Yazmak bazen kolay, bazen de çok zor… Ünlü yazar W.Shakespeare yazmadan önce düşün demiş. Yazarlara ders veren anlamlı bir sözcük... İnsan yazarken elini taşın altına elini sokup sokmayacağına karar veremiyor. Kendi kendine düşünüyor. Aklından geçenleri yazamamak ne kadar zor... Yazmasına yazarsın da sonra başına ne gelir bilemezsin. İnsan yaşlanınca pek çok şeyi düşünüyor. Birden aklıma toplumun bilerek veya bilmeyerek kullandığı antika geldi. Oysa yaşamımızın pek çok evresi antika gibi değil mi?
Antika pek çok deyimimizde yer alan bir sözcük; Örneğin; “Antika gibi adam”. “Antika salon”.”Antika koleksiyonu”, “Bir şeyin antikasını bilmek” gibi…
Latincede eski veya eskiden kalma anlamında “Antiquus” dan gelen bir sözcük. İlk defa XIV. Yüzyılda Fransız diline yerleşmiş ve sonra da diğer dillerde kullanılmaya başlamış, Türkçemize de girmiş. Eski yıllardan arta kalan, ender bulunan, tarihi değeri olan nesnelerin tümü bu sözcükle tanımlanmıştır. Geçmiş yüzyıllarda bazıları eskiden kalma çeşitli eserleri toplamaktan hoşlanmışlardır. Böyle olunca da onlara bu eşyaları satanlarda antikacı mesleğini oluşturmuştur.
Antikanın kapsamı oldukça geniştir. Eskiden kalma mobilyalar, takılar, porselenler, vazolar, altın-gümüş-bakır eserler, heykeller, resimler, çeşitli camlar, halılar, kilimler, mücevherler, sikkeler, çeşitli silahlar, avizeler-lambalar, saatler, madalyalar, yazma veya basma eserler, pullar başta olmak üzere pek çok eşyaya antika denilmiştir. Bu konuda meraklılara aydınlatıcı bilgiler veren Yılmaz Uyar’ın yayınladığı üç ciltlik Antika Dergisi başta olmak üzere Art Decor, Antik Dekor gibi dergilerde yayınlanmıştı.
Üniversitelerimizde antika kapsamına giren eserler konusunda tam bir bilgi verildiğini söyleyebilmek oldukça zordur. Bu konuda en iyi bilgi Kapalıçarşı’da, özellikle İç Bedestende veya büyük şehirlerimizdeki antikacı dükkânlarındaki çekirdekten yetişmiş kişilerden öğrenilmelidir.
Bu konudaki bilgi noksanlığını bende yaşamıştım. İstanbul Üniversitesinde arkeolojinin yanı sıra sanat tarihi eğitimi aldıktan sonra müzelerde göreve başladığımda antikalar üzerinde yeterli bilgimin olmadığımı görmüştüm. Müzeciler rutin görevlerinin yanı sıra defineciler, müzeye eser getirenler ve denetlediği koleksiyonerlerle sürekli ilişki içerisinde olmak zorundadır. Müzeye antika bir eseri getirene her yönüyle doğru yönden bilgi vermek zorundasınız veya o eser hakkında fiyat takdiri yapmanız gerekir. Siz o eseri bilmiyorsanız; nasıl sağlıklı bir işlem yapacaksınız?
Bazen de yargıya bilirkişi olarak rapor vermek zorundasınız.
Bu yöndeki eksikliğimi gidermek için Kapalıçarşı’daki antikacı ve koleksiyonerlerden eksiklerimi gidermeye çalışmıştım.. Daha doğrusu teorinin yanı sıra alana inerek bir şeyler öğrenmek benim için son derece yararlı olmuştu.
Üniversite aldığımız halı sanatı derslerimizde XV- XVIII. Yüzyıl halılarını öğrenmiştim. Ama uygulamada karşımıza onlar değil; Anadolu’nun çeşitli yörelerinde dokunan halı ve kilimler çıkıyordu. Ayrıca madeni eserlerin yanı sıra Osmanlı Saraylarında kullanılan kap kacak, benzeri gündelik eşyalarla ilgili hiç bilgim yoktu. Bu konuda yaşadığım ilginç olaylar olmuştu Bunlardan bir iki örneği sizlerle paylaşmak isterim;
Türk ve İslam Eserleri Müzesinde uzman olarak görev yaptığım sırada Edirne Ceza Mahkemesinden gelen bir yazıda gümrükte bazı eserlerin yakalandığı ve bunların 1710 Sayılı Eski Eserler Kanunu kapsamına girip girmediği sorulmuştu. Gümrükte yakalanan kişi ise hatırladığım kadarıyla yeni çıkan kanun uyarınca hapsedilmişti. Müze Müdürüm Can Kerametli beni görevlendirmiş ve Edirne’ye gitmiştim. Yakalanan eserler müzeye teslim edilmiş ve başta müze müdürü olmak üzere beş veya altı uzman bunların eski eser kapsamına girdiği konusunda rapor vermişlerdi. Edirne Müzesinde el konulan ve hakkında işlem yapılan objeleri gördüğümde hayretler içerisinde kalmıştım. Bunlar Kapalıçarşı’da turistlere satılan piştov denilen taklit eski tabancalardı. Kurtlu tahtadan ahşap kısımları yapılmış, uçlarına kurşun namlular yerleştirilmişlerdi. Müze yetkililerine bunu söylediğimde; bizim aleyhimize rapor verme, buradaki saygınlığımız yok olur demişlerdi. Bu durumda hâkime raporumu İstanbul’dan göndereceğimi söylemiş ve bir kaç gün sonra bunların kanun kapsamına girmeyen, Kapalıçarşı’da satılan taklit piştovlar olduğuna dair raporumu göndermiştim. Sanırım ki; hâkim ikna olmamıştı; çünkü bir yanda Edirne Müzesinin beş altı yetkilisi diğer tarafta bir uzman vardı. Bu kez Topkapı Sarayı Müzesinden rapor istenmiş ve Sarayın Silah Seksiyonu Şefi Turgay Tezcan da benimkinin doğrultusunda bir rapor vermişti.
Şimdi kendi kendime soruyorum; Kapalıçarşı’daki antikacı dükkânlarından bilgilenmemiş olsaydım piştovların taklit olduklarını ayırabilir miydim?
Türk ve İslam Eserleri Müzesinde önce uzman, sonrada müdür olarak görev yaptığım yıllarda yurt dışına gönderilen halı ve kilimlerin ekspertizi yapılıyordu. Üniversitede öğrendiğimiz halılar karşımıza çıkmıyordu ama bilmediğimiz düz yaygılar, kilimler vardı ve bunların ekspertizini yaparken konunun uzmanları olan Kapalıçarşı’daki halıcılardan bilgilenmeye çalışıyorduk.
Yıllar sonra şu kanıya vardım; benim antikacılar ile koleksiyonerlerden öğrendiklerim bir bakıma üniversite öğretimimin bir başka yanını tamamlamıştı.