Başlık hatalı değildir: Ankara'ya daha önce bilinmeyen kum fırtınası hediye olarak gelmiştir. Tıpkı bazı vilayetlerde obruk hediyeleri gibi. Herkesin felaket dediği bu hadiseler nasıl hediye olabilir?

Bir doktorumuzun ifadesiyle vücudumuzdaki birçok ağrılar aslında nimettir. Çünkü ağrının sebep olduğu rahatsızlıktan çok onun delalet ettiği hastalığa bakmak gerek. Tehlikeli bir hastalık ne kadar erken teşhis olunursa tedavisi o kadar kolay olur ki bu aşamada sancılar, bir an önce tedaviye başlama ikazıdır. Asıl hastalığı teşhis ve tedavi yerine ağrı kesicilerle geçiştirmek daha ağır problemlere yol açabilir. Bu yüzden ağrı kesiciye koşmadan onun temelindeki rahatsızlığa ulaşmak, öncelikli meseledir. Başta akciğer olmak üzere bazı ciddi kanserler, ağrısız sancısız ilerler. Son merhalede ağrılar ve diğer semptomlar ortaya çıkar ki artık tedavi imkanı kalmamıştır.

Kum fırtınaları, özellikle Büyük Sahra vb. çöl civarı şehirlerde tıpkı ülkemizde kışın kar yağması gibi normal bir hadisedir. Rüzgarların taşıdığı kum yığınları bağları, bahçeleri, evleri, arabaları âdetâ boğar, kardan farklı olarak bir süre sonra erimez. Bu yüzden arabaların temizlenmesinde, binaların bakımında ayrı bir masraf kapısıdır. Anadolumuz çöllerden binlerce kilometre uzaktadır. Bu coğrafyada son yıllardaki istisnai örnekleri saymazsak kum fırtınaları bilinmemektedir. Yaşananlar ise çok daha derindeki tehlikeye karşı tedbir için gönderilen kıymetli îkazlardır.

Türkiye'nin, bazen günlerce gündemini meşgul eden, toplumu kutuplaştıran birilerinin saçmalamaları veya zorbalıklarından çok daha önemli sorunları bulunmaktadır: Tarımdan hayvancılığa, eğitimden sağlığa, bilimden, kültürden toplumsal ve ferdî, değer, ahlak ve fazilet konularına… Öncelikle sorunların maddi ve manevi sebeplerini doğru tespit etmek, ondan sonra çözüm yolları aramak, gereğini yapmak lazımdır. Milyonların hayat-memat meselesi konuların siyasetin, akademik camianın, aydın kesimin gündemine girememesi korkunç bir gerçektir.

Ege ve Marmara'dan Orta Anadolu'ya onlarca gölün kurumasının gündeme gelmemesi, gelecek felaketlere karşı kamuoyu oluşturulmaması, bunların sebeplerinin ve çözüm yollarının tartışılarak bir an önce gerekli tedbirlerin alınmaması şuur, idark kaybı demektir. "Küresel ısınmanın kaçınılmaz sonuçları" gibi saçmalamalar, zemheride çorapsız dolaşıp yataklara düştükten sonra soğukları suçlamaktan farksızdır.

Yüzlerce gölün kurumasının, yok olma aşamasına gelmesinin başta gelen sebebi, hesapsızca açılan kuyular yüzünden yer altı sularının çekilmesidir. Yer altı suları tükenince onların beslediği göller de kurumaktadır. Alan uzmanlarına göre yine bu suların beslediği yer altı göllerinin de suyu çekilince ortaya çıkan boşluk üst tabakanın çökmesine, obrukların oluşmasına yol açmaktadır. 

Kuruyan he göl, çevreyi çölleştirmektedir. "Tarlamın altındaki suyun sahibi benim, varsın 50 kilometere ötedeki göl kurusun" zihniyetiyle daha fazla kazanmak isteyen çiftçiler, daha hayatta iken çocuklarına sadece çöl bırakabileceklerini görmeye başlamışlardır. Arpa, buğday, nohut ekilebilecek tarlalarda kuyu suyu ile domates yetiştirmeye kalkanlar, nice emekler çektiği arazisinin tam ürün hasadını beklerken bütün emeklerinin dev obruklar halinde yere gömüldünü görmektedirler. Bu obrukların sayısı hızla arttığı halde buna karşı tedbir alması gereken yönetim veya kendi bahçesinde henüz obruk görmeyen vatandaş, "neme lazım" uyuşukluğuyla gününü geçirmektedir. Bir nesil önce badem, meşe ağaçlarıyla hububat tarlalarında bugün sulu tarımın maliyeti gittikçe artmaktadır. Bu arazilerin kumlarla kaplı çöl haline geleceğini görmek için Aral Gölü felaketi sürecinde çölleşen tarlalara bakalım. Gölü besleyen nehirlerden çekilen sularla bir kaç on yıl sulu tarım yapılmış, ancak göl kuruyunca üç yüz kilometre ötedeki tarlalar da kum fırtınaldarında boğulmuştur ki Anadolu da adım adım bu faciaya gitmektedir.

Plansız şehirleşme, bataklıkların bilinçsizce kurutulması, tarlaların ve meraların câhilâne kullanımının önüne geçilmesi son derece önemlidir. Türkiye'ye tarım ürünleri ve tohum satan birçok ülenin nüfusundan daha fazla ziraat alanında teknisyen, uzman, mühendis ve akademisyenlere sahibiz. Bununla beraber tarım ve hayvancılık alanında herkesin bildiği en basit kurallar, çok küçük çıkarlar uğruna görmezlikten gelinmekte, denetim, planlama ve kontrol usûlen yapılmaktadır. Bütün bunların ötesinde on binlerce izinli ve ruhsatlı ondan çok daha fazla izinsiz açılan, her sene derinleştirilen kuyular yeşil Anadolu'nun kanını emmekte, çölleştirmektedir. Muhtemel felaketi önlemek için çıkarılan kanun gereği yeni kuyu açılması yasaklanmış ve mevcut kuyular her sene bölge şartlarına göre üç beş metre doldurulmaya başlanmıştı. Bazı çiftçilerin kârdan geçici zarar gördüğü bu uygulama kısa zamanda meyvesini vermis, kurumaya başlayan göller yeniden canlanmıştı. 2004'de bazı çıkar çevrelerinin girişimi ile yasa iptal edilmiş ve yaşadığımız kum fırtınaları ve obruklar ortaya çıkmaya başlamıştır.

Daha önce başarıyla uygulanmış, kuyu açmayı yasaklayan, mevcutları adım adım devreden çıkaran yasal düzenleme, yeni gelişmeler de dikkate alınarak daha etkili bir şekilde yapılmalıdır. Bu aşamada başka geliri olmayan ailelere susuz tarım ve hayvancılık ile benzer istihdam imkanları temin edilmelidir. Yeni kuyuların açılmasını önlemek, mevcutları doldurmak dahi az da olsa istihdam alanını genişletecektir. Birkaç yıl içinde canlanacak göller ile bölge şartlarına uygun tarım ve hayvancılığın gelişmesi, samandan, buğdaya ve cevizden, bademden bakliyata ithalata gerek duyulmaması, hatta ihracat aşamasına gelinmesiyle birçok sorunlar çözülecektir. Bu aşamada kum fırtınaları ve obruklarla uyarıldığımız için şükrederken âcilen tedbir yollarının tatbikatına başlanmalıdır. Aşı yapılırken canınız yanabilir, bu vesileyle daha acılı bir hastalık önlenebilir.

Medyadan haberdar olduğumuz, Manisa'da 2200 dönümlük kıraç araziyi 8 yılda badem bahçesine çeviren Haluk Bozatlı'yı kutluyoruz. TV kanallarında fitne-fesat programları yerine bu gibi başarı hikayelerinin ayrıntılarını görmek istiyoruz.