İnsanız, yaşamdayız, yaşıyoruz, yaşadıkça ne çok şey var ki tutum ve davranış şekillerimizde ki dengesizliklerle anlam kaybı sağlıyoruz ya da algılamamızda eksiklikler oluyor, kavram ve yaşamsal verilerle alakalı. Bilmiyoruz, eksik, yalan yanlış bildiklerimizle devam ediyoruz yaşantımıza, eksik ve yalan yanlış bildiklerimiz de dağılıyor insandan insana, anlatmak istediğimizle kullandığımız kelimelerin manası aynı değil. Tuhaf olan ise kelimeler anlatmak istediğimizi anlam ve mana olarak üstleniyor, hayat devam ediyor ve karmakarışık bir döngü oluşturuyoruz, iyi de farkında değiliz ve bunu yapanlar sadece biz değiliz. Karışık bir durum, lehçe, şive farklılıkları vardır ki, ekseri bilir ve anlarız, bazen birkaç saniyede çözeriz ve doğrusuyla dinleriz. Bahsettiğim farklı kişilerin kelimelere farklı anlamlar yüklemesi hali, ekseri farkında da değiller, kısa diyalog hallerinde anlamak çok zor, iletişim ve sohbet hali süreklilik arz ederse belki kavramak mümkün.
Topluluk halinde yaşıyoruz, bir arada yaşamanın inkâr edilemeyecek fayda ce getirileri var elbette, zararları ve menfilikleri de göz ardı etmeden, farkında olarak. Bu dünyadan ayrılışı asırdan fazla olması tespitlerinin halen günümüz toplumları için ışık tutucu olması takdirimizdedir “Fransız Sosyolog Émile Durkheim”in.
. .
Bireylerin ve toplumun anlam kaybına uğraması demektir.
İnsanlar normlarını, içinde yaşadıkları toplumlardan alırlar. İnsanları bir arada tutan ortak ahlaki değerler ve hukuk kuralları işlevsiz hale geldiğinde, bu normlar dağılır.
1-Hayatın anlamsızlaşması, değersizlik duygusu, heyecan yitimi, hedef belirleyememe, hiçbir şeyin hiçbir zaman düzelmeyeceğine olan inanç, umutsuzluk ve çaresizlik, görünmez bir zehirli gaz gibi bilinci yavaş yavaş öldürür.
2-Böylesi toplumlarda, kurallar birbiriyle çelişir. Bir gün alınan karar veya söylenen söz, ertesi gün inkâr edilir.
Kanun ve kurallara uymamanın yaptırımı olmaz. Uygulamalar keyfidir; akıl erdirilemez!
3-Giderek ilkesiz, sorumsuz davranmak sıradanlaşır; kuralsızlık yerleşik kültür halini alır.
Ortak değerlerin kaybı, insanların birbirine olan duyarlılığını ve saygısını da azaltır.
4-Dayanışma ortadan kalkar. Paylaşım duygusu yok olur, bencillik artar. Şiddet tırmanır…
Cehalet, akla ve aydınlığa fütursuzca saldırma cesaretini bulur kendinde….
Çünkü ileriye ve aydınlığa yönelik ortak bir utku, bir ülkü yeşeremez böylesi toplumlarda;
Eğitimin önemi azalır…
5-Eğitim, hayatı keşfetme heyecanını yitirir; yerini bir yerlere girip para kazanmak için bir kâğıt parçası edinme telaşına bırakır.
Anomi bazen anarşi ile karıştırılır ki, bu yanlıştır!
6-Anarşide, siyasi bir otorite veya yönetime başkaldırı vardır.
Anomide, bir hedef yoktur. Pusulasız gemi gibidir, anomik toplumlar.
Yönünü yitirmiştir!
7-Kitle iletişim araçlarının da bu değersizliklerin temsilcilerini sürekli ekranlara ve basına taşımasıyla, yaşanan tuhaflıklar normalleştirilir.
Böylece, eğitimsiz ve bireyleşememiş kitleler, kısa sürede benzer davranışlar sergilemeye başlarlar.
8-Bu durum toplumda moral çökmesi ve hukuk eksikliğine yol açar.
Tüm geçmiş toplumsal modeller göstermiştir ki, ekonomik dengesizliğin arttığı tüketim toplumlarında şiddete yönelim kaçınılmaz olarak artmaktadır.
Bunun nedeni, bu tür toplumların bireylerinin birbirilerine yabancılaşmaları nedeniyle birbirileriyle ilişkilerini, birbirilerini nesneleştirerek kurmalarında yatmaktadır.
9-Böyle bir ortamda mekâna yabancılaşan insanın ötekini bir nesne olarak görüp ona şiddet uygulamasının önüne geçilmesi imkânsızlaşır.
. .
Fransız Sosyolog Émile Durkheim’in yaşadığı yıllar 1858-1917 arası olup asırdan fazla süre önce yaptığı tespitlerin günümüzde yaşayıp gördüklerimize ışık tutucu olması, önemli ve değerli tespitler yapmış olması önemli ve çok değerlidir.
2024 yılını yaşarken, bilim ve teknoloji ürünlerinin hayatımızda ki yerleri artıp çoğalırken, kültür ve sanat çalışmaları günden güne artıp çoğalırken, birbirimizi anlamamızda da, bir başımıza hedeflediğimiz mutluluğu yaşamamızda da ciddi eksiklikler ve kayıplar var, farkındayız değil mi?