Hasta Adam” yok, Türkiye Cumhuriyeti vardır.